Ne I. Dünya Savaşı ne de II. Dünya Savaşı sonrasını yaşıyoruz. İnsanlık, tarihte belki hiç olmadığı kadar maddi bir refah içinde… Buna rağmen mutsuz…
Maddi refah, mutluluk getirmiyor. Aksine kimi zaman maddi refah, mutsuzluğun kaynağı bile olabiliyor.
Dünyanın sınırları yine tarihte çok az kez olduğu kadar açık… İş bulma sorunu, dünyanın koca bir atölyeye dönüştüğü bir dönemde nispeten çözülmüş. Buna rağmen insanlar umutsuz…
Sahici mutluluk, bir de sahte mutluluk var.
Mevcut dünyevi yaklaşımın sahici bir mutluluk getirmeyeceği biliniyormuşçasına bu çağda sahte mutluluğa devasa yatırımlar yapıldı.
Galiba hiçbir çağda bugün olduğu kadar imaj çalışmaları üretilmedi, yayılmadı. Buna rağmen gülümsemek, günümüzün ticari ortamında sermaye kabul ediliyor. Sahte de olsa gülümsemeyi başaran personel, bu pozitif yönüyle işe alınmaya ve daha yüksek ücret almaya daha müstahak görülüyor.
Farkında mıyız? Kahkaha atmak, bir sarhoş narası olarak kalıverdi. Bu çağda şuurunu kaybetmeyen kahkaha atamıyor.
İntihar, bir mutsuzluk patlamasıdır ve insanlık tarihinin hiçbir aşamasında bugün olduğu kadar intihar görülmedi.
İnsanlığa ne oldu?
İnsanlık, boyutunu düşünemeyeceği bir aldatma yaşıyor ve bu aldatmaya artık tahammül edemiyor.
İnsanlığı vahiyden koparanlar, ona mutluluk umudu verdiler ve o umut, gerçekleşmedi. İnsan, bir şeylerin ters gittiğini, birilerinin kendisini kandırdığını biliyor. Lâkin meseleyi bir türlü kavrayamıyor. Zira kavramaması için bir dizi önlem alınmıştır.
Vahiyden kopuşun mutluluk getireceği tezi, 1990’lı yılların başlarında kesin olarak iflas etti. Tam da o süreçte dünya büsbüyük bir kişisel gelişim atölyesine dönüştürüldü.
Kişisel gelişim kitapları, tabiri caizse yerden mantar gibi bitti. Bu kitaplar ve ona uygun rehberlik hizmetleri ile, beşeri ideolojilerin vaat ettiği bütün toplumsal hedeflerin iflası gözden kaçırıldı, beşerin mutsuzluğu titiz bir sinsilikle bireyin kendisine yüklendi.
O kitaplarda her fert, bireysel bir hayat mücadelesine doğru sürüklendi. Birey, toplumsal bağlarından koparıldı ve bir başına sorunlarla mücadele ateşinin içine atıldı.
İnanç da tamamen dışlanınca birey başarısız olduğunda ya da başarısız olduğunu düşündüğünde bunaldı.
Yeni nesil bireyler, kendilerinden öncekilerin mutsuzluk ve bunalımlarından beslendi. Onların tatminsizliğine bakarak başarma umudunun yanında azmini de yitirdi. Böylece ortaya henüz iş başlamadan yorgun hatta bitkin bir toplum çıktı.
İnsanlık, 1990’lı yıllarda beşeri toplumsal hedeflerin iflasını gördü. Umut artık, bireysel hedeflerdi. Henüz 21. yüzyılın ilk çeyreği tamamlanmadan bireysel hedefler de çöktü. Böylece umut bağlanacak, dolayısıyla mutlu edecek hiçbir şey kalmadı.
İnsanlığı bu hâle düşürenler, insanlığı kurtarma çabası gösterdikçe (!) batırdılar. Oysa insanlığın inançsız kesimi gibi, inançlı kesimi de hâlâ çözümü onlardan bekliyor. Derdin kaynağını bizatihi hekim sanıyor.
Bu, üstü örtülü bir tanrılaştırmadır. İnsanlık, kendisini bu handikaptan kurtarmadığı sürece mutluluğun yüzünü görmeyecek ve umuda yeniden kavuşmayacaktır.