Resûl-i Ekrem salallahü aleyhi vesellem’in Ashabı, Allah hepsinden razı olsun, genellikle gençken İslam’a intisap etmişlerdi. Gençliklerinin ilk evresinde Onun yanında yer almış, mücadelesine katılmışlardı.
Resûl-i Ekrem, onların ilk kuşak çocuklarıyla da ilgilendi ve onlardan, tarihe geçen büyük şahsiyetler yetişti.
Lâkin onların bir kısım evladı, o nezih sohbetlere yetişmedi ve ikinci, üçüncü kuşak Müslümanlar olarak kimi hâller de yaşadı. Aralarında had cezasını gerektirecek kadar kazaya konu olanlar dahi bulundu.
Söz konusu bir dava olduğunda ilk kuşak ile sonraki kuşaklar arasında göz ardı edilmeyecek farklar söz konusudur.
İlk kuşak, nasihati ararken sonraki kuşaklar nasihat yorgunudur.
İlk kuşak, davayı kendisi tercih etmişken sonraki kuşaklar kendilerini dava içinde bulmuşlardır.
İlk kuşak, kendisini davanın en önde gelen sahipleri olarak görürken sonraki kuşaklar, kendilerini onların sadece çocukları olarak görürler.
İlk kuşak, eziyet çekmiş ve bu eziyeti evlatlarına mağduriyet olarak yansımışsa evlatları, dillendirmeseler de iç dünyalarında bizzat davayı itham eden bazı neticelere varabilirler. Bu da onlar da farklı sorunlara yol açabilir.
Kuşaklar arasındaki sorunların en mühim kaynağı ise ilk kuşağın, oluşturduğu ortamla, sonraki kuşaktan bir tür masum olmasını beklemesidir. Bunu görmediğinde ise onu ithama kalkışmasıdır.
Gençlerde tabii olarak zaman zaman ibadet isteksizliği oluşabilir ya da iç dünyalarında günaha eğilim oluşabilir.
İlk kuşak, mücadele içinde bunu yaşamamıştır. Mücadelenin aksiyonu ve mücadele arkadaşlarının sürekli beraberliği, omuz omuza duruşu bunun yaşanmasına müsaade etmemiştir.
Ama ilk kuşağın bir kısmının genç iken özellikle bahar ve yaz aylarında sabah namazını kaçırdığı olmuştur. Bunu uyku hâlinin gafletine ya da mücadelenin getirdiği yorgunlukla ilişkilendirmiştir. Hâlbuki aynı hataya ikinci ve üçüncü kuşak düştüğünde onları duyarsızlık ve hatta fasıklıkla itham edebilmektedir. Zira bu kuşakların kendilerini bir mücadele üzerinden ispatlama imkânı olmamış, biricik imtihanları ibadet kalmıştır. Onu da yapmayınca imtihanı kaybetmiş sayılmıştır.
Öte yandan, ibadetini gafletten ihmal eden gence yönelik öfke yüksekliğiyle öfkelenenin iman, takva ve duyarlılığı arasında da bir paralellik kurulmaktadır.
Kişi bir ihmal gördüğünde ne kadar öfkelenirse o ölçüde kendisini imanlı, takvalı, duyarlı bilmekte, öfkede sınır tanımamaktadır. Hâlbuki takva Resûl-i Ekrem’in sünnetine tabi olmak, Onun güzel huyları ile donanmaktır.
İhmalde bulunan gence fasık, günah düşkünü gibi ithamlar yapıldığında genç, uyarılmış sayılmamakta, aksine bir tür o hâllere teşvik de edilmektedir. Ona masumiyet dayatıldığında bazı ters tepkiler izlenebilmektedir.
Baba, evladın birebir kendisine benzememesine tahammül edememektedir ki aslında bu daha çok beşerî/örfi/kültürel bir tutumdur.
Bunun yanında bir de liberal duyarsızlık vardır. Yeni kuşakları kendi hâline bırakma duyarsızlığı…
Zıt gibi görünen bu iki tutum, aslında aynı neticeyi doğurmaktadır.
Gençler, kasılmış örfi tutumla liberal duyarsızlık arasında heba olmaktadır. İnsan, yapısı gereği, aşınmaya eğilimlidir, üst değerler açısından sürekli bir denetime tabi olmadığında öğrendiği esaslardan, beşerî/örfi/kültürel alışkanlıklara geri döner.
Gence yönelik tutum, çoğu zaman üst değerler kaynaklı gibi görünse de aslında aşınmış, beşerî/örfi/kültürel alışkanlıktır ya da öğrenilmiş modern/liberal tutumdur.
Yeni kuşaklarla ilgili tutumlarda gençlerin ne kadar beşerî nizamlara tabi olduğunu sorgulamaktan önce kendimizin o yönde ne kadar aşındığımıza baksak zannederim çok daha iyi neticeler alırız.
Bir genci namaza başlatmak için günlerce emek sarf eden bir İslam davetçisinin söz konusu evladı olunca işe doğrudan emir ve öfkeyle başlamasının kaynağında ne vardır? Bunun üzerine düşünmek icap etmektedir.
Yeni kuşaklarla ilgili en büyük sorun ise büyüklerin sürekli konuşmaları, gençleri hiç dinlememeleridir. Nasihat yorgunu genç, bu tutumla nasihate karşı isyan eden genç noktasına varabilmektedir.
Buna karşı henüz çocukluktan gençleri uzun uzun dinlemeyi bilmek gerekir. Onların konuşması; itirazlarının anlaşılması ve mevzuya uygun nasihat için mühim bir imkândır.