Türkiye, bir süredir şiddetli orman yangınlarıyla uğraşıyor. Can kaybına da yol açan felaket büyük. Ama yangın, Türkiye’ye özgü değil; sıcak iklimlere sahip ve ormanları bulunan bütün ülkelerin bazı yıllarda yaşadığı bir gerçeklik.

Cumhuriyet’ten sonra, bitirilen tarihe karşı kurulan eski eserler müzeleri misali, bazı sözde çiftlik ve orman oluşturma görüntülerine rağmen, Türkiye’de orman adeta kıyıma uğradı. Osmanlı günlerinin gür ormanları, geçmişin kıyıma uğrayan değerleri misali, yıldan yıla küçülüp tahrip oldu.

Son yıllarda, kabul edelim ki Türkiye’de ormanlar tarihi bir yenilemeden geçiyor. Ormanları gezdiğinizde bu terakkiyi görmeniz kolaylıkla mümkün. Yine ormanlık alanlar, tarihî bir genişleme yaşıyor. Ama anlaşılacağı üzere henüz büyük yangınlar karşısında yeterli bir hava donanımı yok.

Öte yandan sosyal felaketlerde dışarıdan yardım istemek de almak da yadırganacak bir durum değil. Bütün ülkeler, felaketin büyüklüğüne göre, yardım talebinde bulunuyorlar ve yardım alıyorlar.

Bazı sosyal medya taglarındaki yardım talepleri ise sıradan yardım taleplerinden çok farklı.

Uzun bir süredir Türkiye’de farklı muhalif gruplar, Türkiye’deki her sorunu dışarıya mümkün oldukça büyüterek duyurma derdindeler. Amacın bir sorunu duyurmaktan öte, bir şikâyette bulunmak olduğu açık.

Şikâyet de hak. Ancak Batı’ya duyurulan bu tür şikayetler, sıradan bir hak arayışı şikâyeti olmaktan öte, bir müdahale talebi mahiyetinde. Vakayı rayından çıkaran da bu.

Bu şikayetler, Tanzimat’tan beri Türkiye’den Batı’ya dönük yapılıyor. Şikâyet sahipleri, bir türlü dış müdahale talebinden vazgeçmiyor, dış müdahaleye doymuyor.

Son yıllardaki Batı’ya yönelik yardım taleplerinin kendine özgü bir yanı da var: Tanzimat günlerinden yakın döneme kadar Batı yanlısı muhalefet, Batılı güçlerden topluma karşı yardım talebinde, müdahale isteğinde bulunuyordu. Bu kez, Batıcı muhalefet, toplumu farklı yollarla (!) ikna için Batı’dan yardım ve müdahale talep ediyor.

Ekonomik yönden bunaltma, gelecekle ilgili büyük kuşkular uyandırma gibi… Batı’nın imkânlarını, muhalefetin iktidarı daha kolay devirmesini sağlayacak şekilde topluma yönelik işletmesi isteniyor.

Bu müdahale talebi, Türkiye’ye özgü de değil: Merhum Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi devrilmeden önce Mısır muhalefetinin, General Ömer el-Beşir idaresine karşı Sudan muhalefetinin, Tunus’taki seküler kesimlerin, İran yönetimine karşı rejim muhaliflerinin müdahale talepleri ile aynı kodlara sahip.

Açıkçası İslam dünyası, Batı yanlısı da olmaktan öte, Batı bağımlısı kolektif bir muhalefetle karşı karşıya… Aralarında dayanışma var mı? Ne hadlerine! Batı, İslam dünyasındaki Batıcıların dahi kendi aralarında dayanışmasına izin vermiyor. Bugün kendi kontrolündeki böyle bir cephenin yarın kontrolü dışına çıkma ihtimalinden ürküntü duyuyor.

Batı, İslam dünyasında muhalif kodları birebir aynı örse de onun güdümünde oluşmuş muhalif yapılar birbirinin kopyasından da öte aynı fabrika serisi görünümünde olsa da onların her birini ayrı ayrı kendi güdümünde tutuyor, bizzat merkezden yönlendiriyor.

Bu, İslam dünyasını bütün olarak gözlemleyen araştırmacılar bir yana, sıradan bir kişinin dahi görebileceği berraklıkta açık ve hakikaten endişe verici bir tablo.

Böyle bir tabloya katkı vermek, muhalif olmak değildir, özgürlükçülük hiç değil. Aksine küresel sisteme payanda olmak, onun hesabına çalışmak ve çatışmaktır!

İslam dünyası, buna kapılmış, sözde özgürlük, aydınlık söylemine sarılıp kasılmış tiplerden hakikaten çok çekti. Bundan sonra çekmemesi için sosyal sahada çok daha aktif olması, tarif ve teşhir noktasında daha cesur olması gerekir.

Dünyaya tamamen “değerler çatışması” mantığıyla bakıp tutumlarını bununla belirleyenleri sürekli taltif etmek hakikaten risktir.

Ne yazık ki memur alım politikaları da aradan geçen bunca zamana rağmen hep o kesim lehine işledi. Onlar gibi düşünmeyenler, “güvenlik riskli” kişiler diye fişlendi. Bugün hâlâ bile yapılıyor. Çünkü hâlâ bazı isimler, hakikati görmüyor ya da farklı hesaplarla görmek istemiyorlar.