İnanç, fikir ve dava ehli ile iktidar denince iki kesim, daha ilk güden sorun olarak belirir: Dünyeviler ve dünyevileşenler.
“Dünyeviler”, ilişkilerinin merkezine çıkarı koyanlar, bilinen ifadesiyle dünyalık çıkar merkezli hareket edenlerdir.
Onların çıkar anlamında dünyalık ile ilişkisi geçmişin avcı veya korsanlarının ilişkisinin medenileşmiş bir biçimi, şehirde icra edilen bir tarzı gibidir.
Dünyalığı, sürekli gözetir ve fırsat bulduklarında çoğu zaman sadece hacim ve sürekliliğine bakarlar.
Siyasetle ilişkileri de hep bu çerçevededir. Siyaset, onlara çıkar fırsatı sağlayan bir av sahasından öte bir şey değildir.
Fikir ve inançları üzerinden siyaset yapanları destekleyip desteklememeleri tamamen av sahasının açıklığı ve büyüklüğü ile ilişkilidir. Ortamı gözetler ve hangi fikir, inanç ve dava grubu siyasette güç kazanmışsa onun yanına yaklaşırlar.
Lâkin fikir, inanç ve dava ehlinin çıkar merkezli ilişkilere soğuk baktığını da iyi bilirler. Bunun için çıkar yanını özenle saklarken fikir ve inanç ehlinin terimlerini kullanır, ailelerinin ve şahıslarının o terimlerin dünyası ile yakınlıklarını vurgular, bir anda bir dava insanı görünümüne bürünürler.
Fikir, inanç ve dava ehli, aslında bunları tanır ama siyasette sonuç değiştiren, önemli bir kütleyi teşkil ettiklerinden onların çıkar yanını gözetir, kendi amaçlarına ulaşmak için onlara göz yumar. Bununla birlikte onları değiştirip kalıcı bir kütleye dönüştürebileceğine de inanır. Yollarını açar.
Bu dünyevi yapı güçlendiğinde fikir, inanç ve dava ehlinin idealler dünyasına zarar verir, onların gayretlerinin üzerini örter ve onları lekeler.
Ancak bu dünyevi kitlenin asıl tahribatı fikir, inanç ve dava ehlinin bir bölümünü zamanla kendisine benzetmesi ve onların “temiz siyaset”, “dava için gayret” gibi ideallerini yıkmasıdır.
Çıkarcılık, dolayısıyla dünyevileşme; inanç, fikir ve dava ehli insanın peşini bırakmayan belalı bir avcı gibidir.
Ondan korunmasının tek yolu av sahasına fazla yaklaşmamasıdır. Ne yazık ki insanın nefsi ve çıkara düşkünlüğü onu sürekli orada tutar.
Nihayetinde dünyeviler, kendileri ile fikir, inanç ve dava ehlinin arasında köprü edindikleri kişiler başta olmak üzere fikir, inanç ve dava ehlini etkilemeye başlarlar. “Bu, senin hakkın, emeğin…” diyerek ya da “Herkes yapıyor!” deyip meşrulaştırarak veya genelleştirerek onları teşvik eder, zamanla güdümüne alır ve kendisine benzetirler. Böylece ortaya “dünyevileşenler” grubu çıkar.
Bu iki grup, büyüyüp siyasete rengini vermeye başladığı an, toplumun siyasete olan güveni kırılır; toplum, siyasetçilerin sadakatinden kuşku duyar. Bu noktada ya güvendiği başka bir fikir, inanç ve dava alternatifi arar ya da tepkisel oy kullanma yönünde yol alır. Öncekine kızdığı için, sonrakinin niteliğiyle hiç ilgilenmez.
İşte bura, siyasette güç dengelerinin değişmeye başladığı eşiktir. Zira tam da burada çıkar grupları, yeni bir arayışa girerler. Zira havuzun bittiğini en çok ondan su çekenler olarak onlar bilirler.
Ne var ki öncekilerin arasından öyle sakin sakin de çekilmezler. Çekilirken en çok kendileriyle fikir, inanç ve dava ehli arasında köprü olan grubu harcar, onlarla ilişkileri üzerinden fikir, inanç ve dava ehlinin nasıl da dünyalık olmaya yatkın olduğunu ispata kalkışırlar. Kendilerinin inanç temelini oluşturan “Dünya, çıkar dünyasıdır!” esasını duyururlar ve yeni bir çıkar cephesini gözetlemeye başlarlar. Öncekilerden kendilerine en yakınları hırpalayarak sonrakilere doğru yol almaya başlarlar. Sonrakiler de genellikle onları siyasetin bir gerçeği olarak coşkuyla karşılar, onların gelişlerini kendilerinin iktidara tırmanışlarının kanıtı olarak duyururlar.
Ortada kalanlar ise “dünyevileşenler” olur. İtibarları zedelenir ve onlardan çok azı siyasette varlık gösterir.
Geldiğimiz nokta, bu ilişkilerin hangi aşaması? Takdir sizin.