Türkiye, genel olarak kıran kırana seçim yarışlarına alışıktır. Ama bu kez, alışılandan da daha sert bir seçim atmosferiyle yüz yüzeyiz. Bunun nedeni açık: Cumhurbaşkanlığı seçimi, ülkede söz sahibi olmak isteyen ya da sesini duyurmaya çalışan hiçbir iç ve dış yapının ihmal etmeyeceği kadar önem arz ediyor.

Öte yandan muhalefet, 2019 Yerel Seçimlerinde büyükşehir belediyelerini aldığı günden bu yana farklı bir motivasyon kazanmış. Bu motivasyon, iktisadi sorunlar yüzünden iktidarın değişeceğine dair beklentiyle doruğa çıktı, romantik bir hava aldı ve akıllara durgunluk verircesine ilkelerden uzak bir yıkım stratejisine evrildi. Yıkmak, Millet İttifakı ya da 6’lı Masa olarak adlandırılan muhalefet koalisyonunun temel stratejisidir. Bu strateji uğruna, her tür ilke ayaklar altına alınmış durumda.  

Kazanmaya çok yakın olduğunu düşünen ve öyle düşünmek isteyen muhalefet koalisyonu, stratejisiyle aynı ilkesizlikte bir propaganda dalgası başlattı.  

Bu tür ilkesiz propaganda dalgalarının temel hedefi, toplumun sağlıklı düşünmesinin önüne geçmek; toplumu kafa yormadığı bir yıkımın öznesine ortak etmektir.

Analizimizde buna karşı, muhalefet koalisyonunun yapısı ve hedefleri üzerinde değerlendirmeler yapacağız.

MUHALEFETİN YAPISI

Mustafa Kemal’in partisi CHP’nin önderliğindeki muhalefet koalisyonu, inşa üzerine değil; iktidarı yıkmak ortak stratejisi üzerinde varlık buldu. Neyi yıkmak istediği belli ama ne getirmek istediği belirsiz.

“Bu koalisyon iktidar olursa neyi inşa edecek?” sorusuna tatmin edici bir cevap verebilecek tek kişi yok. Bunun nedeni muhalefetin taraflarının iktidarı yıkma isteğinin gerekçelerinin farklı hatta birbirine zıt olmasıdır.

Muhalefet koalisyonu; yıkım iştahı, kin, nefret, haset ve küskünlük üzere buluşmuş bir tasfiye hareketidir ve koalisyonun birleşenlerinin tasfiye gerekçesi farklı hatta birbirine zıt.   

İktidar olmak, müspete odaklanmayı zorunlu kılar. Oysa bu kadar menfiden nasıl müspet bir neticenin alınması neredeyse imkânsız. Zira kin, haset ve nefret siyaseti eninde sonunda yeni kin, nefret ve hasetler getirir.   

Muhalefet koalisyonu, laik partilerle muhafazakâr partilerin buluşmasından oluşuyor. Laik partilerde vaziyet şudur:

CHP, mevcut iktidarın Türkiye’yi Mustafa Kemal ve İsmet İnönü günleri Türkiye’sinden uzaklaştırdığını düşünüyor ve bu uzaklaşmanın daha fazla derinleşmeden son bulması için iktidarın gönderilmesi gerektiğine inanıyor, siyasetteki varlık nedenini bile bununla açıklıyor.

CHP, iktidarın Avrupa Birliği müktesebatı çerçevesinde attığı modernist adımları yetersiz görüyor; Avrupa’daki Yeşil Sosyalistlerin neoliberal politikalarını bile açıkça destekliyor. Ama aynı CHP, söz konusu Kürt meselesi olunca ne kadar liberal? Bu, pek de belirsiz değil.

CHP’deki etkin yapının en az üçte biri, Kürt adının bile anılmasından rahatsız. Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’da mücessem bu kesim, 1960 Darbesinin sıkı bir savunucusu olarak “Vatandaş Türkçe konuş!” günlerine özlem duyuyor. İktidarın yirmi yıl önce Kürtçe ile ilgili açılımlarını ihanet olarak değerlendiriyor.

CHP’nin üç birleşeni Alevi kesimi, Ankara bürokrasisi ve Ege-Trakya yapısı arasında neredeyse hiçbir hususta uyum yoktur. Bu üç kesim ile CHP’yi destekleyen TÜSİAD çevresinde mücessem aristokrasi arasında da uyumdan söz edilemez.  

Muhalefetin ikinci büyük ortağı İYİ Parti, kendi içinde bir koalisyon niteliğinde, CHP çizgisindeki bir kısım Rumeli göçmeni ile MHP’den, BBP’den ve bazı eski Sağ partilerden küskünlerden oluşuyor. İYİ Parti, geçmişten bu yana İslâmî kesimin güçlüce temsil edildiği her tür iktidara karşı durarak varlık gösteren bazı cemaatlerin de desteğiyle bir oy oranına ulaşıyor. Lâkin İYİ Parti’nin de iktidarı yıkmak dışında herhangi bir stratejisi yok. Parti bugüne kadar o yönde hiçbir proje sunmuş değildir. Bununla beraber partinin özellikle Rumeli göçmeni kesiminin Kürt meselesi konusunda Tanju Özcan’la aynı noktada olduğu ayan beyan ortada.

Kürt meselesine bu kadar zıt bir yerde duran CHP ile İYİ Parti, Türkiye’nin en temel meseleleri arasında yer alan Kürt meselesi konusunda acaba ne yapmak istiyor? İki parti, iktidarın Kürtlerle ilgili hangi eksiğini giderecek? Öyle anlaşılıyor ki iki parti Kürtlere değil ama HDP’ye bazı vaatler verecek ve 2019 Yerel Seçimlerinde olduğu gibi HDP üzerinden Kürtlerin oylarını talep edecektir.

Muhalefet koalisyonunun gizli ortağı HDP’nin kaygısı belediyelerini kayyumlardan almaktır. İyi de HDP belediyeleri camisiz semtler inşa etmek dışında hangi icraatta bulundular? Türkiye’nin en marjinal Sol militan gruplarını siyasete kazandırma kaygısındaki HDP ile dindar Kürt halkı, neden özdeşleşsin? Tarihsel olarak CHP’den ayrılma HDP’nin bölgede eski CHP’li feodallere dayanan bir oy kitlesi var, buna bir kısım da HDP’nin Sol yanını bağrına taş basarak yok sayan Kürtçü oylar eklenmiş. Dolayısıyla HDP de kendi içinde bir koalisyon. HDP’deki Sol yapıyla CHP ve İYİ Parti’deki Kemalist yapı arasında iktidarın laiklik karşıtı olarak değerlendirilen tutumlarına yönelik karşıtlık dışında hiçbir ortak yan yoktur.

Muhafazakâr partilere gelince;

Saadet Partisi’nin iktidar karşıtlığının ana gerekçesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik haset olarak görünmektedir. Parti, bunun dışında Erdoğan’ı hep uluslararası sistemle iş birliği ile suçladı ama şimdi kendisi, uluslararası sistemin Türkiye’deki en sadık ortağı CHP’nin iktidarı için çalışıyor. Saadet Partisi, koalisyonun Kemalist kesimi ile aşırı Sol kesiminin İslam karşıtı söylemlerine yönelik İslâmî kesime hiçbir garanti vermiyor, buna karşı Kemalizm’e sadakatini, ki öyle değil, bir şekilde vurgulama gereği duyuyor. İslâmî kesimin çoktan aşması gereken bir kompleksi canlandırma yönünde hareket ediyor. Buna rağmen, bir kısım yaşlı dindar hâlâ Saadet’te ısrar ediyor.  

Deva ve Gelecek Partileri, tamamen AK Parti’nin küskünlerinden oluşuyor. Normalde tek parti olarak siyasette vücut bulacakken aralarında anlaşamadıkları için iki parti olarak varlık buldular. Her iki partinin yönetimi dindar olmakla birlikte iktidarın İstanbul Sözleşmesi gibi geçmişteki yanlış adımlarını sahipleniyor. İki parti de dindar kitlelere seslenirken dindar kitlelerin en çok rahatsız olduğu neoliberal aile ve kadın politikalarını, örneğin İstanbul Sözleşmesi’ni ve 6284 No’lu yasayı fanatikçe sahipleniyor. Buna karşı dindar kesime yönelik hiçbir somut vaat dile getirmiyor.

Bir yapı ne kadar parçalı ise dışarıya o kadar açık olur. Bir koalisyon ne kadar parçalı ise o ölçüde dış desteğe muhtaç olur. Muhalefet koalisyonu, bunun farkında olarak ABD ve Avrupa’nın desteğini kolluyor. ABD ve Avrupa’nın resmi medyası da koalisyonu açıkça destekliyor. Dolayısıyla koalisyonun bir de dış eli vardır ya da en azından koalisyonun olurunu önemli gördüğü bir dış dünya ayağı vardır.

Böyle karmaşık bir koalisyonun iktidarı devirmek için yapabileceği en iyi şey, iktidara karşı romantik bir devirme kalkışması, öfkeli bir yıkım talebi oluşturmaktır. Koalisyon, bunun farkında ve yeni etkin güç olarak bildiği sosyal medyayı, dış basının da kaptanlığıyla fena hâlde zorluyor. Sosyal medya, iktidara karşı muhalefeti yıkım öfkesi olarak örgütlemek için sınır tanımaz bir şekilde, manipülasyona, dezenformasyona yöneliyor. Yalan haber ve iftirada bütün sınırları zorluyor. Bu da zannedilenin aksine, uzun sürede muhalefet koalisyonuna karşı ağır bir güvensizliğin temelini atıyor. Şimdi bu malzemeyle iktidar olacak bir güç Libya’ya, Azerbaycan’a, Suriye içlerine dahi açılmış bir Türkiye’yi nasıl yönetecek, Rusya-Ukrayna krizi ile nasıl ilgilenecek? IMF gibi Türkiye’ye yeniden yerleşmek isteyen iktisadi güçlere karşı nasıl duracak?

Muhalefet koalisyonuna sorarsanız ülkeyi Erdoğan’dan kurtaracaklar, iyi de Erdoğan’dan kurtardıkları (!) bir ülkeyi dış güçlere ısmarlamayı halka nasıl izah edecekler?

Şimdilik halka yönelik tek vaatleri, uluslararası sisteme verecekleri tavizler karşısında Euro ve Doların düşeceğidir. İyi de Türkiye’deki ekonomi baronları, Euro ve Doların düşmesinden yanalar mı?

Yine CHP ve İYİ Parti, göçmenlerin gönderilmesinden yanalar, diğer partilerin ise böyle bir kaygısı yoktur. Koalisyonun farklı yapısı bir yana, göçmenlerin gönderilmesinden dolayı esnaf ve tüccarın oluşacak personel sorunu ve giderinin artmasına yaklaşımı ne olacak? Öte yandan deprem konutları hangi iş gücüyle inşa edilecek? Zira mevcut koşullarda Türkiye’de ağır işçilik tamamen göçmenlerin uhdesinde gibi ve göçmen varlığı, Türkiye’de esnaf ve tüccar için Çin gibi ülkelerle rekabet imkânını sağlamak gibi bir yana da sahip.

28 ŞUBAT GERİ Mİ GELECEK?

CHP ve İYİ Parti’deki bazı uç isimlere bakılarak 28 Şubat havası yeniden esmiyor değildir. Meral Akşener, 28 Şubatçıların bir tür kutsal kitap gibi gördükleri 1930’lu yılların Liseler İçin Tarih Kitabını bütün okullarda okutma vaadi de bu rüzgâra katkı sağladı. Ama birleşenler açısından muhalefet koalisyonu, 28 Şubatçı yapıdan farklıdır.

28 Şubat’ın başaktörleri ultra laik Ankara bürokrasisiydi. Mevcut koalisyonun başaktörleri İstanbul aristokrasisidir, ayrıcalıklı müreffeh sınıftır. Bu sınıf, kapitalizmin zarar gördüğünü düşünmüyor ama tahtlarını sarsacak bir burjuvanın türediğine inanıyor ve o sınıfın en muhafazakâr kesimi bile buna isyan ediyor. 2019 Yerel Seçimlerinden bu yana ülkede görülen anormal pahalılık, bu isyanın bir yansıması kabul edilmelidir. İsyan, son devrin karakterine uygun olarak sahipleri dindar bir marketin genel müdürünce dillendirildi oysa perde arkasında huzursuz büyük şirketler ve onlardan beslenen bir sınıf vardır.
Nitekim, CHP’nin sosyal medyasında kaptanlık yapan bir avukatın ayakkabı, çanta ve kıyafet karşılığı ile neredeyse bir otomobil alınabiliyor? Ama aynı avukat sürekli yoksulluk edebiyatı yapıyor.  Sosyal medyadaki sanatçıların ise tek şişe şarabının 45 bin lirayı bulduğundan söz ediliyor. Avukatlar ve sanatçılar, aristokrasinin sosyal medyadaki yüzünden öte değil.

Çok ilginç bir şekilde Türkiye’nin en varlıklı kesimi en yoksul kesimini yanına çekerek iktidar olmaya çalışıyor.

Türkiye’de pahalılığa neden olan manipülasyonu yapanlar, halkta pahalılık şikâyeti oluşturarak bir yıkım talebi oluşturma yoluna gidiyor.

Türkiye’de Kürt meselesinin bizzat üreticisi ulusalcı yapılar, Kürt seçmenden oy alarak iktidar olmak istiyor.

Türkiye’nin dine en karşı yapıları, günlük yaşamında dindar olduklarından hiç kuşku duymayanlarla omuz omuza vererek aynı yönde koşuyor görünüyor.

Türkiye’de adaletsizlikten en çok şikâyet edenler, geçmişin adaletsizliklerinin sürmesi için kampanya düzenliyor.

Türkiye’de yolsuzluktan şikâyet edenler, tamamen uydurma haberlerle siyasi bir cephe oluşturma yoluna gidiyor.

Bu siyasi cephe dikkat çekmeye yönelik sansasyonel haber dahil her yola başvuruyor ama dürüstlükten dem vuruyor.

Bu manzaradaki çelişkileri izaha sözcükler yetmiyor, dil kâfi gelmiyor.

Ama 15 Temmuz sonrasında millet odaklı siyasetin, devlet odaklı siyasetten yana kırılması muhalefete sahada varlık edindirdi. Milletin büyük bir kesimi, devletin yükünü çekmekten şikayetçi değil ama bu yük dağılımının adil olduğu noktasında kuşkulu. Millet devletin yükünün kendisine yüklenirken devletten haksız yere pay alan bir siyaset evreninden derin bir huzursuzluk boyutunda şikayetçi. İktidarı seçimlerin belirlediği bir ülkede iktidar, 15 Temmuz sonrası birleşenlerinden dolayı, devletin geleneksel politikalarını önceliyor göründü. Bunun son anda sandığa nasıl yansıyacağı konusunda henüz tablo açık değildir.