Rusya ile ilgili son gelişmelerle şu, net olarak anlaşılmıştır: Dünya, artık çok kutupludur. Kadim Batı Bloğu ile Batı uygarlığının doğulu yapıları Rusya ve Çin hâlihazırdaki bloklardır.
Bu denklem karşısında İslam dünyası ise arayışını sürdürüyor. İslam dünyası için hiç kuşkusuz en iyi tercih, bu bloklardan herhangi birine yamanmaktansa kendi başına bir blok oluşturmasıdır.
Yine İslam dünyasının Afrika ve Güney Amerika ülkelerinin bir kısmı ile de kendi öncülüğünde bir blok oluşturması mümkündür.
Batı, Osmanlı’nın ardından stratejik bir yaklaşımla, büyük bir İslam devletinin oluşmasının önüne geçti. Moğol siyasetini canlandırarak İslam dünyasını esaslı bölünmelere sürükleyecek üretimler yaptı.
Buna rağmen İslam dünyasının bir blok oluşturma potansiyeli fazlasıyla vardır. Yeter ki bu bloğun oluşması için hep başkasının zayıflaması beklenmesin.
Mevcut küresel güçler, birbirini zayıflatsa da onlardan hiçbirinin İslam’ın yükselişine gönül hoşnutluğuyla razı olması mümkün değildir. Çünkü mevcut güçlerin tamamı Batı uygarlığının birer uzantısıdırlar. Rusya ile Batı arasındaki bir çatışma da esasta Batı uygarlığı içindeki bir çatışma olarak görülmelidir. Çin de aynı şekilde bir Uzakdoğu devleti olmakla birlikte Batı uygarlığının Sol kanadına mensuptur. Rusya ve Çin’in muhalefeti, uygarlık bağlamında, “mevali”nin kadim Batı’ya galip gelme mücadelesi gibidir.
Batı uygarlığı, İslam karşıtlığını bu güçlerin genlerine işlemiş ve sürekli güncelleyerek canlı tutmuştur. Dolayısıyla bu güçlerin tümü, İslam’a karşı ödünsüzlüğe yakın bir ön yargı içindedir ve o ön yargının eseri olarak İslam’a karşı bir takım stratejik projeye sahiptir.
Yahudilerin tahakkümü altındaki ABD’nin; Kudüs sorunu ile de ilişkili olarak, yakın bir gelecekte İslam karşıtlığını bir kenara bırakması muhtemel görünmemektedir. Bununla birlikte ABD’nin Rusya ve Çin sahasında İslam’a karşı tutumunu farklılaştırma ihtimalinin işaretleri görünmüyor değildir.
Kadim Batı olarak Avrupa, Dünya Savaşlarıyla bitkin düştü. ABD, Sovyetlerin dağılmasından sonra Avrupa’yı daha da yıprattı, aşağıladı ve etkisizleştirdi. Daha önce işleyen Avrupa Birliği buluşmasının yakaladığı havayı dahi son dönemde bozdu.
Bugün Avrupa’nın yeni bir dinamizme ihtiyacı var. Ancak ahlaken yıpranan Avrupa’nın bu dinamizmi sağlayacak bir insan potansiyeli yok.
Avrupa, II. Dünya Savaşı’nın ardından İslam dünyasına karşı tavrını yumuşattı ve İslam dünyası ile anlamlı yakınlıklar kurdu. Bu sayede savaşta kaybettiği sanayi personelini yakından bildiği İslam dünyasından karşıladı. Böylece tarihte ilk kez Batı Avrupa toplumları ile Müslümanlar, Avrupa kıtasında bir arada yaşama imkânı buldular. Avrupalılar, İslam’ın özde kendilerine düşman olmadığını bizzat gördüler ve İslam’a sıcak yaklaştılar.
Lâkin, bu yakınlaşma 11 Eylül 2001’den sonra baskı boyutunda ABD müdahalesine konu oldu. Avrupa’da Siyonist finansmanla İslam düşmanlığı üretildi. Ama görüldüğü kadarıyla bu proje pek de tutmadı.
Muhtemel bir Rusya sorunu karşısında Avrupa yeni bir dinamizme daha da muhtaç ve bu dinamizmi bulabileceği tek insan kaynağı farklı Avrupa ülkelerine yerleşen Müslüman nüfustur.
Avrupa’ya yerleşen Müslümanlar, hiçbir şekilde Avrupa halklarının düşmanı değildirler. Bir istila girişimi karşısında bulundukları ülkeleri savunma konusunda güçlü bir insan kaynağı teşkil edecekleri muhakkaktır.
Avrupa’nın bu gerçeklik karşısında İslam’ı kendisi açısından bir güç kaynağı olarak görmesi ve Müslüman nüfusa önem vermesi beklenir. Bunun önündeki tek engel Yahudi güdümündeki ABD politikalarıdır.
Başta Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupa devletleri, Rusya sorunu karşısında kendi gerçekliklerinin ABD gerçekliğiyle örtüşmediğini görmek zorundalar.
Öte yandan bir süredir Suriye ve Kuzey Afrika politikalarına rağmen kendi içindeki Müslüman nüfusla barışık duran Rusya da bölünmüş bir dünyada Müslümanlara karşı daha temkinli olmak zorunda kalacaktır.
Ama nihayetinde müstakil bir dünya bloğu oluşturmaktan başka Müslümanları rahatlatacak bir çıkış görünmemektedir.