Batı’nın sömürge ve emperyalizm dönemi istilaları genel olarak Haçlı istilası ile ilişkilendirilir. Hatta Haçlı istilasının doğrudan bir devamı gibi addedilir.
Bilindiği üzere bir ilişkilendirme, aradaki doğrudan veya dolaylı bir bağlantı ile ya da benzerlikle ilgili olur.
Miladi 15. yüzyılın sonlarında başlayıp hâlâ fiilen devam eden sömürgeci ve emperyalist Batı istilaları ile Haçlı istilası arasında bir miras ilişkisinin bulunduğundan kuşku duyulamaz. Reform ve Rönesans sonrası Batı, Kilise Dönemi Batı’sından farklı ise de onun devamıdır elbette.
Modern Batı, Kilise Dönemi Batı’sının motivasyon kaynaklarını terk etmişse de onun ana tutumlarını sürdürmüştür. Daha anlaşılır bir ifadeyle Batı, laikleşmekle birlikte pek çok konuda kadim alışkanlıklarını sürdürmüş, sadece o alışkanların arka planı ve icra şekilleri konusunda değişikliğe gitmiştir. Buna rağmen, sömürge ve emperyalizm dönemi Batı’sının istilalarında esas örneğin Haçlı istilaları olduğu, ancak iki dönemi birlikte bilmeyenlerce öne sürülebilir.
Sömürge ve emperyalizm istilası ile Haçlı istilası arasında bir istila daha vardır: Moğol istilası. Batı istilası ile Moğol istilası arasındaki benzerlik, Batı istilası ile Haçlı istilası arasındaki benzerlikten çok daha açıktır. Hatta özellikle İslam âlemi örneğinde Batı istilası neredeyse Moğol istilasının modern bir kopyasıdır. Analizimizde bu tezimizin gerekçelerini açıklayacağız.
Bunun için önce Haçlı ve Moğol istilalarını kısaca tanıtalım, sonra her iki istila ile sömürgeci ve emperyalist Batı istilaları arasındaki ilişkiyi izaha gidelim.
HAÇLI İSTİLASI
Miladi 11. yüzyılın sonunda başlayıp 13. yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar devam eden Haçlı Seferleri istilasıdır. Öncesi, Endülüs’teki erken Katolik Batı istilalarıdır. Endülüs’e karşı seferlerden farkı, yön olarak batıdan doğuya doğru yol almasıdır.
Haçlı istilası, özellikle Kudüs’ün 1099’da Barbarca istilası ve istila sırasında yaşanan katliamlarla özdeşleşmiştir.
MOĞOL İSTİLASI
Moğolların başına geçen Timuçin’in Moğol kabilelerini toparladıktan sonra, Cengiz Han unvanıyla Çin ve İslam dünyasına karşı başlattığı ve kendisinden sonra oğul ve torunları tarafından sürdürülen istilalardır. 13. yüzyılda insanlığın felaketine dönüşen istila, İslam dünyası merkeze alındığında doğudan batıya yönelen bir istiladır. İnsan soyunun nüfusunu etkileyecek kadar katliamlarla anılan Moğol istilası, özellikle Bağdat’ın 1258’de istilası ile anılmıştır.
NEDEN HAÇLI İSTİLASI DEĞİL?
Haçlı istilası dinî saiklarla başlamış ve şekillenmişken, sömürgeci ve emperyalist Batı istilaları, ellerinde İncil bulunan rahiplerden yararlanılmışsa da laik bir istila tarzıdır. Daha açık bir ifadeyle Haçlı istilasının planlayıcısı bizzat Katolik kilisesidir, Katolik Hıristiyan din adamlarıdır. İstilaların icrasında da Kilise bizzat yer almıştır. Oysa Batı istilası sömürge döneminde din adamlarından yararlanmışsa da laik bir karaktere doğru evirilmiş ve zamanla tamamen laikleşmiştir hatta söz konusu İslam dünyası olunca aynı zamanda laikleştirmeyi bir hedef hâline getirmiştir.
Dinsel bir istila ile laik bir istila arasında benzer noktalar olsa da esaslı farklar da olur. Burada daha önemli olan ise istilanın İslam dünyasına yansımalarıdır. Kadın, çocuk demeden katliamlar yapmak, iki istilanın ortak yanlarıdır. Lâkin zihinsel dönüşüm/zihinsel katliam yapmak bakımından ikisi arasında kıyas yapmayı bile anlamsızlaştıracak farklar vardır.
Haçlı Seferlerinde istilacılar, Müslüman işbirlikçiler edinmemişlerdir; İslam dünyasını zihinsel bir dönüşüme / zihinsel bir katliama uğratma yönünde hiçbir plan içinde bulunmamışlardır. Hatta kendileri ile işbirliğine hazır İsmailî Haşhaşî topluluklardan bile sınırlı yararlanmışlardır. Özellikle Haşhaşî reisi Ali b. Vefa’nın 1149’da Antakya Prinkepsi Raymond’la birlikte Şirkûh tarafından öldürülmesinden sonra Haşhaşîlerin Haçlılarla işbirliği, hep sınırlı kalmıştır. Haçlılar, İsmailî Fâtımîlerin Antakya’ya kadar gelip kendilerine “Hoş geldin!” demelerinin önemini dahi anlamamışlardır. Kudüs ve çevresinde sıkışıp kalınca Fâtımî topraklarında yol almaya başlamışlar, dolayısıyla kendilerine “Hoş geldin!” diyen bir yapıyı kendi maharetleri ile düşmanlaştırmışlardır.
Haçlılar, Müslümanları Hıristiyanlaştıramadıkları gibi onları kendilerine itaat ettirmek için “İslam içinde” dönüştürmeyi de başaramamışlardır, Müslüman esirleri Müslümanlara karşı kullanmakta hiçbir başarı göstermemişlerdir. Sınırlı sayıda Müslüman genci fuhuş üzerinden avlamaları dahi çok istisna örneklerdir.
Hâlbuki modern Batı istilasının İslam dünyasına yönelik yüzünün en yıpratıcı yönü, Müslümanlar arasındaki ihtilafları kullanması, haksızlığa uğradığını düşünen Müslümanların mağduriyetlerini İslam dünyasını mağdur etmek için araçsallaştırmasıdır.
Batı’nın istilasını kolaylaştıran; ihtilaflar ve mağduriyetlerdir. Batı istilasının icrasında bu ihtilaf ve mağduriyetlerin yanında istila edilen topraklarda inşa edilen işbirlikçi yapılardan yararlanılmıştır. Bunun için gerek istila öncesi gerek istila süreci ve sonrasında Müslümanlarda zihinsel bir dönüşüm / zihinsel bir katliam oluşturma yoluna gidilmiş, o dönüşüme konu edilenler, istilanın zalim yardımcıları olmuş ve zulümde bizzat rol almışlardır.
NEDEN MOĞOL İSTİLASI?
Moğol istilası da Batı istilası gibi laik bir istiladır. Laik istilaların en mühim yönlerden biri merhametsizlikte sınırın tanınmaması ve insanın sadece yarar-zarar bağlamında ele alınmasıdır. Ancak Moğol istilası da Batı’nın sömürge dönemi istilalarında olduğu gibi dinden de bağımsız değildir.
Moğol istilasının Çin’den İslam dünyasına yönelmesinde önemli bir rol Ortodoks/Nasturi Hıristiyanlığa aittir. Araştırmalarda bu yönün çoğu zaman göz ardı edilmesi, Moğol istilasının anlaşılmasını da güçleştirmektedir.
Henüz Bizans-Sasani günlerinde Doğu’ya yönelen Ortodoks rahipler, başta Karahıtaylar olmak üzere Doğu halkları arasında kısmi bir etkiye sahip olmuşlardır. Bununla birlikte Cengiz’in yüzünün Çin’den İslam dünyasına yönelmesinde bir paya sahiptirler.
Ortodoks rahipler, İslam dünyasının zenginliklerinin, ihtilaflarının, zafiyetlerinin tanıtılmasında Moğollara danışmanlık etmişler; Moğolların tahrikinde rol almışlardır. Onlar, ellerinde İncil’le istila ve katliamların kılavuzudurlar. İstila ve organizasyon ise aynen sömürge döneminin laik Batılı devlet adamlarında olduğu gibi Cengiz ve noyan denen Moğol subaylarındadır. Ortodoks rahipler, yolu açıyorlardı, Şamanist Cengiz ve noyanları katliamları gerçekleştiriyorlardı.
Ortodoks rahipler, rollerini Cengiz’in oğulları ve torunu Hülâgû Dönemi’nde oynamaya devam ettiler. Cengiz’in “Yasa”sını Müslümanlara en katı şekilde işleten oğlu Çağatay, Hıristiyan dostu olarak ünlenmiştir.
Torunu Hülâgû’nun ise annesi Sorgaktani, Ortodoks Hıristiyan olduğu gibi babasından miras kalan karısı ve başdanışmanı Dokuz Hatun da Hıristiyandır.
Öte yandan Katolik Kilisesi de özellikle VII. Haçlı Seferi sırasında Mısır’da Eyyûbîler karşısında aciz kalınca Moğollara işbirliği teklif etmiş, onların deneyimlerini gönderdikleri elçiler üzerinden tetkik etmiş ve Batı’ya aktarmıştır. Katolik Kilisesisinin, hemen hemen Ortodoks rahiplerin Moğol istilasındaki rolleriyle benzer bir şekilde, sömürge dönemi Batı istilasına kılavuzluk etmesi dikkat çekicidir.
Moğol istilasının Müslümanlara bakan yanına gelince;
Müslümanların büyük kitleler hâlinde, yabancı bir istila altında yaşadıkları ilk deneyim, Karahıtayların Doğu Türkistan istilasıdır. Müslümanlar, tarihte ilk kez, yurtlarına yönelik kapsamlı bir istilayı Karahıtay istilası ile yaşamışlardır. Doğu Türkistan çapında büyük bir İslam yurdu, asla daha önce böyle bir istila yaşamamıştır.
Cengiz, ilk anda Karahıtay istilası altındaki Doğu Türkistan Müslümanlarının mağduriyetini suiistimal etmiş, Karahıtaylara karşı galibiyetinde o mağduriyetten istifadeye kalkışmıştır. Karahıtayların istilasındaki Müslüman coğrafyayı istila ettiğinde ise Müslümanlara karşı iyilikte bulunmuş, onları Karahıtay günlerine göre rahat ettirmiştir.
Karahıtay Dönemi’nde dış istilaya alışan Müslümanlar, sonraki dönemde Cengiz’i neredeyse Hârizmşah hükümdarına tercih eder olmuşlardır.
İstilanın eşiğinde ise Cengiz, kendisi adına Hârizmşah ülkesine geçen bir grup Müslüman tüccarın, hak hukuk tanımayan Hârizmşahlılarca katledilmesi mağduriyetinden yararlanmıştır. Kendisine bağlı bir grup Müslümanın mağduriyetini öne sürerek İslam yurtlarını istilaya başlamıştır. Görünürde bir grup Müslümanın hak hukuku için milyonlarca Müslümanı katletmiştir!
Cengiz, istilaya başladıktan sonra ise tamamen Müslüman birikimine yönelmiş, yolda karşılaştığı sıradan Müslümanları dahi katlederken sanatkârları esir olarak almış, dolayısıyla Müslümanların maharet bakımından nitelikli sınıfını kalelerin tahrip edilmesi başta olmak üzere yine Müslümanlara karşı kullanmıştır. Bilindiği kadarıyla bazı istisna durumlar dışında, tarihte ilk kez Müslümanlar bu şekilde yine Müslüman hedeflerine ve Müslümanların katli için kullanılmıştır.
Cengiz, ayrıca Mahmud Yalvaç gibi Müslüman kökenlileri itaat altına almış ve istila için kullanmıştır. Mahmud’un oğlu Mesut Yalvaç’ı Mâverâünnehir şehirlerine vali tayin etmiş, istilalarını benzeri mal ve makam düşkünleri üzerinden süreklileştirmiştir. Meşhur tarihçi Cüveynî de ailesi ile birlikte o türler arasındadır.
Cengiz’in torunu Hülâgû’ya gelindiğinde onun üç mahareti vardır: Alamut dâhil İsmailî Haşhaşî kalelerinin istilası, Bağdat’ın istila edilerek Abbâsî Halifesinin aile efradıyla birlikte katli ve istilayı Meyyâfarîkin, Halep, Dımaşk gibi Eyyûbî şehirlerine doğru genişletmesi.
Hülâgû, babasından miras kalan hanımı Nastûrî Hıristiyan Dokuz Hatun’un danışmanlığının yanında, Ermenilerden ve İslam dünyasındaki diğer Hıristiyanlardan da yararlanmıştır. Hatta Hülâgû, kökeni Yahudi, kendisi Ermeni Hıristiyan müellif İbnü’l-İbri’nin gözünde adeta mukaddes biridir. Rahip İbnü’l-İbri, bütün Hıristiyanların Hülâgû ve Dokuz Hatun’un aynı yıl gerçekleşen ölümü için yas tuttuğunu bile söyler.
Ama Hülâgû, asıl gücünü Müslümanlar arasındaki ihtilaftan ve zihinsel dönüşüme uğrayan Müslümanlardan almıştır. Ki bu durum, İslam dünyasına yönelen modern Batı istilasınca resmen taklit edilmiştir.
İran’ın Kazvin şehrinin Müslümanları, aslında bir kısmı İslam’a geçmiş Haşhaşîlerin sonu gelmeyen saldırılarından şikâyetçiydiler. Hülâgû o şikâyetle beraber Haşhaşîlere yönelik tarihsel Müslüman nefretini de kullanmıştır. Böylece hem mağduriyeti hem nefreti suiistimal etmiş ve hizmetindeki Müslüman kökenli kâtiplerin de danışmanlığıyla mağduriyet ve nefreti istilayı kolaylaştıracak iki önemli araca dönüştürmüştür. Haçlıların keşfedemediği bu araçlar, modern Batı istilasının bugün de devam eden araçları arasındadır.
Hülâgû meşhur Alamut Kalesi’ni kuşatırken huzuruna çıkarılan Nasreddin et-Tûsî’yi himayesine almış; Bağdat’ı istila hedefi için onu kolaylaştırıcı bir unsur olarak kullanmıştır. Tûsî’nin, Hülâgû ile buluşması İslam dünyasında iç ihtilafların büyümesinde bir dönüm noktası kabul edilmelidir.
Hülâgû’ya teslim olan diğer bir isim ise Musul hâkimi Bedreddin Lü’lü’dür. Lü’lü, hâkimiyetini sürdürmeye çalışan bir ürkektir. Nefret, mağduriyet ve korku bir araya geldiğinde Moğollar, ucuz istilalar gerçekleştirmişlerdir ki modern Batı istilası da Müslümanlarla ilgili bu üç malzemeye dayanmaktadır.
Bağdat istila edildikten sonra ise Hülâgû, istila ve katliamlarını meşrulaştırmak için “Kâfir fakat âdil olan bir sultan mı yoksa Müslüman fakat zalim olan sultan mı daha üstündür?” sorusunu âlimlere yöneltmiştir. Âlimler, onun niyetini anlayıp soruyu canları pahasına cevaplamaktan kaçınmışken İbn Tavûs, “Kâfir fakat adil olan sultan!” cevabını “fetva” diye bizzat yazmış ve bu cevapla Hülâgû’nun hizmetine girmeyi hak kazanmıştır!
Burada insanı dehşete düşüren ise Tûsî ve İbn Tavûs gibi bilgelikleri övülen kişilerin taasup körlüğü yüzünden Moğol zulmünü görmemeleridir. Onlar, taassuplarıyla, Abbâsî halifesinin veya başka bir Müslümanın yaptığı haksızlıkları onların zalim olarak nitelendirilmesi için yeterli görürken milyonları katletmesine rağmen Hülâgû’yu adil görmüşlerdir.
Bu “fetva” kılığındaki izahat, bugün de istilaların meşrulaştırılmasında yararlanılan esaslı bir argümandır. Batı, bu misalden, taassubun nasıl da vicdanı öldürebileceğini ve dış istilaya hizmet edebileceğini öğrenmişlerdir.
Bu fotoğraftan sonra Batı istilası ile Moğol istilası arasındaki benzerlikleri ifade etmek bile anlamsızlaşmıştır sanırım. Zira Müslümanlara bakan yönler açısından iki istila neredeyse birebir örtüşmektedir.
Müslümanlar arasında zihinsel bir dönüşüm getiren istilaların ilki; Moğol istilası, ikincisi ise Batı istilasıdır.
İslam âlemi dışındaki Batı istilasına gelince Batı’nın Moğol istilasından öğrendiği hususlardan biri propagandanın gücü; diğeri korkunun propagandanın gücünü tamamlayan yanıdır.
İbn Tavûs gibilerin “zalim” algısı, Batılılara zulmün niteliği ile algısının farklı olduğunu ve propagandanın hakkı batıl, batılı hak diye gösterebileceğini fazlasıyla öğretmiştir.
Dehşet noktasında ise Haçlı katliamları ile sömürge ve emperyalizm dönemi katliamları nicelik yönünden kıyas kabul etmez. Haçlılar, velev güçlerinin yetmemesinden kaynaklansın, Batı’nın katliam tarihine katliam eklemişlerse de ardıllarına göre sınırlı kalmışlardır.
Batılıların Amerikan kıtasını istila ederken bir bölgedeki insan unsurlarını neredeyse tamamen yok ederek o bölgeye hâkim olma yönteminin daha önceki örneği ancak Moğol istilasıdır ve modern Batı’nın gerçekleştirdiği katliamlar nicelik açısından ancak Moğol istilası ile kıyaslanabilir.