Küresel küfür, önceki asırda “ahlakın iflası”na dair ilanlar yaptı. İnsanlar, mutlu olmak istiyor; bunun için ahlak kurallarını aşmaya çalışıyorlar, dediler.
Bunu psikoloji ve sosyoloji ile ilgili bir tespit gibi duyurdular. Dışarıdan bakılırsa her şey “bilimsel”! İnsanın “ilim”de ilerledikçe yalan söylemeyeceğine inanan saf Şark aklı, onların duyurduğu yerden hep “bilimsel” bakmaya çalıştı.
Oysa karşımızda “bilim” değil, basbayağı bir “pazarlama” söz konusuydu. Hangi yolla olursa olsun, malını artırmayı maharet bilen… Malın niteliğine değil, para kazandırıp kazandırmadığına odaklanan… Malın nasıl satıldığına değil, ne kadar satıldığına bakan “kuralsız/laik” bir pazarlama… Meşhur adıyla kapitalizm… İmaj adıyla “liberalizm”…
Ahlaksızlığın birey ve toplum tarafından bilinen bir bedeli vardır, toplumun çöküşü, bireyin mahcubiyet içinde dışlanıp tükenmesi… İdeolojiler, sinema ve diğer görseller, ahlaksızlığın algısını değiştirdi, “ağız tadıyla” ahlaksız olabilme olanağı verdi.
Çünkü ahlaksızlık demek, tüketim demektir. Çok tüketim demek, kapitalistlerin daha da zengin olması demektir. Birey ve toplumlar, ahlaksızlaştıkça onlar kazanacak. Toplum, ahlaksızlaştıkça onlara para yetiştirmek için koşturacak… Toplum, ahlaksızlaştıkça iradesini yitirecek. Dolayısıyla ahlaksızlaşan köleleşecek, onların kölesi olacak.
Dünyayı özgürleştireceğiz dediler, avam havas demeden herkesi köleleştirdiler, kölelik yoluna sevk ettiler.
Onların reklamında ahlaksızlığın birey ve toplum için karşılığı ne idi? Mutluluk. Reklamlarına bakılırsa insan ahlaksızlaştıkça mutlu olacaktı. İnsan, ahlakını satacak ve karşılığında mutluluğu alacaktı.
İnsan, bütün değerlerinden vazgeçecek, dinini, imanını, namusunu bırakacak hatta cinsiyetini bile sıfırlayacak. Bu verişe karşı, mutluluğu alacaktı. Formül özetle buydu. Vaat, bundan ibaretti. Bu, eski dünyadaki takas işlemi gibi bir şey… Hani çerçiye üç yumurta verirdin, karşılığında bir avuç şeker alırdın ya, öyle bir şey. Değerler bırakılacak, din, iman, namus, aile, anne-babaya saygı, gelenek-görenek, karı-koca hukuku terk edilecek, karşılığında mutluluk satın alınacak. Bunun için “mutluluk her şey” diyorlardı, mutluluk her şeye bedel, diye sesleniyorlardı.
Bugün insanlığın önemli bir kısmı, onlara uydu, pek çok kişi de onlara uyup da “mutluluk her şey” öğretisiyle hareket etmediği için mutsuz olduğunu düşünüyor? Öyle mi?
Öyleyse haydi, bir köşeye çekilip bir muhasebe yapalım, vaziyet ne görelim?
Neredeyse her köşe başına bir psikolog, bir aile koçu, bir sosyal danışman… düşüyor. Okulların her bir katında bir rehberlik uzmanı… Ne yapıyorlar? Mutsuzlara mutlu olmayı öğretiyorlar.
Öyle ki henüz tam yerleşmemişse de “mutluluk bilimi” diye bir şey dahi uyduruyorlar. “Mutluluk terapisi”, literatürde çoktan yerini aldı.
Hani herkes mutlu olacaktı? Şimdi öyle değil, diyorlar. O zaman ne yapacağız, diyorsunuz. “Mutluluk bilimi”ne uyacaksınız, diyorlar.
Ne diyormuş mutluluk bilimi? “Mutlu olmak yoktur, mutlu olmayı düşünmek vardır.” Yani “mutluluk” iddiası yalan, onun için kendinizi mutluymuş gibi hayal edin, mutlu olursunuz.
Seni mutsuz eden kimse yoktur, mutsuzluğunun kaynağı sensin, sen mutluyum, diyorsan artık mutlusun, bundan başka da mutlu olmanın yolu yoktur.
Bilmem, bu terapi karşısında kilise papazlarını mı hatırladınız yoksa köylerde fal bakan maharetli çingene kadınların nasihatlerini mi?
Bilim, dediler, özgürlük dediler, döndükleri yer orası. Hani “ilkel kominal toplum” demişlerdi de şaka yapıyorlar, zannetmiştik.
Özetle, vaziyetine razı ol ve duygularını kandır ya da seni aldatmamız için uygun moda gir, diyorlar.
Ne büyük maharet kendilerini yalanlayacak “bilimi” de kendileri üretmişler.
Ama başını kaldırıp “Alçaklar, bizi aldattınız; putperest rahiplerin, onların yardımcısı sihirbazların, falcıların eski insanları aldattığı gibi bizi aldattınız!” diyen kimse yok!
Zira aklı iflas ettirmişler, iradeyi öldürmüşler. Çare, “Muhakkak ki muhakkak ki ölüyü biz diriltiriz!” (Yasin, 12) diyen yüce Yaradan’a dönmek, O’na teslim olmaktır!