Geçen hafta, bir kadın milletvekili TBMM’de “Size neden gerici diyoruz, biliyor musunuz? Çünkü sizler 500 yıl geride kalmış Osmanlı'yı, 1500 yıl geride kalmış din esaslı toplum düzenini yeniden hortlatmaya çalışıyorsunuz. Biz kadınlar özgür olabileceğimizi öğrendik ve ne 500 yıl ne de 1500 yıl öncesine gitmeye niyetimiz yok. Götüremezsiniz!" diye konuştu.
Sözlerindeki kodlara bakıldığında bir tepeden bakış, diktatöryal yapılara özgü bir dil bas bas bağırıyordu.
Kadın milletvekili, “hortlatmak” ifadesiyle İslam’a açıktan hakaret ettiği gibi, İslam’dan uzaklaşmayı “özgürleşme” ile ilişkilendirerek emperyalist yapıların İslam karşıtlığına da selam veriyor, “Ben size aidim, benden istifade edin, beni destekleyin! ” diye de açık çağrıda bulunuyordu.
Bu sözlerin basına yansımasından sonra bazılarından politik; samimi kesimlerden ise haklı öfkelerinin karşılığı tepkiler geldi. Onun despotik çağrışımlar içeren konuşmasına karşı, pek çok hikmetli söz söylendi. Ama mesele yine söz konusu kişinin ve partisinin dünyasıyla sınırlı kaldı. Analizin bundan sonraki kısımlarında daha çok “Sosyalist Örgüt” diye söz edeceğimiz PKK ile Türk Solu arasındaki ilişki üzerine neredeyse hiçbir şey söylenmedi.
Analizimizde söz konusu hususları değerlendireceğiz.
KİM BU HAKARET EDEN MİLLETVEKİLİ?
İslam’a hakaret eden milletvekili Balıkesirli ama Erzincanlı diye tanıtıldı. Oysa bir “memur” çocuğu olması dışında Erzincan’la bir ilişkisi yoktu. Tamamen Türk Solu mensubu. Türk Solu’nun da sıradan bir mensubu değil. 2012-2018 yılları arasında, altı yıl boyunca Halkevleri Genel Başkanlığı yapmış biri.
Kadın, “Sosyalist Örgüt”ün bir milletvekili… Hiç kuşkusuz A. Öcalan’la ilişkisi sempatiyi aşan bir partiden, kongrelerinde Öcalan’ı “Serok!” diye selamlayan bir parti.
Ya Halkevleri? Bizzat Mustafa Kemal’in direktifiyle 19 Şubat 1932’de Ankara ve diğer 14 il merkezinde kurulmuş, amacı Kemalist devrimleri halka dikte etmek olan bir dernek.
Halkevleri, o yıllarda, devletin güç ve imkânlarını kullanarak halkı devrimlerin öğretileri doğrultusunda dönüştürmek üzere faaliyet gösteren bir cemiyet olarak var olmuş.
Bizzat söz konusu milletvekilinin genel başkanı olduğu günlerde, Mart 2016’da Danıştay tarafından bir kez daha “Kamu Yararına Çalışan Dernek” statüsü onaylanmış. O dönemde pek çok üyesi tutuklanarak Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılmak istendi. Fakat hükümetin inisiyatifine karşı Danıştay 10. Dairesi, Bakanlar Kurulu kararı ve bunun dayanağı Dernekler Yönetmeliği'nin ilgili maddelerinin iptaline hükmetti. Derneğin, kamu yararına çalışmadığına dair şikâyetleri reddetti. Devlet destekli dernek olma ayrıcalığına son verilmesini uygun bulmadı!
Kamu yararına çalışan dernekler, başta vergi muafiyeti olmak üzere pek çok ayrıcalığa sahiptirler. Dolayısıyla devletin imkânlarıyla faaliyette bulunurlar. Söz konusu milletvekili de o imkânlarla buralara gelmiş.
BİR FULLER - BARKEY PROJESİ
1998… Türkiye’de 16 Ocak’ta kapatılan Refah Partisi’nin temsil ettiği siyasi görüşün nasıl diskalifiye edileceğinin düşünüldüğü; Bölge’de ise toplum zemini bulunan, ana akım İslâmî harekete yönelik akla hayale gelmez baskıların uygulandığı günlerdi.
İşte o günlerde, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde yer aldığı gerekçesiyle adı çokça anılan ABD vatandaşı Henri J. Barkey ve CIA şefi Grahame E. Fuller, “Turkey‘s Kurdısh Questıon (Türkiye`nin Kürt Sorunu)” diye bir rapor/kitap hazırladılar.
Raporun ön sözünü ABD Ankara eski büyükelçilerinden Yahudi diplomat Morton Abramowitz kaleme almıştır.
Dönemin Fransız büyük elçisi Eric Rouleau da rapor için, “Türkiye’nin geleceği açısından hayati öneme sahip bir soruna ilişkin belgelere dayalı kapsamlı ve cesur bir çalışma. Kalıcı bir çözüme dair seçenekler sunuyor.” demiş ve bu sözü Türkçe çevirinin bizzat kapağına alınmış.
İlginç midir artık! Bu raporu hazırlayan Fuller, Barkey Yahudi oldukları gibi, ön sözü yazan Abramowitz, övgüsü kapağa taşınan Eric Rouleau da Yahudidir. Anlaşılacağı üzere ABD, meseleyi “Ortadoğu”nun dizaynı çerçevesinde görmüş ve tamamen Yahudilere bırakmıştır.
Fuller ve Barkey, söz konusu kitapta, önce Refah Partisi’nin yükselişine dikkat çekiyorlardı. Bölge’deki İslâmî harekete değiniyorlardı. Sonra “Sosyalist Örgüt”ün Cumhuriyetin kurucu zihniyetine yakın olduğunu; buna karşı, Türkiye`de sistem karşıtı İslamcıların Kürt sorunundan yararlanarak büyüme potansiyelinin bulunduğu tespitlerinde bulunuyorlar. O dönemde siyasi zeminde bulunan HADEP ile Cumhuriyetin kurucu aklını temsil eden Kemalist Sol zihniyetin yakınlaşmasının zaruretinden söz ediyorlardı. Bu iki yapının yakınlaşmasını Türkiye’nin Batı kampında kalması ve İslâmî yanını ilerletmemesi için bir çözüm olarak öne sürüyorlardı.
Mikro alanda bu çalışma yapılırken aynı dönemde bütün İslam dünyasında Sol ile ABD arasında daha sıkı bir ilişkinin kurulması yönünde bir makro çalışma da devam ediyordu.
Avrupa ülkelerindeki Sol partilerin bağlantılarından da yararlanılarak bu süreç zahmetsiz bir şekilde yürütüldü ve İslam dünyası Solu, Batı’nın İslam dünyasında İslâmî gelişmelere karşı kullanacağı bir müttefike dönüştürüldü. Bu çerçevede ABD, Solun İslam dünyasında canlanması için gerekli finansman ve propaganda desteği verirken Sol da “uygarlık/çağdaşlık cephesi” içinde, İslam karşıtı liberal ekonomi çevreleri ile bütünleşti, faizci bankaların ve tüketime teşvik eden kapitalist, büyük şirketlerin kültür-sanat müdürlüğü görünümüne büründü. İslam karşıtı etkinliklerini de genellikle o çatı altında yürüttü. Sosyal medya yaygınlaştığında ise Sol, İslam karşıtlığını o zeminde en katı şekilde üstlendi, uluslararası İslam karşıtı cephenin itirazsız, o çevrelere eleştiri getirmekten bile ürken bir acentesi oldu.
Sözü edilen milletvekilinin genel başkanı olduğu Halkevleri de tam bu süreçte “birleştirici bir köprü” olarak öne sürüldü.
Vakti zamanında Adnan Menderes bu derneği kapatmıştır. Ama onun idamına yol açan 12 Mayıs 1960 İhtilali’nden sonra dernek yeniden açılmıştır.
Dernek; bir dizi serüvenin ardından 16 Haziran 2012’de tam da “Çözüm Süreci” meselesinin sıcaklığını koruduğu günlerde gerçekleştirilen genel kurulda söz konusu milletvekilini genel başkanı olarak seçti.
O tarihten sonra Halkevleri Derneği, hem İslam dünyası Solunun emperyalist güçler hesabına İslam karşıtlığı işlevini sürdürdü hem de Öcalan’ın partisiyle Kemalist Sol arasında bir tür köprü rolü oynadı. Aynı anda hem HDP hem CHP genel başkanlarına çağrılarda bulundu. İki kesimi yakınlaştırmak için olağanüstü bir trafik başlattı. Onun yanında HDP’nin 2015 seçimlerinde barajı geçmesi için CHP’liler arasında kampanya düzenleyen, bütünleştirici kol olarak çalıştı. Boğaziçi sosyetesinden dahi, Solla Batı etkisindeki yapılar arasındaki yeni bütünleşme doğrultusunda oy devşirdi.
Seçimlerden sonra, bizzat söz konusu milletvekilinin başkanlığında aynı anda CHP ve HDP genel başkanları ziyaret edilerek iki partiye “Eğitimdeki dinselleştirme politikaları durdurulsun!” çağrısı yapıldı.
Bu faaliyetlere ödül olarak derneğin genel başkanı 2018 Türkiye Genel Seçimlerinde HDP listesinden İstanbul milletvekili yapıldı. Bu kişi, Meclis’te İslam’a hakaret ettiği konuşmayı da bu ödülün bir neticesi olarak yapabildi. Ama aynı zamanda “Sosyalist Örgüt”ün İslam karşıtı karakterini bir daha gözler önüne serdi.
“SOSYALİST ÖRGÜT” VE İSLAM KARŞITLIĞI
Sosyalist örgüt (PKK), 1970’li yılların sonunda duyulduğunda Kürtler için tamı tamına bir muammaydı. Zira örgüt kurucuları Kürdî hareketler içinde biliniyor değildi. 1980’li yıllarda ilk eylemlerini yaptığında ise toplum, bir anda Öcalan’ın yanında Yalçın Küçük ve diğer aşırı Sol-Kemalist isimleri buldu. Ne yazık ki toplum, Küçük’ü sadece Sol kimliği ile biliyor ve meseleyi sadece bir Sol dayanışması zannediyordu. Oysa Küçük, 1960 İhtilalı’ndan sonra kurulan Devlet Planlama Teşkilatı’nın Sosyal İşleri Dairesi, diğer adıyla Uzun İşleri Planlama Dairesi’nin tepesindeki isimlerden biriydi.
1960 İhtilalı, örgütlü Türkiye “Kürt Solu”nun “ebeveyni”, bir yanıyla anası bir yanıyla babasıydı. İhtilal, rengini bulduktan sonra bir yanıyla katı Kemalist yapı, diğer yanıyla yeni “Devlet Solu” olarak tezahür etmişti. Esasta ise ihtilalcılar, marjinalleşen “kurucu akıl Kemalizm”e toplum zemininde taban üretme çabası içine girmişlerdi. Bu bağlamda, Kürt toplumunun Sol üzerinden dönüştürülmesi, Kemalist kulvarın “çağdaş dünya görüşü”nün içine çekilmesi projesi geliştirilmişti.
Kürt toplumunun nüfuz sahibi önemli isimleri Sivas Kampı’nda toplanmış, salıverildiklerinde ise siyaset dışında bırakılmışlardı. O günden sonra Sol dernekler Kürtler içinde mantar gibi çoğalmış, 1970’li yıllara gelindiğinde her yanı kaplamışlardı. PKK de onların geç örneklerinden biriydi.
Sosyalist Örgüt, 1980’li yıllarda ilk eylemlerini yaptıktan sonra kimliğini halk nezdinde kısmen saklı tuttu, 1990’lı yıllara doğru ise İslam karşıtlığını tamamen açığa vurdu. O dönemde İslam’a haftalık olarak hakaretler eden hatta Selman Rüşdi’nin melʿun kitabını Türkçeye çeviren Kemalist Türk Solu ile ittifak içinde hareket etti.
Ne var ki bu Kemalist Türk Solu, 28 Şubat sürecinde ABD ve İsrail’le güçlü bir yakınlık kurduğunda Türk halkının desteğini kazanmak için, Öcalan’a sırt çevirdi ve ABD-İsrail-Avrupa desteğiyle Öcalan’ı Türkiye’ye getirtip içeriye attı.
Sosyalist Örgüt, bu hamlenin ardından, 2000’li yıllarda yeni bir tarza yönelip İslam konusunda ikiyüzlü bir siyaset geliştirdi. Halka yönelik yüzünde İslam karşıtı söylemini kısmen yumuşattı. Buna karşı Öcalan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gönderdiği yaklaşık 1000 sayfalık savunmasında 1930’larda Halkevleri’nin kurulduğu günlerde Cumhuriyet kadrolarının sergilediği sertlikte ve hatta birebir aynı söylemle İslam düşmanlığı yaptı. Açık seçik bir dille İslam’ın esaslarına yönelik yer yer hakaretler içeren bir inkâr dili sergiledi. Batı’ya benden önceki Müslüman kökenliler, İslam’la savaşmakta yetersiz kaldılar. Çünkü İslam’ı bilmiyorlardı, ben İslam’ı biliyorum ve onunla en etkin savaşı ben yürütürüm, ahdinde bulundu.
Örgüt, o günden sonra, İslam karşıtlığında İslâmî hareketten yediği darbelerin de etkisiyle ikiyüzlülüğe yöneldi. Bilinen siyasi figürleri başörtüsü serbestliği ile ilgili ılımlı açıklamalar yaptılar, başı örtülü bazı kadınlar, belediyelerde eş başkanlığa seçildi. Tanınmış bazı karışık, sözde “eski İslamcı”lar HDP listelerinden milletvekili yapıldı.
Ama aynı zamanda belediyelerin kurduğu “halk evlerinde” ateizm dayatıldı, İslam’a açıktan hakaret edildi. “Cinsiyetsiz kimlik” teşviki yapıldı. Parti yetkilileri İstiklal Caddesi’ndeki cinsel sapma gösterilerine fiilen katıldılar. Değişen Batı Solu ve ABD liberalizmi ile aynı tutumları sergilediler.
Örgüt, artık sosyalist midir, liberal midir? Hatlar birbirine karışmaya başladı. Gençliğe yönelik propagandada Sol söylem devam ederken dışarıya yönelik tutumlarda liberal bir yöneliş izlendi. HDP bu ikiyüzlü yapıyla, Türkiye’de uluslar arası güçlerin destek verdiği muhalif koalisyona dahil oldu, 2019 belediye seçimlerinde CHP ile yakınlaşmasını büyükşehirlerde seçim desteğine kadar götürdü.
Bugün için hiç tereddüt etmeden şunu ifade edebiliriz: Yeni bir 28 Şubatvari cephe ile karşı karşıyayız.
Ama 28 Şubat cephesi neredeyse tamamen sistemin içinden çıkmışken, önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanan cephe, sistem içinden gelen yapı ile sistemin dışında görünüp sistemle ilişkili grupların bir koalisyonu şeklindedir. Sistem içi yapıyla sisteme muhalif görünen ama sistemin ideolojisini paylaşan yapıların buluşmasından ibarettir.
Bu yapısıyla 12 Mayıs 1960 İhtilali koalisyonunun bir versiyonu gibidir. Koalisyonda Kemalistlerle uç Sol kesimler ve uç milliyetçi yapılar bir aradadır. Burada sorun kimi dindar kesimlerin o günden farklı olarak bu koalisyonda yer almaya çalışmalarıdır. Onların varlığı bu koalisyonun işini fena hâlde kolaylaştırmaktadır. Zira koalisyon, bir yanıyla İslam karşıtlığı yaparken diğer yanıyla dindar bile görünme kaygısındadır. Çünkü bir ihtilal yapısından farklı olarak ihtiyaç duyduğu seçim galibiyeti için geniş halk kitlelerinin desteğine ihtiyacı vardır.
Bu koalisyonun yapısıyla ilişkili olarak önümüzdeki seçimlere kadar, koalisyon birleşenlerinden İslam karşıtı söylemleri duymaya devam edeceğiz. Çünkü koalisyon, aynen Öcalan örneğinde olduğu gibi, ihtiyaç duyduğu Batı’ya İslam karşıtlığı noktasında güvence vermek gereksinimi duymaktadır. Onunla beraber, koalisyondan İslâm’a saygı söylemlerini de duyacağız. Çünkü koalisyon, seçim galibiyeti için halk oyuna muhtaçtır!
Özetle bu, militarist karakteri postmodern 28 Şubat’ın, demokratik görünümlü postmodern 28 Şubat’ıdır.
Geleceği; bugünü doğru görenler kazanır!