Arayışlar, genel olarak bazı değişimlerin neticeleridir. Bununla birlikte kimi arayışlar, tamamen bireyseldir. İslam dünyasında kimi kişilerde görülen laik bir adalet arayışı, bu yaygın hâlin dışında değildir.

Dine tabi olmak gibi, dinden uzaklaşmak da olagelen vakalardandır. İslam ise diğer dinlere kıyasla mensuplarını tutma açısından daha güçlü bir dindir. İslam tarihinde Hz. Ebû Bekir radiyallahü anh döneminde bastırılan büyük irtidat vakası dışında, İslam dini için kitlesel irtidat vakaları nadir görülmüştür. Yine de Bulgarların Hıristiyanlığa geçişi gibi açık, bazı Arap kabilelerin Dürzileşmesi gibi ilk anda anlaşılmayan kısmen toplu irtidat vakaları da görülmüştür.

Neticede İslam’dan dönüş hep mümkün olduğu gibi, İslâmî şuurdan dönüş de mümkündür. Dün İslâmî şuura sahip olan biri, bugün o şuurdan dönmüş olabilir. Başka bir ifadeyle şuurlanma değişken bir hâldir. Kişi, değişime uğrayarak şuurlandığı gibi değişime uğrayarak şuursuzluğa da sürüklenebilir.   

Müslümanlar, 20. yüzyılda tarihî bir uyanış yaşadılar. Kısa sayılacak bir sürede milyonlarca kişi, İslam’a yönelik bütün baskılara rağmen zihin ve tutumlarını İslâmî uyanışa açtı, İslâmî ihyanın saflarında yer aldı.

Bu uyanışın sair uyanışlardan en özgün yönlerinden biri ise istikrarlı olması, uyanışın yüce seslenişine ses veren çok az kişinin uyanış öncesi hâline dönüş yapmasıdır.

İslam dünyasına şöyle bir baktığımızda İslâmî uyanış, bu yüzyılda hiçbir din bir yana, hiçbir ideolojinin uğramadığı baskılara, işkencelere, zindan cezalarına uğradı. Kaç sosyalist veya kaç demokrat; herhangi bir Arap ülkesinde veya Bangladeş gibi bir ülkede İslâmî uyanışta yer alanlar gibi baskı gördü, işkenceye uğradı, ömrünü hapislerde tamamladı?

Bu yanıyla İslâmî uyanış, sadece kapsamlı bir uyanış değildir, aynı zamanda kararlı, üzerinde binlerce destan yazılmayı hak edecek kadar sebatlı bir direniştir. Dün İslâmî ihyada yer bulan binlerce alim ve aydından neredeyse hiç kimse geri dönmemiştir. Müslüman kitlelerden de İslâmî uyanıştan etkilenen çok ama çok az insan geri dönmektedir. Bu şaşkınlık verici kararlılık, İslam düşmanlarını kahretmektedir.

Yine de dün İslâmî görüşlere sahip iken bugün mürtet denebilecek durumda olanlar var olduğu gibi dün İslâm’ı bir bütün olarak anlarken bugün gizli bir laik anlayışa sürüklenmiş kişiler de yok değildir. Bu ikinci kesim, hâlâ namaz kılarken hatta İslâmî mücadelenin saflarında görünürken seküler bir zihne kaymakla, adil bir devlet nizamını laik anlayışta arayabilmektedir.  

Öte yandan Müslümanlar, 20. yüzyıl uyanışında geri dönüşlere pek de alışık da olmadıklarından bu tür istisna vakalara tanıklık ettiklerinde olağanüstü bir üzüntüye sürüklenebilmektedir. Bunu fark eden İslam düşmanları, son dönemde bu tür vakaları reklam ederek Müslümanların üzüntüsünü artırmaya ve geri dönüşleri teşvik etmeye başladılar. Bunu da en çok söz konusu kişileri ödüllendirip konuşturarak yapıyorlar.

Geçen haftaki analizimizde bu konuyu genel olarak ele almıştık, bu haftaki analizimizde ise istisna da olsa geri dönüş vakalarının arkasındaki nedenleri ele alacağız.

NEDEN LAİK BİR ADALET ARAYIŞI?

İslâmî uyanıştan tam veya kısmî geri dönüşün ardında, bir değil, pek çok etken vardır. Bunların bir kısmı bireysel olmakla beraber tamamı anlaşılabilir etkenlerdir:

Kimi insanlar, istikrarsız bir kişiliğe sahiptirler. İstikrarsız kişilikleriyle yaşamları boyunca düşünce ve yaşam tarzlarını sürekli değiştirirler. İslâmî uyanış içinde yer alış da onlar için yaşamları boyunca zaman zaman uğradıkları düşünce ve yaşam tarzlarından biridir. Adeta merak üzeri İslâmî uyanış içinde yer almışlar ve yine merak üzeri başka düşünce ve yaşam tarzlarına yönelmektedirler.  

İslâmî uyanışın kısa bir sürede amaçlarına ulaşacağına yönelik inanış da önemli bir bireysel etkendir. Bu inanışa kapılanlar, kendilerince bazı kazanımlardan olmamak için İslâmî uyanış içinde yer aldılar. O kazanımları görmeyince farklı arayışlara yöneldiler.

Bu bireysel etkenlerin dışında şu genel etkenlerden de söz etmek mümkündür:

Çağın Zihniyetine Yenilme

Zihniyet, kimi zaman inanç ve düşüncelerin önüne geçer. Kişiler, kendilerini bir inanç ve düşünceye nispet ederlerken bile aslında çağın zihniyetine uyar, o doğrultuda konuşur ve davranırlar. Özellikle kişilik olarak zayıf karakterler, zihniyetin yol açtığı dalgalar karşısında ayakta duramazlar.

Çağın zihniyeti laiktir, bütün yanlarıyla İslam karşıtıdır. Hatta İslam karşıtı olmak çağın zihniyetinin esaslarından biri gibidir. Bu baskıcı zihniyet, vahyi esas almayı ayıpsamaktadır. Kişilik olarak zayıf insan, zihniyetin dayattığı sözde ayıptan kaçınmaya çalışırken özellikle kamuya açık alanlarda düşüncelerinin vahye dayanmadığını ispatlama kaygısına düşer ve zamanla bu kaygı onu laik düşünmeye yöneltir.

Nitekim, kamuya açık etkinliklerde laik bir düşünceyi savunur görünen nice inançlı kişi, kamuya kapalı alanlarda o tür ifadelerinin aslında gerçek düşüncelerini yansıtmadığını ifade eder. Ne var ki zamanla bu kusurlu kişiliğe sahip kişi, bütün alanlarda laik düşünceler dile getirir ve bunu İslâmî uyanıştan bir geri dönüş olarak yansıtmaktan da sakınmaz.

İslâmî Uyanıştan Geri Dönüşün Ödüllendirilmesi

İslâmî uyanıştan geri dönüş, özellikle aydınlar bazında o kadar nadir bir durumdur ki çağın imkânlarını ellerinde bulunduranlar, bu nadir duruma büyük pahalar biçmekten geri durmamaktadırlar. Türkiye’de bazı örneklerde görüldüğü üzere İslâmî uyanıştan düşünce bir yana, yaşam tarzı olarak dahi dönüş yaşayanlar; alkışlanma, büyük kanallarda haber sunuculuğu alma, milletvekili seçilme gibi ödüllerle ödüllendirildiler. Bu hususta en yaygın ödül ise bir süre kamuoyuna konu olma, teşhire düşkün karaktere o düşkünlüğü fazlasıyla sunmaktır. Kamu önünde dikkat çekmek isteyen zayıf karakterler, bu ödüle rağbet ederler ve bir dönüş içinde olduklarına dair beyanatlarının duyulmasının çabasını verirler.

Algısal Dönüşüm Yaşama

Dünya görüşlerine yönelik algısal operasyonlar, çağın bilinen etkinlikleri arasındadır. Uluslar arası sistem, kendi lehine karşıtlarının ise aleyhine sürekli bir algı çalışması içindedir. Bu çalışmanın neticesinde çoğu kişi, ABD’nin Irak ve Afganistan’da işlediği cinayetleri algılamaz, buna karşı oralarda mücadele eden ve kimi zaman İslâmî çizgiyi aşarak eylemler yapan grupların eylemlerindeki adaletsizliği algılar. ABD’nin oradaki herhangi bir saldırısında onlarca kişinin katledilmesini haberlerde izlerken adeta normal karşılar, konuşmaya, sosyal medyaya konu etmeye yönelmez. Zira bu yöndeki eğilimi ölmüştür. Oysa söz konusu gruplardan birinin eyleminde on kişinin ölümü bir yana, yaralanması söz konusu olduğunda dahi aynı kişiler hemen şiddet karşıtlığını gündemlerine alır, bu yönde sosyal medya paylaşımları yaparlar.

Görünüşe bakılırsa söz konusu kişiler, şiddet karşıtlıklarını ortaya koyuyorlar. Hakikatte ise dünya sistemi nezdinde kabul kaygısındadırlar ve uluslararası sistemin algıları yönetme yönündeki operasyonlarının birer çalışanı noktasındadırlar.

Bu kişiler, ilk anda adaletsizliğinden dolayı söz konusu grupların eylemlerini itham ederken zamanla hızlarını alamayıp bütün İslâmî oluşumları ve hatta üstü örtülü olarak İslâmî sistemin kendisini itham noktasına doğru düşmektedirler.

İslam’ın Önündeki Engellerin Görülmemesi

Modern dünya görüşü, kendisini hep fikir ve inanç özgürlüğünden yana, demokrat bir yapı olarak gösterdi. Oysa modern dünyada İslam’a yönelik, ancak Bizans ve Sasani çağlarında görülebilen, farklı inanç ve düşünce mensuplarına yönelik yapılacak baskılar, işkenceler yapıldı.

Dünya görüşleri, güçlerini tutarlılıktan alırlar ve en çok tutarsızlıktan ürkerler. Zira tutarsızlık dünya görüşleri açısından çöküştür. İslam’a yönelik modern tutum;  modern dünya görüşünün tutarsızlığının en bariz görüntüsüdür. Bunun için söz konusu görüşün sahipleri İslam’a yönelik tutumlarını saklayacak yöntemler geliştirirler. Bu yöntemlerin başında ise Müslümanları suçlamak gelir.

Uluslararası sistem ve uzantıları, Müslümanların inanç ve düşüncelerinde amaçlarına ulaşmalarını engellemeye yönelik baskılarını gözlerden kaçırmak için dikkatleri Müslümanların zafiyetlerine çekmeye çalışırlar. Müslümanların yol almamasının onların baskı ve engellemeleriyle izah edilmemesi için Müslümanları zayıf kişiler olarak gösterir, izah çabalarını oraya yöneltirler.

Bu çalışma, zamanla zayıf kişiler üzerinde etkili olur ve onlar, İslam alemindeki sorunlarda Müslümanların gördüğü baskının payını sıfıra indirirken bütün kusurları Müslümanlarda görme gibi bir hâl içine girerler.

Bu hâl, zamanla onların İslam’a olan inançlarını alttan alta zayıflatırken baskı ve engelleri görememeleri onların laik adalet anlayışına yönelmelerine de yol açar.

Kusursuz İslâmî Sistemlerin Engellenmesi

Bugünün dünyasında kusursuz bir İslâmî sistemin hiçbir ülkede işlememesinin en önemli nedeni dünyayı “tanrısal” bir yaklaşımla yöneten uluslararası sistemdir. Uluslararası sistem, kendisini dünyanın tek tanrısı gibi görmekte ve kendisine “La” diyen hiçbir yaklaşımın istikrar kazanmasına izin vermemektedir.

Bu hususta uluslararası sistemin çoklu olanaklara sahip olduğu da muhakkaktır ki esasen uluslararası sisteme bu müstekbirlik boyutunu veren de o imkânlardır.

Bu çerçevede herhangi bir yerde bir İslâmî yapılaşma olduğunda sadece engellenmemekte, aynı zamanda saptırılmaya çalışılmaktadır. Söz konusu İslâmî oluşum, bir sahaya kavuştuğunda İslam’ın temsilcisi gibi tanıtılır. Hem tam bir İslâmî nizam kurması engellenir hem onun bütün eylemleri doğrudan İslam’la ilişkilendirilir. Toplumun zihninde İslam eşittir söz konusu yapı gibi bir algı oluşturulur. O yapı, engeller karşısında veya hazırlıklarının yetersizliğinden dolayı İslâmî bir nizam kuramadığından adaletten saptığında da bu hâli “İslam’ın adaletten uzak olması” şeklinde anlatılır. Bu yolla İslam dünyasında kişi ve toplumların zihninde var olan “İslam eşittir adalet” düşüncesi yıkılmaya çalışılır.

Bu şeytansal oyun, son elli yılda saha kazanan her yapı ile ilgili oynandı. Son örneği ise Irak ve Suriye sahasında öne çıkan yapılarla ilgili dünyada oluşturulan algıdır. Söz konusu yapılar henüz oluşum aşamasında “müttefikler” eliyle aşırılığa yönlendirildi, saha kazandıktan sonra da aşırılıkta kalacakları bir atmosfer içinde tutuldu. Ama ayna zamanda İslam’la doğrudan ilişkilendirildi, örneğin söz konusu örgütlerden biri için Batılı haber ajansları sadece “İslam Devleti” adını kullanmakta ısrar etti. Dolayısıyla onun bir kısmı öfke ve intikam kaynaklı uç eylemleri doğrudan İslam’la ve Müslümanların adalet anlayışı ile ilişkilendirildi. Yakın bir tarihte, başka bir sahada denenmiş olan bu oyun, uluslararası sistem adına epey ürün verdi ve pek çok kişinin vahye dayalı adaletten umut kesip laik anlayışına meyletmesine yol açtı.

Oysa bir an için düşünelim:
Bu yapıların uç eylemleri elbette adil değildir. Ama acaba onların cinayetleri çağdaş laikliğin memba devleti Fransa’nın başta Cezayir olmak üzere Kuzey Afrika’daki cinayetlerinden daha mı dehşet vericidir? Hatta bu örgütlerin farklı mekanizmalarla, düşmana düşman gibi davranma saikiyle hareket ettikleri ve dolayısıyla Fransa, Rusya ve Amerika gibi devletlerin yöntemlerini taklit ettikleri malumdur. Örneğin kendilerine katliam yapmalarının İslâmî olmadığı söylendiğinde “Biz de biliyoruz ama düşmanın silahıyla silahlanmak bu çağda bir zarurettir” diyorlar.

Ne yazık ki İslam’ın ilk yüzyılında Müslümanlar arasında yayılan adaletsizliğin membaında Bizans ve Sasani’yi taklit etmenin olduğunu bilmeyenler, bu sapmanın da altında modern, laik dünyanın sınırsızlığının yattığını bilmiyorlar, bilmek istemiyorlar.

Bunun için adaletsizliğin kaynağının beşeri nizamlar olduğunu göremiyorlar, görmek istemiyorlar. Başka etkenlerin de altında kalıp adaletin kaynağı olan dini, adalet için engel gibi görüyorlar ve bu çağda adil olmak için devletin kendisiyle din arasına mesafe koyması gerektiğini iddia edecek kadar korkunç bir tutarsızlığa düşüyorlar.