Kadınla İslam arasındaki dostluk, dünya var olalı yaşanan dostlukların en derinidir.

İslam’a olan bağlılık, kadının adanmışlığının bilinen en muhteşem örneğidir.

Kadın, İslam’ı sevmiş; onun sevdasına engel olmak için bin bir engel çıkaranlara rağmen de sevmeye devam etmiştir. Bu sevdanın bir yanı İslam’ın yüceliğine, diğer kadının asaletine dayanır.

Bugün İslam kadını, korkunç bir saldırı altındadır. Bunu kadının zayıf olmasına yorumlama gibi bir hata ne yazık ki yaygındır. Bu, bize pek ağıra mal olan bir galat-ı meşhurdur.

Hakikatte Müslüman kadın, İslam’ın en güçlü kalesidir. Düşman ordusu, Müslüman erkeği ayakları altına alıp zelil ederek kendisine yaklaştığında kendisini de Müslüman erkeği de kurtaran her devrin kahramanıdır.

Bu sözlerin doğruluğuna tarihin bütün safhaları şahittir. Dünün doğrularını görmeyenler, bugünü yanlış görürler; bugünü yanlış görenler, yarınlarının yıkımında çalışırlar.

İslam bir kez daha korkunç bir tehdit altında… Müslümanlar yenilmiş, Kudüs Siyonist; Mekke, kapitalist istilası altında.

Ve Müslüman erkek, başına geleni neredeyse sadece kadına bağlayacak! Kadınlar, bozuldu, dünya yıkıldı, diye suçu kahramanına yıkacak!

Hayır, dünya henüz yıkılmadı çünkü henüz Müslüman kadın tükenmedi!

Tarihten binler örnek verilebilir. Şöyle bir dönüp Resûl-i Ekrem salallahü aleyhi vesellem’in verdiği haberin “hak” olduğundan bir an için kuşkuya düşmeyen Ümmü Harâm’a bakalım.

Ümmü Haram; çölleri, dağları, denizleri aşıp Kıbrıs adasına ulaşmış, seksen yaşında orada dünyaya meylin canına okumuştur!

Ve işte Hindistanlı kadın!

İnsan parçalayıp insan yakan vahşi bir topluluk! Onların karşısında “Allahu Ekber!” diyerek tarihin mazlumlarının en yüce sloganını seslendiren, yumruğu havada, başı dimdik, onur timsali bir genç Müslüman kadın!

Ortada Müslüman erkek yok! Ama o var! İşte bu, zelil olma noktası değil, tam da kurtuluş noktasıdır! Ve o tekbir, zafer müjdeleyen tekbirdir!

Bakın şu Milâdî 20. yüzyıla… Said-i Nursîleri, Seyyid Kutubları, İzzetbegoviçleri, Dudayevleri hep Müslüman anneler yetiştirdiler. Onlara o büyük yüreği, Müslüman kadının terbiyesi bahşetti.  

Küfrün, kadim gücü korkudur. Anne “Korkma!” deyince Allah’ın izniyle korku, bir daha uğramamak üzere yürekleri terk etmiştir!

Küfrün çağdaş bir gücü ise nefsanî arzulardır. Kadın, tekbir getirip nefsanî arzuların kölelik için kullanılmasına lanet okumuşsa nefsanî arzuların küfre hizmet eden gücü kırılmıştır.

İki yüz yıldır Müslüman kadını kılıcın keskinliğini aşan kalemlerle, şeytani hayalleri çoktan geride bırakan görsel imkânlarla saf dışı etmeye, yerinden etmeye çalışıyorlar.

Başaramadılar. İçeriden destek aldılar. Kadın, safların dışında kalırsa, her şeyden el etek çekerse, bu yüce mücadelenin ötesinde, seyir kulesinde kalırsa kurtuluruz diyen, Siyere yabancı yaşlı sesi uyandırdılar.

Bir anda uyandıran Müslüman kadın ayıplandı, susturuldu; yeni Zeynep Gazaliler görünmez oldu. Kadın zayıf işte, ilk o yenildi, diye ikinci kez bizi yanıltmaya kalkıştılar. O ikinci ki devamı bizi öldürür.

Şükür ki dinin sahibi Allah’tır ve o birinci ile ikinciyi bir arada boşa çıkaran bir Müslüman kadın çığlığı yükseliyor.

Kadınla İslam arasındaki bağın tarihsel inşasında çok has bir yere sahip olan Hind kıtasından, Güney Asya’dan.

Orada kadın bir hiçti. Erkek ölünce kadın yakılırdı. İslam, Hind kadınını o zelil hâlden kurtardı ve Müslüman Hind toplumunda kadın, hep has bir yere sahip oldu.

Ne yazık ki köhne kültürden bağımsız olmayan anlayışlar Müslüman kadını, manen öldürmeye çalıştılar, onu nesneleştirmeye çalıştılar. Onun manen ölümüyle onunla ayakta duran Müslüman Hind toplumu da ölmeye başladı.

Ama şimdi bir daha ihya oluyor, kendine geliyor!

“Muhakkak, muhakkak ki ölüyü biz diriltiriz!” (Kur’an’ın kalbi Yasin-i Şerif, 12. Ayet-i Kerime)