Modern çağda, çağdaş düşünce ve çağdaş yaşam tarzı denen Batılı düşünce ve Batılı yaşam tarzı, İslam dünyasına karşı bir istila aracına dönüştürüldü.
Bu düşünce ve tarz; istilayı kolaylaştıracak bir köprü olarak görülürken istiladan ve istila benzeri tahakkümden sonra ise bir tür istila ipi, istila kazığı gibi görüldü. Başka bir ifadeyle o düşünce ve tarz istilanın sürekliliğini kalıcılaştıracak unsur olarak dizayn edildi.
O dizayna karşı İslâmî hareket, İslam’ın faziletlerini topluma anlatarak toplumu uyandıran bir diriliş hareketi olarak zuhur etti.
Müslümanlar, baskı ve yaptırımlara, imkânlardan yoksunluğa rağmen, İslam’ın yüceliklerini hatırlatarak toplumla İslam arasındaki bağı yenileyip istilanın öncül ve tahribatlarına karşı direndiler.
Bu bağlamda Müslümanlar, sosyalist ateizme karşı Allah’ın varlık ve birliğinin delillerini anlattılar. Kur’an-ı Kerim’deki mucizeleri bugünün diliyle yeniden ifade ettiler. Resûl-i Ekrem salallahü aleyhivesellem’in yüce ahlakının insan için önemi üzerinde durdular. Kapitalizme karşı da İslam’da sosyal adaleti işlediler. Ayrıca insanın odağa alındığı bir dünyada namazın, orucun, Haccın ve sair ibadetlerin insan için yararını dile getirdiler.
İstilacılar, Müslümanların birliğini bozma yönünde faaliyetler gerçekleştirdiler. Müslümanlar da ona karşı ırkçılığın ve taassubun sair çeşitlerinin insanlık barışına verdiği zararı anlattılar.
Düşmana hücumu da klasik savunma tarzını da aşan İslam anlatımı, bütün engellemelere rağmen gençler ve kadınlar başta olmak üzere toplumun dinamik kesimleri üzerinde kısa sürede etkili oldu; Batılılaşmayı sarsan dinamik bir İslâmî cephe oluşturdu.
Batı, kaynağını Kur’an ve Sünnet’in yanında Müslümanların yüzyıllara yayılan tecrübesinden alan böyle bir dinamizme ilk anda hazırlıksız yakalandı. Sosyalizme karşı kullandığı klasik yöntemleri deneyerek İslâmî mücadeleyi itibarsızlaştırma yollarına başvurdu. Ama İslâmî mücadelede bulunanları yıpratmak, iftiralarla karartmak, onların toplumla sıkı bağları karşısında hedeflenen neticeyi vermedi. İslâmî ihya, dalga dalga büyüdü.
İşte tam da İslam karşıtlarının bu çaresizliği noktasında bir sapma yolu geliştirildi. İslam’ın faziletlerini anlatmaya karşı, sözde İslâmî tartışmalar gündeme getirildi. Müslümanların üzerinde ittifak edip birliklerini ihya ettikleri anlatımlardan Müslümanları bölecek ve toplumun kafasını karıştıracak ekran münazaralarına geçildi.
Pek çok ülkenin Batı’yla geliştirdiği ilişkiler ve Müslüman ülkelerdeki akademiler bu amaç için seferber edildi.
Aslında geçmişten bu yana bu tartışmalar bir şekilde yapılıyordu. Lâkin bir kısmı meselelere vakıf kesim tarafından icra edilirken diğer bir kısmı da kaygısız ve itibarsız kişilerin gündemi olarak kalıyordu.
Bu noktada yaşanan sorun; toplumu ihya eden kesimlerin faziletleri anlatma mukaddes yükselişinden tartışma mahfillerine doğru bir kayma yaşamaları, farkında olmadan o tuzağa düşmeleridir.
Dolayısıyla dün ev, kurum ve işyerlerinde İslam’ın yüceliklerini konuşanlar bir anda ihtilaf noktaları üzerinden görüş beyan ettiler, aralarında tartışıp itibar kaybettiler. Aynı zamanda toplumsal ihtiyaçtan ve dolayısıyla toplumdan da koptular.
Ramazan ayı İslam’ın faziletlerini anlatmak için mühim bir fırsat iken tam da o bereketli ayda şu veya bu şahıs, en olmadık tartışmaların fitilini yaktı. Vazifeli kurumlar, o tartışmaları sayfa ve ekranlara taşıdılar. Toplumun kafasını karıştırdılar. İslam, gücünü sadelikten, “mübin” sıfatıyla ifade edilen açıklıktan alırken toplumu bir dizi karışıklıkla yüz yüze bıraktılar.
Neredeyse kırk yıldır devam eden bu süreç, pek çok tahribat ve gerilemeye yol açtı.
Şimdi önümüzde Ramazan-ı Şerif var ve ya İslam’ın faziletlerini anlatmayı tercih edip evlerimizi, kurumlarımızı, işyerlerimizi İslam’ın üstünlükleri ile şereflendireceğiz, etrafımızı aydınlatacağız ya da İslam’la ilgili tuzak tartışmalara malzeme taşıyacağız?