Muhalif kimlikleri karıştırıp karmaşıklaştırarak etkisiz hâle getirmek, çağımızın adeta bir savaş tekniğidir.

İslam karşısında sınırsız bir kompleks içinde olan ve bunu bir düşmanlık stratejisine dönüştüren Batı, İslam’a karşı söz konusu kimlikleri karıştırıp karmaşıklaştırma tekniğine adeta dört elle sarılmıştır.

İslâmî kesim, önceki asırda siyasetten tamamen alıkondu; her tür siyasi etkinliğin dışında tutuldu. O yasaklı dönemde pek çok dindar şahsiyet, bir çıkış yolu olarak sağ cepheye yaklaştı. İslam karşıtları, o çıkış yolunu dahi İslam aleyhine çevirmek için kimlikleri bile bile karıştırarak İslâmî kesimleri sağcı diye tanıttılar. Bu konuda etkili olabilecek bir söylem de ürettiler.

1970’li yıllara kadar devam eden bu süreç, sağın renksizlik ve duyarsızlığına tepki duyan İslâmî kesimin bazı gençlerinin sola kaymasına neden oldu.

Aynı dönemde sağa tepki duyup sola yönelmeyen Müslüman gençlik ise “Sosyalist Müslüman” gibi tam ters bir kimlik karıştırma, kimlik karmalama yöntemiyle tarif edildi, onların sosyal adalete duyarlı öz kimlikleri ile kendilerini tanıtmaları engellendi.

O yıllardan bu yana ise İslâmî kesim çok yol aldı, sağın önüne geçti; bu kez sağ kesimin bir bölümü İslâmî kesime sığındı. Şimdi yeni bir kimlik karıştırma, kimlik bulandırma işlemiyle bu kez söz konusu kesimlerin varlığı üzerinden İslâmî kesim, yine sağla karıştırılıyor, sağın bir versiyonu gibi tarif ediliyor. Bu da yeniden İslâmî kesimden bazı gençlerin solun tuzağına düşmesi riskini güncelleştiriyor.

İslâmî kesimin çıkış noktasının kasıtla Cemaleddin Efgânî, Reşit Rıza, Muhammed Abduh çizgisine indirgenmesi de bu tür kimlik karıştırma, kimlik karmalama, kimlik bulandırma yöntemlerine başvuranların işini kolaylaştırdı.

Şah Veliyullah Dehlevî’nin, Şeyh Halid-i Zülcenaheyn’in (el-Bağdadî) İslâmî kesim köklerindeki payının zayıflatılması da yine İslâmî kesimin tarifini zorlaştırdı. Tarifin zorlaştığı noktada farklı gösterme kolaylaşır. Farklı gösterme başarıya ulaştığında ise doğru adres sis altında kalır, bulunması zorlaşır. Ayrıca kişiler doğru adrese gelmek için yola çıkmışken farklı bir yere giderler ya da kapısına geldikleri doğru adrese dahil olmaktan cayarlar.  

Bu hâl ve gerekçeler, “İslamcı” olarak etiketlenen İslâmî kesimin sürekli tarif edilip diğer kesimler ile arasındaki sınırların anlatılmasını gerektiriyor.

İSLÂMÎ KESİMİN ÜÇ MÜCADELE NOKTASI

İslâmî kesim, modern krizin İslam dünyasına bakan yüzünü hissettiğinde Müslüman dünya ile ilgili üç temel sorun tespiti yaptı: Cehalet, ihtilaf ve zaruret.

1- Cehaletle Mücadele

Onlara göre, İslâmî ilimler, ihya edilmediğinden günün gereksinimlerini karşılamaktan uzaklaşmıştı. Müslümanlar, bugünün dünyasında öncülük etme vazifesini icra bir yana ayakta kalmalarını sağlayacak ilmi yapıdan bile uzaklaşmışlardı. Bu da Müslüman gençliğin, kökeni ne olursa olsun İslâm dünyası dışında gelişen ilmi birikimlere körü körüne teslim olmasına yol açmıştır.

Bu da hiç kuşkusuz Müslüman dünya ile başka noktalarda geliştirilen ilmî etkinlikler arasına mesafe koymayı, oralardan gelecek ilmi etkiye karşı tedbir bağlamında sağlam bir gümrük kurmayı gerektirmiştir.

İslâmî kesim, asla ilmî birikimlere kapıların kapatılmasından yana değildi ancak oradan gelecek etkileri ihtiyaca uygun bir şekilde düzenlemekten yanaydı. Aksi hâlde, ilmî etki, bir düşünsel ve kültürel istilaya dönüşürdü.

İslam karşıtları ise İslâmî kesimin bu ilmî disiplin ile ilgili zaruri önlemlerini ilme karşı olmak gibi tanıttılar. Bu hususta kasıtla İslâmî kesimi, taşralardaki cahil topluluklarla karıştırdılar. İki kimliği karıştırarak İslâmî kesimin zaruri önlemini etkisizleştirme yöntemine başvurdular.

Bugün tam tersi bir durum söz konusudur: Günümüzde İslâmî kesimin ilimle ilişkisi, ilme karşı olduğu karalamasını anlamsızlaştırmıştır. Bu kez, İlahiyatlar ve diğer kurumlarda eğitim alıp aslında beslenme kaynakları tamamen Batı olan bazı kimseleri “İslamcı” diye tanıtarak yeni bir kimlik karışıklığı operasyonu yürütüyorlar. Bununla İslâmî kesimi hem reformist gösteriyorlar hem İslâmî ilimlere yönelen gençleri hedeflerinden saptırıyorlar.

2- Yoksullukla Mücadele

İslâmî kesimin önerdiği; harama bulaşmama temel koşuluyla, içeride gereksinimi karşılayan ve refahı artırıcı, dışarıda da Müslümanların itibarlarını koruyan ve onlara yol aldırıcı bir modeldir.

Bu modelin bir yanı serbest piyasa ekonomine, diğer yanı sosyal adalete dayalıdır. Bu ne sınırsız bir liberalizm ne sentez bir sosyalizmdir.

Oysa, İslam karşıtları, bunu bilerek liberal talepler ve çok az yerde de olsa sosyalist taleplerle karıştırdılar. Ya da İslâmî ekonomik talepleri salt, faizin reddi gibi bir noktaya düşürdüler.

Bugün ise yeni saldırı dalgası dahilinde İslâmî yaklaşımın bir ekonomik modele sahip olmadığına dair propaganda yapıyorlar. Aslında bir ekonomik modele sahip olmamakla siyaset yapma hakkından yoksun kalma arasında hiçbir fark yoktur. Zira ekonomik bir modeli olmayanların siyasi bir vaadi neredeyse yok sayılır. Dolayısıyla bugünkü propaganda, özü itibariyle geçmişte İslâmî yaklaşımı kapitalizmle karıştırma yaklaşımından çok daha tehlikelidir.

3- İhtilafla Mücadele

İslâmî kesimin ihtilafla ilgili önerisi, Müslümanları içeride sulh ve dayanışma içinde tutacak; dış düşmanlara karşı ise kuvvetli tutup koruyacak ve ilerletecek bir ittihat önerisidir.

Özellikle modern Batı karşısında İslâmî kesimin önerisi asla ütopik bir bütünleşme değildir. Ümmet ruhunun azami ölçüde korunarak makul bir bütünlüğün ya da bütünlüklerin oluşturulmasıdır. Bunun için bölgesel ya da ekonomik birlikler de önerilebilir. Nitekim, Necmettin Erbakan Hocanın ekonomik dayanışmaya dayalı D-8 Projesi büyük bir heyecana vesile olmuştur. Daha önce, 1970’li yıllarda Türkiye-İran-Pakistan ekonomik ve kültürel işbirliği paktı önerilmiş. 2002’den sonra ise Türkiye-Suriye-Lübnan-Ürdün arasında gümrük birliği tarzı bir ekonomik işbirliği planlanmıştır. Her üç proje de İslâmî kesimler tarafından takdir edilirken seküler Batı tarafından tehdit görülmüş, onun içerideki uzantıları tarafından ise fikri bir mukabele, tetkik, eleştiri görmek yerine cahillere özgü alay ve hakaretle karşılanmıştır. Yine her üç proje, taraf devletlerin hüznü içinde Batılı güçler ve müttefikleri tarafından engellenmiştir.

İslâmî kesimin makul birlik taleplerine karşılık geliştirilen projeler ise İslam ülkelerinin hiçbir şekilde kendilerine has birlikler kurmamaları, herhangi bir dış paktla kaynaşması, nihayetinde etkisiz ırksal kamplara yönelmeleridir.

Geçmişte Doğu Bloku’na (Varşova Paktı) yakın duran İslam ülkeleri, bugün hâlâ en yoksul en geri kalmış İslam ülkeleridir. O pakt, onlara hiçbir şey kazandırmadığı gibi onlarla İslam dünyasının arasına da yeni duvarlar ördü.  

Avrupa Birliği ise tam bir dinsel ayrım yaparak Doğu Avrupa’da Hırvatları, Bulgarları birliğe alırken Bosna-Hersek, Kosova ve Arnavutluk’u almadı.

Öte İslam dünyasında bugüne kadar kurulan Arap Birliği ve Türk Keneşi (Konseyi) gibi ilk bakışta heyecan veren kavimsel buluşmalar istenen neticeleri vermedi.

Dış güçlerin etkilerinden kurtulursa umut verecek olan bu tür buluşmalar esasta ümmet karşıtı olmadığı hâlde o yöne çekilerek yine bir hedef sapması yapılmaktadır. İslam karşıtı kesimler, bunları İslâmî kesimin önerdiği makul buluşmaların alternatifi gibi göstermekte ama bu tür buluşmalara dahi aslında olumlu bakmamaktadır. Çünkü esasta Müslümanların, hangi ad altında olursa olsun buluşmasını istememektedirler.

İhtilafla ilgili diğer bir kimlik karıştırma noktası da mezhep taassubu güdüp mezheplerini yaymayı yegane İslâmî hizmet bilen unsurların İslamcı gibi tanıtılmasıdır. Özellikle 21. Yüzyılın başında bu yöndeki projeler ağır tahribatlara yol açmıştır.

KİMLER İSLAMCI DEĞİL?

Kimliklerin tarifinde esas olan, müspetten harekettir. Ama menfiyi ifade de kimliğin netleşmesini sağlar.

Bu bağlamda kimler İslamcı değildir? Sorusuna cevap arayalım:

1. İlmin Referansları Bağlamında

İlmin kaynağı olarak vahyi görmeyenler,

İlmî bir meseleyi konuşurken modern Batı’nın kuramlarını vahyin öğrettiklerinden öncelikli ve üstün bulanlar,

Bir sorunu izaha doğrudan modern Batı pozitivizmi ile başlayanlar,

Hadisten, tefsirden konuşurken kaynak olarak öncelikle müsteşriklere (Şarkıyatçılara) başvuranlar,

Bir konuyu izaha ayet ve hadisle başlayanları dinleyince dudak bükenler,

Bir İslam aliminin görüşünün ciddiye alınmasını problem görenler,

Modern Batı’nın düşünürlerinin isimleri anılınca neredeyse esas duruşa duranlar…

Menşeleri, çocukluk eğitimleri, gençlik yıllarındaki okumaları, akademik geçmiş, unvan ve mevcut konumları ne olursa olsun İslamcı olamazlar, İslâmî kesimin adına görüş beyan edemezler.

Zira, 20. Yüzyıl sonrasında yaşanan kimlik bunalımı ve modavari kimlik değiştirme eğilimleri, dış ve iç güçlerin İslam’la ilgili yanlış adresleme kişilerin menşe, eğitim, okuma ve konumlarından farklı bir duruş içinde olabileceklerini açıkça göstermektedir.

2.Ekonomik Tezler Bakımından

Ekonomi ile inanç arasına duvar örenler,

Mesele ekonomi olduğunda inançlarını bir kenara bırakıp sekülerleşiverenler,

Faizle ilgili yorumsal yaklaşımları aşan bir benimseme içinde olanlar,

Bireyleri ekonomik durumlarına göre üstünlük sınıflandırmasına tabi tutanalar,

Kapitalizmi çağın zorunluluğu olarak görenler,

Özel mülkiyete karşı olanlar,

Devlet, topluluk ve bireylerin yoksullara yönelik fıkha uygun yardımlarını yoksulluk ve tembellik kaynağı görenler…

Ne kadar yardımsever olursa olsun, İslam ekonomisi konusunda ne kadar eser sahibi bulunursa bulunsun İslamcı olamazlar.

3.Siyasi ve Sosyal Birlik Açısından

Ümmet yaklaşımını ütopya görenler,

Müslümanlar arasındaki her tür buluşmaya istihza ile yaklaşanlar,

Dünyada Çin, Hint, Rus, Avrupa birlikteliklerini takdir ederken ümmet geçmişte kaldı, aldatıcı söylemini dillendirenler,

Irkçılık, kavmiyetçilik yapanlar,

Mezheplerini yaymayı, dayatıp kabul ettirmeyi en önemli İslâmî hizmet zanneden taassupçular,

Günlük yaşamlarında hangi ibadetleri yaparlarsa yapsınlar, dış görünüşlerinde sakal, örtü gibi hangi unsurlar bulunursa bulunsun İslamcı olamazlar, İslâmî kesimden sayılamazlar.

Son olarak, İslâmî kesimden sayılmama, yani İslamcı olmamayı tekfirle karıştırma hilesi, modern dönemde Müslümanlara oynanan diğer bir kasıtlı “karıştırma” oyunudur.

İslamcılık, Müslümanlar için bir üst kimliktir. İslâmî bir çerçeve içinde siyasi bir söyleme sahip kimselere İslamcı, onların siyasette oluşturdukları yapıya İslâmî kesim denir.

Tekfir dili, İslam dünyasının baş sorunlarından biridir. Ancak bu sorunlara takılarak bizim kendimizi ifadeden kaçınmamız da önümüze konmuş bir tuzaktır.