Özellikle genç seçmende yıllardır “sahte” bir değişim talebi ihdas ediliyor. “Sahte” diyorum çünkü değişim talep edenler; ne iki yüzyıllık Batıcılığı ne de yüzyıldır hüküm süren sisteme dokunmayı kabul ediyorlar.

Aksine sistemin ilkelerini “mukaddes” bir metin gibi, imla kurallarıyla birlikte korumayı cansiperane savunuyorlar.

Bunların değişim talebi, insan hakları talebi ile aynı niteliktedir. Kendileri için değişim, kendileri için insan hakları. Bu, basbayağı siyasi kurnazlıktır, bir aldatma yoludur.

Ne yazık ki 1980’li yıllardan bu yana yürütülen ve (başka bir analizde inşaallah işleyeceğim) hoşgörü ve apolitikleştirme projeleri ile kimliksizleştirilen Müslüman gençlik, bu siyasi kurnazlığı anlayabilecek kadar insan türü hakkında malumat sahibi değildir. Gençlerin gözleri körleştirilmiş, kulakları doldurulmuştur. Dolayısıyla ancak ailelerin maharetiyle gençler ikna ediliyor. Ona karşı da ailenin gençlik üzerindeki etkisi kırılmaya çalışılıyor. Sözde özgürlük adına, hakikatte gençliğin geleceğini yok etmek için.

AK Parti, makul bir siyasi yönetim için devlet-toplum, geleceğe bakan projeler-günlük geçim dengesini tutturamadı. Bu seçimde bunu telafi ediyor. Ama bu kez halka anlatacak kimsesi yok. Bunun için genç memurlar, sosyal medya gruplarında zoraki olarak Millet İttifakı’na oy vermeye ikna ediliyor.

Özellikle hekimlik, mühendislik gibi sosyal bilimlere uzak alanlarda etkili söylemler geliştirilip gençlerde Millet İttifakı’nın daha iyi maaşlar vereceği konusunda kanaatler oluşturuluyor. İstanbul ve Ankara belediyelerinin durumu ortada olmasa daha çok genç inanacak. Halbuki sayısal zekâ, matematiksel hesapları da siyasal eğilimlerin ekonomik karşılığını da anlamaya oldukça yatkındır.

Şimdi buradan konuyu değerlendirmeye geçelim:

  1. MUHALEFETİN VAATLERİ

Millet İttifakı’nın vaatleri değerlendirildiğinde muhalefet, maddi refahı artırmak için projeler geliştirmiyor. Buna karşı,

-Ekonomiyi Batı sermayesine açmayı,

-Geleceğe yönelik projeleri durdurmayı ve

- Ağırlıklı olarak İslam dünyası kaynaklı dış istihdamı durdurmayı hedefliyor.

Bu, klasik bir tüketim ekonomisidir. Sadece Türkiye değil, dışarıya bağımlı ekonomilerin klasik bir uygulamasıdır. Ama muhalefet biraz daha açık sözlü davranarak Batı sermayesinden 300 bin dolar getirmeyi de vaat ediyor.

Projelerin durdurulması karşısında bu para halka mı dağıtılacak, net bir vaat yok? Ama diyelim ki bugün dağıtıldı, yarın tahsil edilmeyecek mi? İşte muhalefet orayı kapalı tutuyor; bugünle ilgili sahte bir umut oluşturup o umut üzerinden dikkatleri yarınlardan kaçırıyor.  

Bundan sonra şimdi meselenin Batı tarafına bakalım:

  1. BATI’YA BAĞIMLILIK VE MADDİ REFAH

Bugünün dünyasında Avrupa ülkeleri yılların birikimiyle maddi refahlarını ancak sürdürebiliyorlar. Üretim ve pazarlama ekonomisi ile ucuz dış istihdama dayalı Avrupa ekonomisi, ABD’nin tutumları, Pandemi ve Rusya-Ukrayna savaşından dolayı hiçbir reform vaadinde bulunmuyor.

Son birkaç yılda Avrupa’da kiralar yükseldi, şimdi araç fiyatları da yükseliyor ve kimse, buna nasıl bir çözüm getirileceğini bilmiyor.

ABD’nin durumu ise çok daha kötü. ABD’de milyonlarca insan, her tür sosyal güvenceden yoksun. ABD, çöken maneviyatın yol açtığı israfı bertaraf edecek bir sistem geliştirmeye çok uzak. ABD’nin yoksul kesimleri, gelirlerinin önemli bir kısmını alkol, uyuşturucu ve silaha veriyorlar. Dolayısıyla bu sektörleri ellerinde bulunduran baronlara çalışıyorlar.

Avrupa ve ABD, bu durumda iken onlara bağımlı bir ekonomi daha iyi olabilir mi? Avrupa ve ABD, kendi yurttaşına sağlamakta güçlük çektiği maddi refahı Türkiye halkına borçla sunabilir mi?

Dünyada para merkezleri hızla Doğu’ya doğru akıyor. Katar ve BAE gibi Doğu’daki küçük ülkeler dahi, Batı ülkeleri için finansman kaynağı durumunda. Çin gibi büyük ülkelerin durumu ise malum.

Tarihsel sürece baktığımızda ise dünya tarihinde dışarıya bağımlı hiçbir ekonomi düzeni, halkına maddi refah sunamamıştır.

Çünkü emperyalist güçlere bağımlı bir ekonomi şöyle çalışır: İki merkez, iki çevre. Birinci merkez ve birinci çevre, emperyalist ülkelerin yönetimleri ve aynı ülkelerin halklarıdır. İkinci merkez ve ikinci çevre de sömürülen ülkelerin yönetimleri ve halklarıdır.  

Bu sistemde ilk mutlu edilecek olan birinci merkez ve birinci çevredir; onların ardından ikinci merkez gelir. İkinci çevreye gelince itaatte tutulması yeterlidir.  

Bu yapı doğal olarak dışarıya bağlı ekonomik düzenler benimseyen ülkelerin halklarını eninde sonunda yoksulluğa iter.

Ne yazık ki gençlik ve genç memurları bu derinliği görmekten uzaktır.

  1. TÜRKİYE VE BATI EKONOMİSİNE BAĞIMLILIK

Osmanlı, Tanzimat’la birlikte üretim ekonomisini terk edip Batı lehinde bir tüketim ekonomisine yöneldi. Saray, tüketimi beslemek için Batı’dan borçlanmaya başladı. Borçlanma, ilk anda veresiye alan aile babası misali, şatafat getirdi, sahte bir görüntü oluşturdu. Ardından felakete yol açtı.

Abdülhamid Han, babası, amcası ve kardeşlerinin yol açtığı bu felaketi bertaraf etmek için Düyûn-ı Umûmiye teşkilatına razı olmak durumunda kaldı. Borç ödemeleri, önce Osmanlının, sonra Türkiye’nin her hanesine sefalet olarak yansıdı.

Cumhuriyet’in ilk yirmi beş yılındaki kıtlığı, bizim kuşağımız büyüklerden dinledi. İnanmak o kadar güçtü ki? Zannederim hâlâ bizim kuşağımız “Büyüklerimiz abartıyor muydu yoksa?” diye kuşkulanmaya devam ediyor.

Adnan Menderes, sistemden peyderpey uzaklaşmayı seçti. Bunun için Rusya’ya yaklaşmaya çalışırken Anglo-Sakson sistem tarafından ama “Sol ve milliyetçilerin ittifakı”yla devrilip idam edildi.

Süleyman Demirel de benzer bir siyaset izledi ve 12 Mart 1971 ihtilali ile devrildi. Onun yerine gelen Nihat Erim, ABD’ye tamı tamına teslim oldu ve süreç, bizi tam bir anarşizm içinde 12 Eylül’e götürdü.

12 Eylül sonrasında Turgut Özal, çıkış yolları ararken partisinin iç darbesiyle bertaraf edildi. Ne var ki onun ve ardıllarının devrinde devlet, kendi vatandaşına borçlandı.
Benim iki yıllık memuriyetimde maaşlardan farklı kesintiler yapılmaya devam ediliyordu. Sorduğumuzda bizim Solcu idarecilerimiz, “Enayilik parası öğretmenim! Devlet alır ve bir daha asla vermez!” diyorlardı. O para, AK Parti Dönemi’nde ve faiziyle ödendi. O faizi almak istemeyenler, nice yoksulu ve kurumu ihya ettiler.

Bir de EYT’yi hatırlayın. O hükümetler, Sosyal Sigortalar Kurumunu bırakın çalışmayan yurttaşlar bağlamında, bizzat oraya ödeme yapanlar bağlamında da dahi işletemediler. Oysa AK Parti, işsizlik sigortası gibi sigortaları dahi işletti, ücretsiz ilaç sistemini, ki Batılı ülkelerde yok, dahi getirdi ama SGK dimdik ayakta.

Bülent Ecevit, İMF önünde 500 milyon için yalvarırken belki Ankara tarihinde ilk kez esnaf kepenk kapattı ve gösteriler yaptı.

Bu gerçekliğe rağmen, muhalefetin borçlanmaya dayalı ekonomisinin maddi refaha yansıyabileceğini düşünmek abesle iştigaldir. Mesele, sadece muhalefetin koalisyon olması veya güven arz etmemesi değildir. Dışarıya bağımlı bir ekonomi eninde sonunda size yoksulluk olarak yansır. Dolayısıyla maddi refah da getirmez.

AK PARTİ VE MADDİ REFAH

Son yıllardaki küresel krize rağmen AK Parti’nin geleceğe dönük projelere ara vermemesi, sosyal dengeleri olumsuz etkiledi. Toplumun dezavantajlı kesimleri geçmişte olduğu gibi olmasa da ağır bir ekonomik kriz yaşıyor.

Halkın önemli bir kesimi ise kendi açısından haklı olarak öncelikle kendi ekonomisi ile ilgili. Daha bu yazı için hazırlanırken bana bir gencin dramı anlatıldı: Evliyim, kiradayım, çocuğum olacak ve ev sahibim, çıkmamı istiyor. Fena bir maaşım yok ama eve tek maaş girince kira ve geçime aynı anda yetmiyor. Ne yapacağımı bilemiyorum. Anlatıcı, İslam’a hakkıyla inanmış bir genç. Böyle bir genç dahi bir çıkış yolu arar. Aradığında kimse onu vatan satmakla itham edemez.   

Bu tür fazlasıyla yaygın ve üzücü hâllere karşı önümüzdeki döneme yönelik sosyal güvence vaatleri ise oldukça önemli. Hükümet, hiçbir vaatte bulunmasa bile dışarıyla bağı kontrol altına alınmış bir ekonomi Türkiye gibi bir ülkeyi kalkındırır. Ama hükümetin vaatleri de her vatandaşı ilgilendirecek kadar önem arz ediyor.

Aile Bankası, yeni sosyal güvenceler, esnafın prim ödeme süresinin kısaltılması oldukça değer taşıyor. Sadece konut temini gibi ciddi bir aksaklıkla ilgili henüz bir söz verilmiş değil.

Ne var ki bunları Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan başka anlatan kimse yok. AK Parti’ye yakın hesaplar, bir şekilde gündemde kalan muhalefet isimleri ile uğraşmaktan bunları anlatamıyorlar.

Araştırıp öğrenmek artık her seçmenin bizzat kendisine kalıyor.