Sol, Batıcıların son iki yüzyılda Müslümanlara yaşattıklarını bir kez daha yaşatıyor. Batıcılar, henüz XIX. Yüzyılda Batı’daki gelişmeleri duyurarak toplumun okumuş ama görmemiş kesimini Batıcı olmaya çağırdılar.

Batı’daki refahı haber alanlar, Batı’ya tabi olmanın kendi yurtlarını da Batı gibi müreffeh edeceğini sandılar. Oysa Batı, başkalarının yurtlarından alarak o refah düzeyine ulaşmıştı. Batı’nın refah teorileri kendisinin müreffeh, dünyanın diğer kesitlerinin yoksul olması üzerine kuruluydu.

Batı, o devirde kalkınma projelerini sürdürmek için moderniteyi araç olarak kullanıyordu. Sömürge devrinde toplumu kontrol altına alma aracı Hıristiyanlıktı, emperyalist devirde ise moderniteydi. Batı dışındaki dünyada modernite yönündeki projeler tabii olarak emperyalistlerin işini kolaylaştırıyordu.

Bugün ise dünya Miladi bir yüzyılın henüz ilk çeyreğinde iken Sol, aynı süreci Batı dışındaki dünyada tekrarlıyor.

Batı’da Sol, kapitalist vahşete ve liberal duyarsızlığa karşı, genel olarak insancıl bir tepki olarak gelişti. Batı Sol’u, hâlâ Batı çıkarlarına endeksli olarak varlık göstermektedir. Bunda hiç kuşku yok. Ama Batı’daki despot ırkçı eğilimlere karşı, insancıl yaklaşımın Batı insanın lehine olduğunu düşünmekte, bundan dolayı sair Batılı eğilimlerden hep daha demokrat bir hatta durmaktadır. Dolayısıyla mülteci kökenli azınlıklar dahil, bütün unsurların iradelerinin yönetime yansımasından yanadır.  

İltica veya iş göçü yoluyla gelecek personel kaynağına mahkûm Batı, Solun bu eğiliminden çok yönlü kârlı çıkarken bu yolla Batı’ya göçle oluşan yeni azınlıklar da Sol üzerinden temsil edilmekte ve devletle buluşma imkânı bulmaktadır.

İslam dünyasındaki Sol, Batı’daki işte bu görünümü özellikle Batı’yı okuyan ama gerçeklerin arka planını görecek birikime henüz ulaşmayan gençlere ve etnik yapılara pazarlamakta ve iktidar olması durumunda özgürlükçü, katılımcı bir yönetim sergileyeceği umudu vermektedir.

Söyleme bakarsanız Sol, bir özgürlük havarisidir. O kadar insancıldır ki toplumun bugüne kadar hazmetmediği bütün kesimlerin umududur. Oysa hakikat hiç de öyle değil.

Sol, ilk devirde İslam dünyasına Batı yönündeki okumaların bir karşılığı olarak geldi. Yerelde, Sol okuyucular demem gerekir ama haydi Sol düşünürler diyeyim, İslam’la ilgili yüzeysel bilgilerden dahi yoksundular. Bu nedenle Batı’da Sol’un feodal yapı ve kapitalizmle ilişkili olarak büründüğü Hıristiyanlık karşıtlığını olduğu gibi, İslam’a uyarladılar. Hatta Sol’un Batı’daki din karşıtlığını sadece İslam karşıtlığı olarak benimsediler.

İslam dünyası, yüzyıllardır kapsamlı bir ihya hareketine konu olmamıştı. Müslümanlar, önce iktisaden çökmüş, sonra askeri ve siyasi olarak tükenme noktasına düşmüşlerdi.

Sol, İslam dünyasındaki koşulların kitleleri kendisine yönlendireceği ve İslam yurtlarına hızla yerleşeceği hayaline kapıldı. Oysa Sol, girdiği her yerde dini tepkiyi militanların ayakları altına alıp hızla yol alırken İslam dünyasında muhalif mezhepsel azınlıklar dışında bir türlü yol almadı.

Bunun üzerine Sol, kimi noktalarda özellikle Fransız Sol’unun da kılavuzluğunda, Batı’da olduğundan farklı bir kimliğe bürünerek ırkçı/ulusalcı eğilimlere yöneldi.

Derin hayal kırıklığı Sol’un İslam düşmanlığını, korkunç bir Müslüman düşmanlığına evirdi. Sol, Endülüs Hıristiyanlığı misali, hiçbir İslâmî simgeye tahammül edemez bir ruh hâline büründü. Daha da ötesi “Kafasına vurulmadıkça bu halk, Sol’u kabullenmez.” kanaatine büründü. Neticede Tunus’ta Burgiba, Irak ve Suriye’de BAAS örneğinde olduğu gibi hem Solcu hem faşist özlü despotik bir Sol yapı türedi.

Bu despotik yapı, despotla “İslam dünyası zor kullanılmadan bize boyun eğmez” kanaatindeki ABD yaklaşımıyla buluştu.

Bugün Türkiye’de Sol, söylem olarak Avrupa, Kanada hatta İsrail Sol’una benzemekte. Oysa eğilim olarak ABD kapitalizmi ve İsrail sağıyla aynı ruh halini taşımaktadır.

Yıllardır devletin bütün zenginliklerini elinde bulundurduğu hâlde sandık onayı alamayan Sol, Müslüman halka karşı ölçüyü aşan bir düşmanlık içinde. Bununla beraber halkın da oyuna muhtaç. Bu vaziyet, Sol’u korkunç bir ikiyüzlülükle birlikte, bu ikiyüzlülüğü halka duyuran yapılara karşı yalan ve iftira üzerine kurulu bir yıpratma propagandasına sevk etmektedir.

Sol, 90’lı yıllarda Diyarbakır ve çevresinde bu propagandada başarılı oldu ve şimdi ondan aldığı enerji ile bütün Türkiye’de başarılı olabileceğine inanıyor.

1980 öncesinde Sol’un sesi, bir mahalleden diğerine ulaşmıyordu. Hâlbuki bugün kapitalist dünyanın parasal imkânları ile ona verdiği medya imkânları onda yüzyıldır yaşadığı hayal kırıklığını umuda yöneltmiş.

Sol, o derin hayal kırıklığının ardından oluşan umudunu bozacak herkese karşı bütün yolları meşru görecek kadar katı bir despotizme yönelmiş.

Bu yapıyı bu hâl üzere iktidara taşıyacak olan bir dindar, yarın vicdan azabından kahrolur. Fertler onları affetseler de Ümmetin derin şuuru onları hep öfkeyle anacaktır.