Kürtler, Milat’tan sonraki dünyada tarih sahnesine İslam’la çıktılar. İslam’ın yayılması ile nüfus olarak büyüdüler, nüfuzlarını artırdılar, alanlarını genişlettiler.

İslam dünyasının birinci dış kaynaklı büyük felaketi Haçlı saldırısına karşı mücadele, Kürtleri çekirdek İslam coğrafyasının güçlü toplumu düzeyine çıkardı. Ama Kürtler, İslam’ın dış kaynaklı ikinci büyük felaketi Moğol istilasına karşı da cansiperane mücadele eden nadir toplumlardan biri olmalarına rağmen, bölgedeki güçlü konumlarını yitirdiler ama tarihe de karışmadılar.

İslam dünyasının iç felaketlerinden Safevi Devleti’nin kurulması ve Osmanlıya yönelik istila girişimi, Kürtlerin bugünkü Irak ve Türkiye sınırları içinde kalan sahada, Osmanlının en avantajlı Müslüman toplumlarından biri olarak yeniden tarih sahnesinde güçlü bir yer edinmelerini sağladı. Buna karşı Safevi coğrafyası içinde kalan sahada ve çekişmeli Kafkasya’da Kürtler, konum kaybı yaşadılar.

Kürtler için asıl felaket, İslam dünyasının dış kaynaklı son büyük felaketi Batılılaşma ile başladı. Batılılaşmanın her safhası, Kürtler için biri diğerinden daha tahripkâr bir yıkıma dönüştü. Batılılaşma uçlaştıkça Kürtlerin hak kayıpları da trajik uçlara vardı.

Bu bağlamda Kürtler, Tanzimat’la birlikte mirliklerini yitirirken Türkiye’de Batılılaşmanın en uç aşaması Kemalist devrimlerle birlikte Kürtçenin sokakta dahi yasaklanması yoluna gidildi. Bizim yaşıtlarımızın dahi en az bir kez Kürtçe konuştular diye öğretmenleri tarafından kulakları çekilmiş ve ellerine sopa atılmıştır.

Rusya’da yine Batılılaşmanın en uç biçimi Komünizmin iktidar olmasıyla, yüzyıllardır güçlü bir konumda bulunan Kafkasya Kürtleri yerlerinden oldular ve her tür haktan mahrum bir şekilde Orta Asya bozkırlarına sürüldüler. Sonraki dönemde diğer halklara yurtlarına dönüş izni verildiği hâlde kendilerine ve kendileri ile iç içe yaşayan Ahıska Türklerine geri dönüş izni verilmedi.

Irak ve Suriye’de sosyalist BAAS partisi iş başına geçtikten sonra süreç Irak’ta kimyasal silahların dahi kullanıldığı fiili katliamlara; Suriye’de ise nüfus kayıtlarından silinmeleri de içeren kimlik katliamı boyutuna vardı.

Bu acı tarihsel gerçekliğe rağmen Kürtler laikleşmeye karşı, en dirençli toplumlardan biri olarak belirdiler. Kürtlerin sivil bir direnişle laikleşmeye karşı kimliklerini korumaları, çağın sosyoloji araştırmalarının özgün konuları arasında yer almalıdır. Ne yazık ki sosyoloji akademisyenleri bilimi Batı’dan gelen ve Batılılaşma için çalışan bir unsur olarak gördüklerinden bu gerçekliklerin anlaşılmasına katkıda bulunmakta istekli değil.

Toplumsal anlamda sekülerleşme Kürtler arasında, 1970’li yılların başlarından itibaren, dünya ile kıyaslandığında geç bir vaka olarak başladı. Kürtleri o güne kadar İslam’dan uzaklaştırmakta başarısız olanlar, “siyasal rüşvetle” sekülerleştirme yoluna başvurdular; Kürtlere siyasal hakları karşılığında dinlerinden vazgeçmelerini önerdiler.  

Bu çerçevede oluşturulan propaganda da en sıradan Kürdün anlayacağı bir dille ifade edildi, Kürtlere “Haklarınızın verilmeyiş nedeni dindar olmanızdır, dinden bir süre vazgeçerseniz siz de haklarınıza kavuşursunuz!” dendi.

O günlerde 1960 İhtilali ürünlerinden Devlet Planlama Teşkilatı uzmanlarının maharetiyle Kürtler arasında yayılan sosyalizmin etkisindeki gençler, bu argümana samimiyetle inandılar ve o propagandanın militanı kesildiler. Tarihten bihaber gencecik lise ve üniversite öğrencileri, uydurulan tarihle İslam’a düşman edilme yoluna gidildi. Bu, acı bir aldatmaydı.

Yine o günlerde Kürtçülük, iki ana fraksiyonda yayılıyordu: Sosyalist fraksiyon ve geleneksel fraksiyon.

Sosyalistleştirilen gençler, camilerin derhal kapatılmasını, namazın dahi yasaklanmasını istiyorlardı. Onlara göre dinsizlik kurtuluştu. O gençlerin bir kısmının dünyanın pek çok noktasındaki Marksistler gibi, kardeş evliliğini savunabilecek uçlara vardığı herkesçe malumdur.

Onlara karşı geleneksel fraksiyon da bizzat benim ilk gençlik yıllarımdaki tartışmalardan hatırladığım üzere şunu diyordu: Bugüne kadar haklarımızın verilmeyişinin yegâne nedeni, İslam’ı sahiplenmemizdir. Haklarımıza kavuşuncaya kadar İslâmî siyasi söylemle aramıza mesafe koymak aklın gereğidir. Zamanı doğru okuyalım ve şimdilik sakın ha “Şeriat” falan demeyelim. Hele bir haklarımıza kavuşalım, o durumda hâlimize yeniden bakarız.

Dolayısıyla “Kürtçü” yapılar içinde İslâmî söylemden uzak durmak hususunda bir mutabakat vardı.  Hemen hemen bütün Kürtçü yapılar, laikleşmenin Kürtleri kurtaracağına tereddütsüz inanıyorlardı.

Kürtler adına siyaset yapanların çoğu; dünyanın İslam’a düşman kesildiğini, Kürtlerin İslam’a kurban edildiğini, laikleşmenin Kürtleri kurtaracağını, başka bir ifadeyle siyaseten dinden uzaklaşmanın karşılığında “dünya”nın Kürtlerin hakkını vereceğini düşünüyordu.

Akımın üç ana kolu vardı: İran Kürdistan’ındaki Marksistler, Celal Talabani’nin önderliğinde Fransız sosyalist locaları ile Suriye BAAS’ı himayesindeki seküler Kürtçü akım ve Türk Solundan ayrılma Kürt Solu. Süreci bunlar yönetirken geleneksel fraksiyon onlara inanıyor, onların oyununa geliyor ve onlarla halk arasında geniş köprü oluşturuyordu.

Celal Talabani, siyasi konumuna bu propaganda ile ulaşmış ve Suriye Kürtlerini de etkisi altına almıştı. Buna karşı Suriye BAAS rejiminin kazanımı, Kürtlerin Suriye ve Irak’ta bölünmesiydi. PKK’nin Suriye’ye yerleşmesi ile bu akım daha da güçlendi.

Kürtlerin laikleşmesini başta Fransız sosyalistleri olmak üzere Batılı güçler desteklediler. Ama onunla birlikte İslam dünyasındaki bütün laik rejimler de Kürt nüfusunun çoğalmasını durdurmak ve Kürt kimliğini oluşturan temel yapıyı yıkmak için sekülerleştirmeyi güçlü bir çözücü olarak gördüler ve Kürt sekülerleşmesini teşvik etmeyi de aşarak organize ettiler. Bu bağlamda, en uç sekülerleştirici yapı olarak sosyalizmin Kürtler arasında yayılmasına yönelik etkili projeler geliştirdiler.

Propaganda öyle bir boyuta vardı ki sıradan bir Kürt, “Nasıl olur da Kürtleri sözde kurtarmak isteyenler ile onları haklarından yoksun bırakanlar bir projede ortaklık kurabilir, Kürdün düşmanı ile Kürdün kurtarıcısı nasıl aynı sofrada oturabilir, kurt ve kuzu nasıl yan yana durur?” sorusunu soramadı.

Argüman, tarihsel gerçekliğe tamamen zıttı. Çünkü dindarlıkları Kürtlerden geride olmayan Arap unsurlar, siyasi ve sosyal haklarını hem Arabistan Yarımadası hem Kuzey Afrika’da almışlardı. Hakikatte benim Kürtlerde İslâmî Kimliğin Gelişmesi kitabımda ayrıntılı olarak anlattığım üzere, Kürtlerin dindarlığı Batı’nın gözüne batmakla birlikte, Kürtler dünyanın uluslar üzerinden okunduğu bir tarihsel süreçte Türk, Fars ve Araplar gibi kendilerinden nüfus olarak daha kalabalık ve milli bilinçleri daha güçlü üç toplumun arasında kalmışlardı. Batılılar, bu üç toplumla birlikte çalışmayı Kürtlere tercih etmişlerdi; çıkarları için Kürtleri mağdur etmişlerdi.  

Sıradan bir Kürt bunu nereden bilsin? Bunun için aksi yöndeki bütün mücadeleye rağmen Kürtler arasında sekülerleşme dalgası etkili oldu. Ona karşı verilen söz yerine gelmedi ve Kürtler süreçten zarar gördü.

Sekülerleşme Kürtleri böldü, Kürt nüfusunun artış hızını durdurdu ve sosyalist eserlerin dili üzerinden Kürtleri hızla asimile etti.

20. yüzyılın üçüncü çeyreğinden itibaren Kürtler arasında oluşturulan sekülerleşme dalgası Kürtler için tam bir hayal kırıklığı oluşturdu. Bunun için Kürtler, bir kez daha dünyayı sorguladılar ve Marksist gruplarla hükümetlerin ortak baskı ve zulümlerine rağmen Kürtler arasında İslâmî akımlar güç kazandı.

YENİ SEKÜLERLEŞME AKIMI VE KÜRTLER

Körfez Savaşı ile eş zamanlı olarak İslam dünyasına yönelik yeni bir sekülerleşme dalgası başlatıldı. 20. Yüzyıl sekülerleşmesi, daha çok Avrupa ülkeleri ve özellikle Fransa ile Sovyetlerin himayesinde yürütülürken 21. Yüzyılın eşiğinde bu kez Amerika Birleşik Devletleri (ABD) sekülerleşme projesini üstlendi.

20. yüzyıl sekülerleşmesinde Yahudilerin rolü saklı kalmışken 21. Yüzyıl sekülerleşmesinde Yahudiler açık kimlikleri ile öne çıktılar. Yine 20. Yüzyıl sekülerleşmesi bizzat Avrupa istihbarat örgütlerinin himayesinde yürütülürken 21. Yüzyıl sekülerleşmesinde Yeşiller gibi Avrupa’nın uç sosyalist gruplarına rol verildi. Böylece ortaya Yahudilerin açık destek verdiği, ABD’nin bizzat sahiplendiği ve Avrupa’daki uç Sosyalist yapıların “insan hakları” söylemi ile yanında yer aldığı yeni bir sekülerleşme dalgası başladı.

Batı, adeta bir seferberlik başlatmıştı ki George Bush, Jack Chirak, Tony Blair gibi Batılı liderler İslam’a karşı mücadeleyi iklim bozulması ile mücadele gibi görüyorlardı ve herkesin bu mücadelede bir rol almasını istiyorlardı.

Batı, telaşlanmıştı. İslam’ın bir türlü fethedemediği Batı dünyasının gençleri, soylu ve entelektüel isimleri İslam’ı seçiyorlardı. Ayrıca İslam dünyasında gençlik, hızla İslam’a yönelirken 20. Yüzyıldan da çok farklı bir siyasi süreç yaşanıyordu. 20. Yüzyılda İslam dünyası siyasal olarak sekülerleşirken yani laikleşirken 21. Yüzyılın eşiğinde küreselleşme dalgasına karşı İslam dünyası bir siyasal Müslümanlaşma yaşıyordu. Aliya İzzetbegoviç’in ilham kaynağı olduğu bu siyasal akım; İslam ülkelerinin ancak İslam’a yönelirlerse milli kimliklerini koruyabilecekleri, dolayısıyla bağımsız kalabilecekleri teziyle bir yükseliş trendi yaşadı. Neredeyse bütün İslam ülkeleri, peş peşe yeni İslâmîleşme projeleri geliştirdiler. Eğitimde Batı yanlısı tezler, yerini hızla Batı uygarlığı karşıtı ve İslam medeniyeti yanlısı tezlere bıraktı. Uç laik kesimler bile Batı yanlısı tezlere sahip çıkamaz duruma düştüler.  

Bu mahiyette Batı, 20. Yüzyılda eline geçirdiği İslam dünyasının hâkim toplumlarını bir bir kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldı. Buna karşı, mezhepsel ve etnik azınlıklarla ilişkilerini yeni bir boyuta taşıdı, onları kendi yeni müttefikleri gibi kullanma yoluna gitti.

İşte tam bu dönemeçte daha önce Kürtlere, laikleşirseniz haklarınıza kavuşursunuz diyenler, bu kez laikliği kurtarırsanız müttefikimiz olur ve güçlü bir konuma gelirsiniz mesajı verdiler.

Kürt sosyalistleri, tarihsel süreci okuma konusunda dünyanın geri kesimleri arasında yer alırlar. İslam’a düşmanlıkları ve hırsları gözlerini kör etmiş gibidir. Bunun için Batı’nın paralı askeri konumuna düşme teklifine dört elle sarıldılar. Öyle ki A. Öcalan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gönderdiği ve daha sonra “Sümer Rahip Devleti’nden Demokratik Cumhuriyete” adı altında kitap olarak yayımlanan ifadesinde Batı’ya “Laikliği Ortadoğu’da ancak biz kurtarırız!” demekle bile kalmadı. Haddini fazlasıyla aşarak “Ortadoğu’da İslam’ın köklerini ancak biz kazıyabiliriz! İslam’ı bu bölgeden silmek istiyorsanız bizi kollayın!” diye yalvardı. Irak ve İran’da kendisi gibi düşünenler de Batı’ya benzer mesajlar verdiler ve siyasal Yahudiliğin Kürtlerin sekülerleşmesine yönelik iştahlarını kabarttılar.

Gelinen noktada Kürtler, Suriye’nin İslâmîleşmesine karşı silahlı bir unsur olarak kullanıldı. Kürtlerin İran’da rejimi değiştirmeleri, Türkiye’de hükümeti devirmeleri isteniyor. Açık bir dille, “Ey Kürtler laikleşmeniz yetmedi. Şimdi laikliği siz kurtarın!” deniyor.

Bu, Kürtleri sürekli çatışma içinde tutacak çok ağır bir proje.

Buna karşı Kürtlere ne verilecek, tamamen meçhul! Örneğin, Türkiye’de ABD’nin istediği bir hükümet kurulursa bu hükümet gerçekten Kürtlere yönelik bir reform vaat ediyor mu? Mevcut hükümet döneminde Kürtçeye yönelik yapılan açılımlara yeni bir şey ekliyor mu?

Bu yönde bir işaret bile yok. Ama Sosyalist yapının başını çeken PKK ve yandaşları, İslam’a karşı mücadele ile yurtseverliği özdeşleştiriyor, İslam’a karşı olmamayı ihanetle bir tutuyorlar.

Ey Kürt, bu haklı bir itham mıdır? Bunu, iyice düşün. Öte yandan İslam’dan kopma bir yana, İslam’a karşı savaş, Kürtlüğe ne kazandıracak? Macaristan, Polonya, İtalya, Yunanistan, Rusya, ABD gibi Batı ülkeleri bir yana, bütün dünyada milli kimlikle din arasındaki bağ yeniden canlandırılıyor. Dünya toplumları milli kimliklerinde dinin önemini yeniden konuşuyorlar. Süreç bu yönde iken Kürtlerin dini milli kimliklerinden silmek bir yana, dine karşı savaşmayı üstlenmek gibi bir role bürünmeleri akıllıca mıdır?

İslam gibi zaman zaman siyasal ve askeri olarak krizler yaşasa da daima ayakta kalmayı başarmış bir dine karşı mücadele; neden dünyanın bugün en zayıf toplumlarından biri olan Kürtlerin omuzlarına yüklensin?

Diyelim ki Kürtler, bu mücadelede yenildi. Onları bu mücadeleye teşvik eden işgalci israil, ABD ve diğer güçler, nasıl koruyacak?

Siyaset, kumar olamaz. Düşüncelerinizin halkınıza ne kaybettirip ne kazandıracağını bilmeniz gerekiyor.