Tutarsızlık; sözle eylem arasındaki çelişki veya eylemlerdeki adaletsizlik, insana hükmeden beşeri güçlerin en büyük zaafıdır.
Beşeri güçler, tutarsızlaştıkları an yıkılmaya başlarlar. Lâkin yıkılış için tek başına tutarsızlık yetmez. Gücün tutarsızlığından menfi etkileyenlerin farkındalığıdır, tutarsızlığı yıkım sürecine götüren.
Bunun için tutarsız güçler, emeklerinin önemli bir bölümünü imaja ayırır, tutarsızlığın yol açtığı çatlakları özenle sıvayıp boyarlar. Zira onların ayakta kalmaları tutarsızlıklarını sakladıkları kadardır.
Soğuk Savaş günlerinde Batı, tutarsızlıklarını Stalinist Sovyetlerle Maoist Çin’in sınırsız, baskı, işkence ve diğer insan hakları ihlalleri sayesinde saklayabiliyordu. Daha doğrusu sınırsız zalimlerin zulmünün insanlığın dikkatini üzerine çekmesi, Batı’nın zulümlerinin dikkat çekmesinin önüne geçiyordu. Hatta o sınırsız zalimler dururken Batı, pek merhametli bir güç gibi dahi duruyordu.
Soğuk Savaş’ın ardından Batı’nın bu imkânı azaldı. Her ne kadar Çin, Hindistan ve Myanmar gibi noktalarda Müslümanlara yapılan zulümleri haber ajanslarında servis edip “Bunlara bakıp bana dua edin!” der gibi bir hâli varsa da Batı’nın işi, bugünün dünyasına öyle eskisi gibi kolay değil. Buna rağmen Batı, tutarsızlıklarını insanların gözüne sokmaktan çekinmiyor.
Bunun yakın geçmişteki bariz örnekleri İslam dünyasında yaşanan darbelerdir:
Batı’ya göre, yönetime ve yöneticiye meşruiyet kazandıran halkların onayıdır ve halklar bu onayı seçimlerle verirler. Düşünce ve söz bu! Peki ya pratik?
Mısır’da cuntacılar, seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursî’ye darbe yaptılar. Batı, bir saat bile gecikmeden darbecileri meşru güç olarak tanıdı. Meşru seçilmişi deviren gayri meşru cuntayı baş tacı etti.
Batı, uzun yıllardır, idamı ceza sisteminden kaldırdı. Yasa bu, ya pratik?
Mısır cuntası, hazını alamayıp tam da Batılı idarecilerin Mısır’a ziyaretlerine denk getirerek öğrencileri, gençleri idam sehpalarında sallandırdı. Batı, cunta liderini aşk ve şevkle kucakladı, ona madalyalar taktı…
Nihayetinde seçilmiş cumhurbaşkanı zindanda can verirken Batı, seçilmiş cumhurbaşkanının katillerini başmüttefiki düzeyine çıkarmanın planlarını yapmaya başladı.
15 Temmuz’u hepimiz hatırlıyoruz. Bunun için gündemdeki Sudan’a geçelim.
Batı, İslam dünyasındaki her darbeyi destekledi. Ama Sudan’da General Ömer el-Beşir, darbe yaptığında, Sudan’ı kriz ardından krize sevk etti.
Ömer el-Beşir her şeye rağmen Sudan’da önceki idarelerden daha başarılı olunca iyice panikledi ve onun üzerinden Sudan halkını cezalandırdı. Daha doğrusu Sudan halkını, el-Beşir’i destekliyor diye aç bıraktı ve devirme karşılığında Sudan halkına bir tür bağışta bulunma sözü verdi. Sözcüklerin kifayetsiz kaldığı bir zulüm tarzı!
Ömer el-Beşir, zamanı geldiğinde seçimlerin hilesiz yapılacağının garantisini de veriyordu. Ama bunu istemediler. Çünkü Batı’nın zevkperest Sol ve menfaatçi liberaller toplamı müttefiklerinin, el-Beşir karşısında seçim kazanma ihtimali sıfırdı.
Batılı güçler, acele ettiler ve el-Beşir’i devirdiler. Zevkperest Sol ve menfaatçi liberallerini başbakan ve bakan yaptılar. Ne var ki adamlar, keyif şaraplarını içip Batı televizyonlarında özgürlük naralarını atmaktan halkın hiçbir sorununu çözüm bulamadılar. Sokak borazanları; el-Beşir’i devirmek için “Ekmek!” sloganı ile sokaklara dökülmüşlerdi. Darbeden sonra adeta ekmek pişmedi; ama özgürlük geldi, diyorlardı. Oysa bütün muhalifler bir yana kendilerini destekleyen bazı dindar grupların liderlerini dahi Batı’nın keyfi için hapse attılar.
Gün geldi, darbeci generallerin son komutanı Burhan’la araları açıldı. Burhan, en başta Başbakan Hamdûk olmak üzere onları bir gecede toplayıp hapse attı.
Hamdûk, seçilmiş bir lider miydi? Asla, darbeyle başbakan olmuştu. Ama dün seçilmiş Muhammed Mürsi’nin devrilmesine gülen, seçimle gelmese de halk desteği kazanmış olan el-Beşir gitti diye bayram yapan Batı, şimdi hiçbir meşruiyeti olmayan Hamdûk’u meşru başbakan devrildi diyerek ağlıyor. Sudan’a tehdit üzerine tehdit savuruyor.
Tutarsızlığın bu kadarı? Her şey gün gibi ortada! Ama insanlar, o kadar nefislerine düşkün hâle geldiler ki karın tokluğu çoktan değerlerin önüne geçti. Kitleler, karın tokluğunu değerlere tercih eder oldu.
Batı, bunun farkında ve bunun üzerinden bir devir daha İslam toplumlarına hükmetmenin hayalini kuruyor?
Çare mi, toplumlara karşı bütün; ama bütün hususlarda cömert olmak… Ülkenin gelirlerini endişesizce topluma dağıtmaktır. Tarihte pek çok Müslüman önder, krizleri böyle aştı.