Sadece Türkiye’de değil, İslam dünyasının genelinde siyasi dönüşüm devam ediyor. Müslümanlar, neredeyse dünyanın tamamından farklı olarak henüz siyasetin ideolojisi bakımından bir istikrara kavuşmuş değiller.

Belki bugünün dünyasında değişime en açık yapı Müslümanlardır. Bugün bir tercih yapan Müslüman bir halkın yarın nasıl bir tutum takınacağını kestirmek, hiç de kolay değildir.

Zira iddia edilenin aksine Müslümanlar, kitleler bağlamında algılarını kapatmış da siyasi tercihlerini peşin hükümleriyle yapıyor değiller.

Bugün İslâmî bir partinin İslam dünyası dışında, dünyanın herhangi bir yerinde iktidar olma ihtimali yoktur. Oysa Batıcı bir partinin İslam dünyasının herhangi bir yerinde iktidar olma ihtimali hep vardır.

Bunun nedeni İslam dünyasının bütün sahalarda hâlâ dış etkilere açık olmasıdır. Bu, istiklâli hedefleyen bir siyasetin geleceği açısından göz ardı edilemeyecek bir risktir.

Bu riski İslam dünyasının istiklâlini hedefleyen partiler açısından büyüten ana etken, İslam dünyasında tutumunu iktisadi duruma göre belirleyen kitlenin hâlâ oldukça büyük ve daha da büyümeye yatkın olmasıdır.

Toplumun siyasi geleceği etkileyebilecek büyüklükte bir kesimi, hâlâ ekonomiye bakarak siyasi tercih yapmaktadır.

Bu, tamı tamına dünyevileşmedir; Batılı ifadeyle sekülerleşmedir. Eğer bir toplum, kararını sadece iktisadî duruma bakarak belirliyorsa o toplum dünyevi-seküler-laik bir toplumdur, köklerinden kopmuştur, ekonomiyi elinde bulunduranların verecekleri ve alacaklarına göre savrulmaya açık hâle gelmiştir.  

Halbuki İslam dünyası, son iki yüzyılda gücünü ekonomiyi elinde bulunduranlara muhalefet edebilmekten alıyor. Onların dünyevileştirme projelerine karşı, iktisaden mağduriyeti göze alıp sabitelerine sıkıca sarılarak kendisini koruyor, köklerinden kopmadan geleceğe yürüme kararlılığını sürdürüyor.

Buna karşı bugün İslam aleminde hâlâ azınlık da olsa sıkı bir Batıcı kitle, tutumunu ekonomiye göre belirlemiyor; enerji kaynaklarının keşfi, yatırımlar, yollar, köprüler, onların siyasi tutumlarını etkilemiyor. Onlara hangi hizmeti yaparsanız yapın tercihlerini ideolojilerine göre yapıyorlar.

Müslüman kitlelerin tutumlarının ekonomi merkezli değişkenliği, ona karşı sıkı Batıcı azınlığın Batılı değerlerde ve değersizliklerde sabitlenmesi… Karşımıza köklerine pamuk ipliği ile bağlı bir yapı ile ideolojisine yapışmış bir yapı dengesizliğini çıkarıyor.

Bu resme bakmak, ağır gelebilir. Hakikat tabi ki ağırdır. Hadi bunu hafifletelim dersek birbirimizi yanıltırız.

Durumumuz umutsuz mu, hayır? Bize avantaj sağlamıyor mu? Büyük avantaj sağlıyor. Geçmişin sosyal sorunlara karşı duyarsız İslam alemi siyasetçileri için artık bir anlık gaflet bile fazla. İslam alemi siyasetçileri her an tetikte olmak durumundalar.

Bizim için vaziyetin riskli olmayı aşıp tamamen açık tehdit boyutuna ulaşmasına yol açacak olan ise Müslüman siyasetçilerin kitlelerin tercihlerine yön veren sosyal adalete karşı duyarsızlaşmalarıdır.

Bu, sadece Müslüman siyasetçiler için değil, İslâmî hareketler için de büyük bir tehdittir.  

Hakikate sosyal adalet konusunda duyarlı olmayanlar, İslâmî nizami hiç ama hiç anlamamıştır; Dinin yarısı olan İslam’ın medeniyet yanına kör kalmıştır.

Bugünün dünyasında sosyal adaletin siyasi tercihler için önemini anlamayan ise siyaseti de kavramamıştır, siyasi körlük içindedir.

Dün, sosyal adaleti konuşuyorduk, bugün konuşuyoruz ve yarın konuşmaya devam edeceğiz.

Ne var ki zihniyetleri sabitlendiği, ekonomik olarak gelişmiş bir ülkede sosyal adaleti konuşmak, sadece bir siyaset tarzıdır.

 İslam dünyasında bütün manaları ile sosyal adaleti konuşmak ve icra etmek için mücadele etmek ise İslâmî siyasetin ve İslâmî hareketlerin varlık yokluk mücadelesidir.

Biz ya sosyal adalette ısrar edeceğiz ya da altımızdaki zeminin kaymasını seyredeceğiz. Toplumsal dönüşümü “ahir zaman” diye açıklayarak bizi çökerten, tüketen zihniyeti sürdüreceğiz!