Sistem, kuruluşundan bu yana dini toplumsal yaşamın dışına itme; aklın bir neticesi gördüğü ideolojiyi ise öne çıkarma mücadelesi veriyor. 1950 öncesinde din tamamen yasaktı; sistemin ideolojisi “mukaddes”ti. 1950`den sonra dinin vicdanlarda ve kısmen bireysel ibadetlerde kalması hoş görüldü, sosyal alanda zuhur etmesi ise tehlike sınırları içine alındı.
Sistem, o günden bu yana vicdandaki dine göz yumsa da sosyal alanı kendi ideolojisine ve komşu ideolojilere ait görüyor, dinin bu alanlarda görünmesine tedbir geliştiriyor. Bu tedbirler özellikle İslamî kesimlerin sosyal alana el attıkları 70`lerden bu yana yaptırımlara dönüştü.
Sistemin zihniyeti bugün yerinde duruyor ve iki seçenek sunuyor: Ya dini, bir ideoloji gibi algılayan marjinal bir İslamî grup olacaksınız, dilediğiniz yerde dilediğiniz etkinliği yapınız. Ya da sadece toplumsal vicdanda dini bir hassasiyet oluşturmaya çalışmakla yetinin. Ama sakın hem halka açılıp hem sosyal alana el atmayın, ideolojilerin sınırına girersiniz, canınızı yakarız, deniyor.
Sistem, basın açıklaması yapmayı “Müslüman işi” görmüyor; örgütçülük sayıyor. Kur`an`ı, Peygamberi hakarete uğrasa bile bunu protesto etmeyi “isyan niyeti” diye okuyor.
Peygamber Sevdalısı derneklerin İstanbul davasına ve yakın dönemdeki diğer davalarına hep bu zihniyet damgasını vurdu: “Basın açıklaması yapacağız.”
-Yasak, örgüt eylemi, “özel ağır cezalık”.
“Şu Marksist grup her gün basın açıklaması yapıyor.”
-Onlar, başka…
“Kitabıma hakaret edilmiş, Peygamberimle alay edilmiş, kınayacağım.”
- Yasak, örgüt eylemi, “özel ağır cezalık”.
“Marksist gruplar, dün Marks`ın fotoğrafına bir sinek konmuş… diyerek şehri birbirine kattı.”
-Olur böyle şeyler, gençlik hâli…
“Peygamberimizin viladetini tebrik etkinliği için alan istiyoruz. Kenar bir yer bile olabilir.”
-Sakın dışarı çıkmayın, içeriyi de abartmaya kalkışmayın.
“Taksim Meydanı`nı her gün birbirine katıyorlar.”
-Protesto haklarını kullanıyorlar.
Kim bu çelişkinin sorumlusu? Şu grup bu grup, şu görevli bu görevli… Çoğu zaman ilgisi bile yok. Hatta, bunu yapanlar, azap bile duyabiliyor. Sorun sistemin zihniyetinde. Oraya oturan, dış mihraklarla (Amerika, israil) ilgili kaygılar da devreye girince “görevini yapıyor”. Her gün Amerikan bayrağı yakılıyor, hak… Ama Amerikan Konsolosluğu önünde sakin bir protesto, örgüt eylemi…
Aynı durum medya için de geçerli. Sistemin medyası, İslamî etkinlikleri ya görmüyor ya da kötüleyerek veriyor. Oysa sabah, Taksim`de gençlerin eline molotof tutuşturan şu bu adam, elini benzinden yıkayıp akşam bültenlerinin “Sayın, saygıdeğer, farklı görüşlü, Kürt toplumunun temsilcisi” sıfatlarıyla baş konuğu oluyor.
İslam dünyası, bu batıl ideolojilerden çok çekti. Batıl ideolojiler, Türkleri Turan ülkesine kavuşturacaktı, Anadolu`ya sıkıştırdı. Arapları Panarabizmle birleştirecekti, bölük pörçük etti. Kürtleri kurtarmaya soyunmuş, batırıyor.
Bu ideolojiler dışarıdan dayatıldığından yönetimler düzeyinde sorgulanmıyor. İdeolojik yaklaşımla değerlendirilmese barış ödülü verilmesi gereken Mustazaf-Der`in İstanbul Şube Başkanı hakkında Cumhuriyet kurumlarınca onlarca yıl hapsi istenirken Yüksekova`da Apocu gençlik, Şube Başkan Yardımcısı Ubeydulllah`ı şehid ediyor.
Varsın, yönetimler sorgulamasın, ideolojilerin modası geçiyor. Dün camiler hangara çevrildi. Bugün Balyozcular cami bombalamayı planlamaktan içeri tıkılıyor. Dün, Apo “Peygamberlere uyma çağı geçti” diye naralar atıyordu. Bugün İstasyon Meydanı, Peygamber sevgisiyle dolup taşıyor. Dün Mısır`da Mübarek, Müslüman asıyordu, bugün Mübarek`in kendisi de karısı da hapse atılıyor.
Peygamber Sevdalıları, ideolojik bakışa karşı duruyor; dini bir bütün olarak yaşamak istiyor. “Kahrolsun Amerika” demekle Beyoğlu meyhanelerine düşürülen Diyarbakır gençlerinin manevi tedavisini yapma arasında bir ilgisizlik görmüyor, aksine bunları birbirini tamamlayan iki alan olarak görüyor. Bu elbet bir gün kabul görecek. İdeolojiler, gelip geçer, Din hep yaşayacak.
Ne demişti Üstad Necip Fazıl: Mehmed`im sevinin başlar yüksekte /Ölsek de sevinin, eve dönsek de/Sanma bu tekerlek kalır tümsekte/Yarın elbet bizim, elbet bizimdir/Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir.