Dünya, ekonomik bir kriz yaşıyor. Buğday üretiminde büyük paya sahip Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşın sürece yayılması, bu krizi derinleştirip aynı zamanda gıda krizine dönüştürüyor.

Türkiye’de ne yazık ki tarımı yağışlara endeksli olmaktan çıkaracak boyutta büyük projeler işletilmedi. Bu yöndeki GAP gibi büyük projeler karınca yürüyüşüyle yol alıyor!

Köyden kente, sanayi endeksli plansız (!) kasıtlı göç de küçük ölçekli tarım arazilerini atıl durumda tutuyor.

Yağ fiyatından sonra ekmek, şeker fiyatları, tarım ülkesi Türkiye’de halkı zorlayacak boyutlara ulaşıyor.

Türkiye’de pahalılık her dönem, iktidar krizleri doğurur.  

Büyük fikirler, büyük sorunları aşmak için vardır ve büyük fikirler, kendini kriz dönemlerinde gösterir.

Lâkin büyük sorunlar ve krize rağmen, Türkiye’de büyük fikirler gündeme gelmiyor.

Eleştiri odaklı anlayış, ithamlarda bulunmaktan, suçlamaktan öte bir faaliyet ortaya koymuyor. Bu anlayış, hakaret ederek rahatlayan düşük insan misali, sövüyor ama bir icraat geliştirmiyor.

Vaziyet bu olunca, kimsenin aklına “mayın tarlası” hâline getirilmiş dünyanın en verimli arazileri gelmiyor. Hatay çevresinden Cizre’ye kadar uzanan ve sözde sınır korumasını teşkil eden arazilerden söz ediyorum.

Türkiye’yi buğday krizinden kurtarabilecek genişlikteki bu araziler Türkiye’nin NATO üyeliği ile birlikte, yine sözde Türkiye’yi İslam âleminden gelebilecek tehditlerden korumak amacıyla mayın tarlasına dönüştürüldü.

O mayın tarlaları, nice kardeşi birbirinden ayırdı. Annesini, babasını görmeye giden nice insan, onlarda paramparça oldu, uydurulmuş “kaçakçı” siciliyle can verdi. Daha 20-25 yıl öncesine kadar sınır hattı boyunca ne “mayın yetimleri” vardı köy ve kasabalarda! Ne ağıtlar yakılırdı oralarda can verenler için!

Berlin Duvarı, ardından o acıların onda birini bırakmadı; ama nihayetinde yıkıldı. Fakat ne hikmetse mayın tarlaları, hâlâ duruyor? Neden mi? Bilen yok!

Mayınlar 1950’li yıllarda Demokrat Parti’ye döşetilirken Türkiye’ye Suriye’den yönelmiş bir tehdit yoktu. Suriye’den gelen mallar, Türkiye ekonomisini tehdit edecek boyuttan fersah fersah uzaktı.

1980’li yıllarda ise o mayın tarlalarına rağmen yüzlerce PKK militanı Suriye’den Türkiye’ye geçti. Mayınlar kaçakçılar için patlarken ne hikmetse belki on militanı yaralamış dahi değil! Militanlar, mayın tarlalarını geçmek konusunda kaçakçılardan daha mı mahirdiler? Masal!

Bugüne gelince sınırları korumaya dönük elektronik imkânlarla donatılmış beton perde duvarlar, neredeyse kuşların geçişini dahi kontrol altında tutuyor.

Öyleyse o yüz karası mayın tarlalarına neden dokunulmuyor?

Refah-Yol Hükümeti günlerinde mayınların temizlenip arazilerin tarıma açılması, askeri bürokrasinin direnişine rağmen gündeme geldi. Ancak hükümetin ömrü vefa etmedi. AK Parti de yanlış hatırlamıyorsam ilk döneminde böyle bir projenin sözünü etti. Ama ondan da ses çıkmadı.

Anlaşıldığı kadarıyla mayın tarlası, Doğu Avrupa ile Batı Avrupa’yı bölen Berlin Duvarı’nın işlevinden de çok ötede, İslam dünyasını bölen bir gazap heykeli gibi tutuluyor.

Türkiye’de çok şey değişti ama Batılılaşmanın gazap anıtlarına hiç dokunulmadı. Batılılaşma, yüz yıllardır elimizi kolumuzu bağlayan bir proje… Türkiye’yi tutsak alıp bir türlü salıvermeyen bir güzergâh…

Mayın tarlaları, o projenin en sessiz anıtlarından biri galiba!

Batılılaşma sadece beynimizi bulandırmıyor, bizi geri bırakıyor hatta aç tutuyor. Keşke bunu bilseydik ve keşke bunu anlatabilseydik…