Müslümanların sosyal bilimlerdeki ilerleyişi, XIV. yüzyılda, her tür akli faaliyeti dışlayan akımların İslam aleminde etkili olmasıyla durdu. Belki nihayetinde XIV- XVI. yüzyıl aralığı, duraklama devri olarak kabul edilebilir. Sonrası tamamen gerileme devresi olarak ele alınmalıdır.

XIX. yüzyılın ortalarından sonra ise İslam aleminde sosyal bilimler tamamen Batı’nın güdümüne girdi. Öyle ki XX. yüzyılın başında, yeni bir siyer araştırması duyduğunuzda müellifi bir ihtimal oryantalisttir. Müslüman aydınlar, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin hayat öyküsünü bile oryantalistlerden öğrendiler.

O dönemden itibaren ilmî bir eser için oryantalistlerden alıntı yapmak, gayri resmi de olsa zorunlu oldu. Ashabı anlatan eserlerde dahi önce bir oryantalistten alıntı yapmak, eserin ilmi değerini “gösterme” bağlamında kabul edildi.

 Seyyid Kutub, Allah rahmet eylesin, 1949’da bu duruma karşı ilmî bir kıyamda bulundu. O tarihte kaleme aldığı İslam’da Sosyal Adalet kitabının son bölümünü Müslümanların bilimle ilişkisine ayırdı. Seyyid, oradaki satırlarda sosyal bilimlerin akidevi yanının bulunduğunu ve kafirlerden öğrenilemeyeceğini dile getirdi.

Seyyid’in bu görüşleri, Müslümanları sosyal bilimlerle ilişkisi açısından bir devrim çağrısı gibidir. Seyyid, özlü bir ifadeyle Müslümanları tarih, sosyoloji, psikoloji gibi sosyal bilimlerde kendi çalışmalarını yapmaya ve bu alanda kendi kendine yeterlilik düzeyine ulaşmaya davet ediyor. Seyyid’in görüşleri, Müslüman gençlik arasında büyük yankı uyandırdı. Bazı ilim insanları, Seyyid’e yönelik yasaklardan dolayı, onun adını anmadan, o fikirleri tatbik etmek için projelere yöneldi.

Filistin’in Celîle şehrinde 1945-1948 yılları arasında son Müslüman vali olarak görev yaptıktan sonra ABD’ye göç eden ve kendisini ilmî çalışmalara adayan Raci el-Farûkî, 1972’de, Müslüman Sosyal Bilimciler Derneği’ni kurdu. Dernek ilk konferansını 1977’de Mekke’de gerçekleştirirken Fârûkî, 1981’de bu kez ABD’nin Virginia eyaletinde Uluslararası İslam Düşünce Enstitüsünü kurdu. Çalışmalarını “Bilginin İslâmîleştirmesi” başlığı altında toparlayan Fârûkî, bir dizi sempozyumun ardından projelerini İslam ülkelerine kabul ettirmeyi başardı.

Fârûkî, 1986’da ABD asıllı hanımı ile birlikte bir seher vaktinde esrarengiz bir şekilde şehid edilse de başta Pakistan ve Malezya, ardından Arap ülkeleri olmak üzere onun projelerini uygulamaya başladı. Türkiye ve Suudi Arabistan ise başta projelere sıcak yaklaştıysa da sonradan bu hususta geri durdu. Fârûkî, bütün İslam aleminden iki şey istiyordu: Eğitim kurumlarında acilen İslam Medeniyet Tarihi dersinin okutulması, zamanla ise eğitimin bütün aşamalarında bilginin İslâmîleştirilmesi projesinin uygulanması. İslam ülkelerinin pek çoğu kısa sürede ilk projeyi tatbik ederken ikinci projeyi aşama aşama uygulama yoluna gitti.

Bu süreçte yine Filistinli olup ABD’de mukim Hıristiyan müellif Edward Said, 1978’de yayımladığı Oryantalizm (Şarkiyatçılık) kitabı ile oryantalizmin İslam dünyasına yönelik istila hareketinin bir kolu olduğunu ortaya koydu ve İslam aleminde Batı kaynaklı sosyal bilgiye karşı pratikte karşılık bulacak kadar derin bir kuşku uyandırdı.

Özellikle 1990’lı yıllardan sonra, ABD’nin Sovyetlerin yıkılmasından sonra, Avrupa’yı tamamen tahakküm altına alma projesi de Müslümanların Avrupa kaynaklı bilgiyle ilişkilerini sorgulamalarına katkı sağladı. ABD, Avrupa’yı rencide edip hiçleştirirken Müslümanlar, Avrupa kaynaklı bilginin politik olduğunu haber aldılar, ona alternatif olmak üzere kendi bilgi kaynaklarına yönelme arayışına girdiler.

Ne var ki bugün bu arayış Türkiye’de de çok ileri bir aşamaya ulaşmışsa da henüz istenen noktada değildir. İçinde bulunduğumuz vaziyet, bizim sosyal bilimlerde dünyayı takip etmeyi terk etmeden kendi evrenimizi kurmayı zorunlu kılmaktadır. Bu evren, bütün sosyal bilimlerde “Müslüman aklı”nın ihyası stratejisi yönünde oluşmalıdır.

Bu mahiyette,

  1. Acilen müfredata “Müslümanların Düşünce Tarihi” dersi konmalı

Batı’nın felsefeyi terk ettiği bu dönem, “düşünce tarihi ve düşünsel etkinliklerin incelenmesi” anlamında İslam dünyasında acil bir felsefe atağına ihtiyaç vardır.

Bu çerçevede,

  1. Felsefe bölümleri gelecek vaat etmediği için, sadece meraklı öğrencilerin tercihleri arasında kalmaktadır. Bu bölümlere üstün yetenekli öğrenciler yönlendirilmeli, disiplinler arası bir çalışma gerektiren bu bölümler, inançsız ve bohem kesimlerin tahakkümünden kurtarılmalıdır. Felsefe bölümleri, dünyanın düşünce tarihi bütünlüğü göz ardı edilmeden, Müslümanların düşünce tarihi ve İslâmî düşünce etkinlikleri bölümlerine dönüştürülmelidir.

Bununla birlikte sivil enstitüler kurulmalı, sivil medreselerde de acilen Müslümanların düşünce tarihi dersleri okutulmalıdır. Bu derslerin müfredatları düşünmeye teşvik edecek nitelikte olmalı, Müslümanın düşünmesini engelleyen ruh hâli aşılmalıdır.

  1. Düşüncenin millileşmesi, İslam dünyasının son dönemde sürüklendiği yeni bir sorundur. Buna karşı çözüm, İslam devletlerinden en azından kolay uzlaşabilenlerin ortak düşünce enstitüleri kurmalarıdır.

Müslüman aklının ihyası, insanlığın kurtarılması için tek çıkış yoludur. Müslüman aklının ihyası, sosyal bilimlerin stratejisine dönüşmelidir.

  1. Bugün, uluslararası sempozyumlar hakikatte düzenleyicilerin ulusal üstünlüklerini ifade için kullandıkları bir gösterişten öte bir şey değildir. Bu durum, derhal aşılmalı, buralara ayrılan bütçeler, Müslüman aklının ihyasını sağlayacak faaliyetler için iş görmelidir.
  2. Müslümanların tarihi yeniden yazılmalı

Müslümanların tarihi (İslam tarihi), Müslümanların sosyal bilimlerde en çok ileride oldukları alandı. Ne var ki gerileme bir boyutu aştığında geçmişteki ilerleme, gerilemeyi engellemek yerine besleyebilmektedir. Bu bağlamda Müslümanların geçmişte tarih ilminde aldıkları yol, bugün tarih ilminde üretim yapmalarının önüne bir engel olarak dikilmektedir.

Moğol istilası sonrasında, Müslümanlar arasında hâkim olan tepkisel, korumacı hatta fobik zihniyeti bugün sürdürmekte ısrar etmek; hassasiyet değil, ancak düşüncesizliktir. Ne yazık ki bugün pek çok taraftar bulan ve dış güçlerce de desteklenen o zihniyet, tarih gibi bir ilmin dahi anlatımının yenilenmesine engel teşkil etmektedir. İslam’ı bir “Süryani inanış ve yaşayış tarzı” küçüklüğüne düşüren o mantık, her tür dünyevi çalışmayı, “dünya için çalışmak” ile karıştırınca Müslümanların dünyasının kafirler tarafından yönetilmesi gibi bir sonuca yol açmaktadır.

Bugün, siyer incelemelerimiz dahi oryantalistlerin istilası altındadır. Tarih araştırmalarımızın ise hâli çok daha berbattır. Tarih alanında oryantalist istila devam ederken 19. yüzyılın koparıcı, bölücü Fransız İhtilali ırkçı zihniyeti, İslam Ansiklopedisi denen büyük bütçeli çalışmaları dahi baştanbaşa zehirlemiştir. Sosyal bilimlerde ırkçı yaklaşım, bilime ihanettir. Bilim, bu ihanetten kurtarılmalıdır.

Bu çerçevede,

  1. Tarih anlatımının sürekli bir güncelleme istediği kabul edilmeli.
  2. Ümmet tarihi, ilk günden bugüne, sürekli yeniden yazımlara konu olmalı.
  3. Kavim tarihleri; Ümmet tarihi ana başlığı altında yazılmalı.
  4. İslam medeniyet tarihi dersleri, Ümmetin ortak birikimi yaklaşımıyla okutulmalı.
  5. Dünya tarihi Batı eksenli olmaktan çıkarılıp bütün uygarlıkların birikiminin anlaşılmasını sağlayacak bir kapsayıcılıkla yazılıp okutulmalıdır.

III. Batı’nın sosyoloji biliminde ulaştığı düzey doğru değerlendirilmeli

Batı, sosyoloji araştırmalarında iki yüzyıldır neredeyse teknoloji hızında yol alıyor. Sürekli kendisini yenileyen sosyoloji, Batı uygarlığına toplum desteği açısından resmen kan veriyor. Buna karşı İslam dünyasında sosyoloji araştırmaları, neredeyse yok noktasında. Seyyid Kutub’un bu alandaki hâlâ bize yol gösteren tespitlerinin özellikle geleneksel çevrelerce yadırganış düzeyi, bu alanda ne kadar geride kaldığımızı göstermesi açısından dehşet vericidir.

Küreselleşen bir dünyada sosyolojinin evrensel yanları olduğu gibi, yerel yanları da vardır. Esas olan, bu iki taraf arasında doğru bir ilişki kurup güvenilir tespitlere ulaşmaktır.

Değişen çalışma biçimleri, büyüyen şehirler ve apartman/site yaşam tarzları, kaçınılmaz olarak kimi küresel sosyolojik değişimler getirmektedir. Öte yandan değişim karşısında Müslüman toplumun kendisine has sorunları da söz konusudur. Buna karşı ilahiyatlarda okutulan din sosyolojisi, dinden uzaklaşmanın mukadder olduğu “seküler kaderci anlayışı”yla işlenmekte, toplumun dinden uzaklaşmasıyla ilgili istatistikler ortaya koymaktan başka iş görmemektedir. Din sosyolojisi bölümleri, bir din sosyolojisi veya dindar sosyolojisi bölümü olmaktan öte, tamı tamına dine karşı modern gözetleme birimleridir. Oralarda araştırma yapanların, dindarlık karşıtı tespitler yapıp ulusal ve küresel merkezlere yollamaları açısından, geçmişin sınır karakolları istihbarat memurlarından bir farkları yok gibidir.

Sosyoloji bölümlerimiz, tarih çalışmalarından bağımsız işliyor. Tarih bilmeyenler, sosyoloji alanında ahkam kesiyor. Sosyologlarımızın tarihe ilgisi, sosyoloji bilimi tarihinden ibarettir. Sosyologlarımız, İslam tarihi hakkında kaba taslak görüşlere dahi sahip olmadan ahkam kesiyorlar. Sosyolojideki bu hâlimiz, gelişen dünya karşısında Afrika kabilelerinin ilkel yaşam tarzını andıracak kadar berbattır.

Bugün Müslümanlar, geleneğin kelepçesi ve ilericiliğin uçuk kaçıklığı arasında derin sorunlar yaşamaktadır. Ümmetin kalp kırıklığı, alınganlığı söz konusudur. Akademilerimizin bize karşı konumlanması, geleneğimizin çözümsüzlükte ısrar etmesi, bizi geri bırakan bir ortak güç hasıl ettiriyor. Buna karşı çözümde sosyolojiye pek çok alandan daha çok iş düşüyor.

Bu bağlamda,

  1. Batı’nın sosyoloji araştırmalarında ulaştığı düzey göz ardı edilemez.
  2. Sosyoloji bölümleri bir yanıyla tarih incelemeleri, diğer yanıyla saha araştırmaları yapacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.
  3. Kuramsal sosyoloji bölümleri kurulmalı ve bu bölümlerde tarih ve sosyoloji çift ana dal zorunlu olmalıdır.
  4. Din sosyolojisi hem tarih boyunca hem bugün için dindarlığın bereketi gibi sorunlarını da tespit edip buna karşı çözümler getirecek şekilde çalışılmalıdır. Bir toplum dindarlaşınca o toplumun duygularında nasıl bir değişim olur, bu değişim hangi unsurlardan etkilenir, dinden uzaklaşan modern semtlerde ne tür bir sosyolojik görünüm var? Bu sorular, yol gösterici olacak şekilde cevaplanmalıdır.
  5. Sosyoloji bölümleri, “dün-bugün-yarın” bütünlüğü içinde toplumsal değişim analizi enstitülerine araştırmacı yetiştirecek yetkinlikte olmalıdır.
  6. Psikolojide Birikimimizi Yeniden Değerlendirmeliyiz

İslam dünyasının sosyal bilimlerde en çok yol aldığı alanlardan biri, “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir” ilkesiyle psikolojidir. Bu mahiyette İslam tasavvufu başta olmak üzere, İslâmî ilimler, insanı iç sorunlarından kurtararak Rabbiyle buluşturup özgürleştirme yolunda önümüze muazzam bir birikim koymaktadır.

Ne var ki psikoloji bölümleri, Müslümanların bu birikiminden tamamen habersizdir ve baştanbaşa özgür Batı insanını modern bir köleye dönüştürmek için çalışan Freud’un öğretisiyle işlemektedir. Bugün psikoloji, (1) kölelik ruh hâlini tespit, (2) hür insanı köleliğe alıştırma, (3) köleliğe sevk edilen insanın isyanını bastırma yönünde çalışan bir manevi katliam faaliyetidir. Psikologlar, Freud’dan öğrendikleri doğrultusunda insanlığı köleleştirmek ve köle tutmak için çalışan birer devşirme, iğdiş etme memuru olmaktan öte bir iş görmüyorlar.

Avrupa, Freud’un maksadını anlayıp ona karşı önlem geliştirseydi bugün bambaşka bir yerde olurdu. İslam dünyası ise bu melunun etkisini hiç tanımamış, onu keşfetmemiştir. Bundan dolayı onun öğretisinin hanelerine nasıl da girip çocuklarını ellerinden aldığının farkında değildir.

Durum, belki mevcut psikoloji bölümlerinin tamamını tasfiye etmeyi gerektirecek kadar bir beka sorunudur. Hele namaz kıldığı için, kendisine “Müslüman psikolog” denenlerin yol açtığı tahribat, Moğol saflarında savaşıp yaralı Müslümanların kafasını kesme görevini gördükten sonra, kıbleye dönüp namaz kılan esirlerden bir farkı yok gibidir. Psikolog adı altındaki bu köle devşirme memurları bir an önce durdurulmalıdır.

Dindarlığın kendisine has psikolojik sorunları vardır. Geçmişte bu sorunlar, mürşidlere gidilerek çözülürdü. Bugün ise dindarlıkta tıkanan, Freudçu zevkperest, dinsiz psikologlara sevk edilmektedir. Bu kadar ağır bir hâl ki anlatmaya kelimeler kifayet etmez.  

Bunun için,

  1. Freud’un hekim olarak tanıtılması tamamen yasaklanmalı; Freud, insanlığı Siyonizm için köleleştiren, tabiri caizse insanlığın geleceğini yok etmeye çalışan bir iğdiş görevlisi melun olarak gerçek kimliğiyle tanıtılmalıdır.
  2. İnsanı anlamaya ve geliştirmeye odaklı İslâmî irşad ve terbiye birikiminin yanında Müslümanların nefis terbiyesi ile ilgili tespitleri günümüzün gerçekliği çerçevesinde tetkik edilmeli, yeni bir format içinde günün insanına yol gösterecek bir müktesebat olarak düzenlenmelidir.
  3. Kendi birikimimizle yetişen Müslüman psikologların yetişmesi için derhal enstitüler kurulmalıdır.
  4. Eğitim bilimlerinde Müslümanların birikimi güncellenmeli

Müslümanlar, pedagojide yüzyıllarca dünyanın önünde yer aldılar. O birikim güncellenmeli ve eğitim sistemimizde değerlendirilmelidir.

  1. Bütün alan çalışmalarının yanında kapsamlı bir gelecek bilimi (fütüroloji) çalışması başlatılmalı

Bu alanda kurulacak enstitüler, bütün sosyal bilimlerin birikimini değerlendirerek geleceğin dünyası konusunda hiçbir baskı altında kalmadan tahminler yürütmelidir.

Faydalı olması duasıyla…

Bitti!