Biz, 7 Ekim Gazze Kıyamı’na kadar, hep İslam dünyasında yönetimlerle halkların farklı kutuplarda bulunmasından, devlet-toplum ayrışmasından söz ederdik. 7 Ekim Kıyamı, bize Batı ülkelerinde de yönetimlerle halkların ayrı düştüğünü, devletle toplumun farklı yerlerde durduğunu gösterdi.
İslam dünyasında devlet-toplum ayrışması, Emevi günlerinden bu yana alışıldık bir durumdur, pek de yadırganmıyor. Halbuki özellikle Batı Avrupa, tarih boyunca gücünü tamamen devlet-toplum birliğinden almıştır. Batı’da iki kutup, doğru veya yanlış demeden bir şekilde birlikte hareket etmiştir.
Avrupa’da meşhur bir sözdür: “Kralın dini, halkın dini!” Yani, Batı Avrupa’da kral nerede duruyorsa halkın da orada durmasını ister. Halk da buna alışmış. Dolayısıyla bir ayrışma söz konusu olduğunda ya halk, boyun eğer, devlete yaklaşır ya da devlet, halka bir miktar yaklaşarak aradaki farkı kapatır.
Nitekim, 19-20. Yüzyılda işçi hareketleri karşısında devletler bir miktar halka yaklaşarak sosyal demokrasiyi veya sosyal liberalizmi benimsemişler. Toplum da bunu yeterli görüp, batı taleplerinden vazgeçmiştir.
Bugüne gelindiğinde Batı Avrupa seçmeninin siyasete ilgisinin azalması ve medyanın Yahudilerin elinde olması gibi etkenlerle siyaset neredeyse tek renge bürünmüş.
Yahudiler, planlı bir çalışma ile neredeyse bir üst yapı olarak bütün siyasi renklerin önderliğini ele geçirmişler.
Bugün Avrupa’da iktidarda kim bulunursa bulunsun yönetim anlayışı olarak siyonizm yanlısıdır. Öyle ki bugün İngiltere İşçi Partisi, Alman Sosyal Demokrat Parti ve Yeşil Parti gibi, sosyal demokrat veya sol partiler siyonizm yanlısı olduğu gibi, İtalya’nın Faşist Partisi de Macaristan’ın AB’ye mesafeli hükümeti de siyonizm yanlısıdır.
Sosyal Demokrat Alman Başbakanı veya İsveç Başbakanı, iradesini siyonizme ne kadar teslim etmişse İtalya’nın faşist başbakanı iradesini o kadar siyonizme teslim etmiştir. Batı, belki “Ortaçağ”daki Katolik sulhundan bu yana, ilk kez böyle bir siyasi tekdüzelik yaşamaktadır.
Avrupa halkları durumun farkındalar ve 7 Ekim’in oluşturduğu özgürlük ruhuyla Filistin yanlısı gösteriler düzenleyerek bu hâle isyan ediyorlar.
Batı’nın karakter olarak böyle isyanlara tahammülü yoktur. Batı, bunu kabullenmez. Batı’da siyasi tekele ulaşan, daha açık bir ifadeyle Batı’da yeni totalitarizm kuran siyonist hegemonya da bunu kabullenmez.
ABD’nin Irak’ı istilası sırasında da buna benzer bir ayrışma yaşandı. Ama o dönemde belli örgütsel yapıların camilerde, halk pazarlarında bomba patlatmaları, kadın, çocuk demeden acımasızca öldürmeleri Batı’nın işini kolaylaştırdı. Batı, o örgütler üzerinden bir İslamofobi oluşturdu ve halkları, onun üzerinden kendisine yaklaştırdı.
Bu kez HAMAS, ona bu olanağı vermiyor. Dolayısıyla Batı, bir çaresizlik yaşıyor. Acaba bu çaresizliği nasıl aşacak? Başka bir ifadeyle toplumla devlet arasında ne üzere dikiş atacak?
Bir ihtimal, o tür örgütlerle ilişkilendirilen eylemlerin Batı şehirlerinde icra edilmesidir. Bu, en kolay dikiş türüdür ve ABD istihbaratı, bu konuda ustalaşmıştır.
Geçmişte Körfez Savaşı sırasında kadın, çocuk katleden örgütsel yapılara karşı Müslümanların tutumlarının muğlak kalması, Batı’nın işini çok kolaylaştırmıştı. Bugün böyle bir durumda Müslümanların Körfez Savaşı sonrasındaki tutumda kalmaları yıkıcı olur.
Öte yandan Müslümanların kendilerini daha gür bir sesle Batı insanına tanıtmalarının vakti geldi geçiyor.
Batı insanı, Müslümanları yakından tanırsa Batı yönetimlerinin işine yarayacak eylemler işlevsiz kalır.