Seyfü'l-Kudüs cihadının en önemli yönlerinden biri, İslâmî mücadelenin aslî insani karakterine oturarak seküler Filistinliler ve Araplar gibi dünyanın gayrimüslim kesimlerini de etkilemesidir. Filistinliler, daha önce bunun için Sola meyletmişler ancak o uğurda değerlerini tüketmelerine rağmen başarılı olamamışlardı. Bu kez değerleriyle birlikte dünyada kabul görülmüş olmaları, Filistin mücadelesinde tarihsel bir dönüm noktası kabul edilmelidir.

GİRİŞ

2021 yılının Mayıs ayı başlarında dünya, yaşlı ve sivil bir Siyonist istilacıya karşı, genç bir Filistinli kadının “Sen, bizim evimizi çaldın!” çığlığıyla irkildi. Filistin davası, pek çok habere, pek çok sanat etkinliğine konu olmuş ama hiç bu kadar yalın duyulmamıştı.

Yirmi üç yaşındaki Muna el-Kurd’un o acı çığlığını, Siyonistlerin Mescid-i Aksâ’ya yönelik “Bayrak Yürüyüşü” adını verdikleri ve Kudüs’ün 1967’de israil tarafından istila edilmesini sevinç çığlıklarıyla kutlayan etkinlik girişimlerine karşı, Kudüs murabıtlarının tekbirleri izledi.

Camilerin minarelerinden yükselen “Eyne Salâhaddin? (Selâhaddin Nerede?)” nidaları eşliğinde Gazze mücahidleri, HAMAS’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam’ın öncülüğünde 10 Mayıs’ta israil’e savaş ilan etti ve uzun bir aradan sonra Filistin mücadelesi Kudüs merkezli olarak bütünlük kazandı. 1967’den önce istila edilen Filistin şehirlerinde dahi Filistin gençliği, israil aleyhindeki mücadeleye fiilen katıldı.

İsrail gösterileri sınırsız şiddete rağmen bastırmakta başarısız olduğu gibi Filistin’e yönelik sınırsız hava bombardımanlarından da sonuç alamadı. Buna karşı Siyonist yerleşimciler, Gazze’den atılan roket ve füzelerden dolayı konutlarından çıkmakta güçlük çekti. 21 Mayıs gününün ilk saatlerine kadar devam eden ve Siyonistler tarafından “mini savaş”, HAMAS tarafından ise “Seyfü’l-Kudüs” adı verilen bu 11 günlük savaş, israil tarafından talep edilen karşılıksız ve koşulsuz bir ateşkesle sonuçlandı. Savaşın hemen ardından israil’de uzun süredir devam eden kabine kurma çalışmaları on iki yıllık Netanyahu iktidarının son bulmasıyla bitti; israil’de İhvân-ı Müslimîn (Müslüman Kardeşler) kökenli bir partinin de dışarıdan desteklediği yeni bir kabine kuruldu.

III. İntifada olarak da değerlendirilen bu savaş, pek çok yönüyle Filistin mücadelesinde “Yaşlı ve Yorgun Siyonizme Karşı Genç ve Dinamik Müslüman Filistin Mücadelesi” başlığı altında toplanabilecek bir umuda işaret ediyor.

Analizimizde söz konusu savaşı; arka planı, Siyonistlerin endişeleri ve Filistin mücadelesinin geleceği açısından değerlendirdik.

SEYFÜ’L-KUDÜS’ÜN ARKA PLANI

Mescid-i Aksâ, İslam’ın üç mukaddes mekânından biridir. Bir dinin mukaddes mekânlarını idare ve tanzim edecek olan, yine o dinin mensuplarıdır. Birleşmiş Milletler’e (BM)’e göre de Kudüs, israil işgali altındaki Filistin toprağıdır. BM Güvenlik Konseyi’nin Filistin’le ilgili sair kararları ve 252 No’lu kararına (1968) göre; israil, Kudüs’te işgalci kabul edilmektedir. Bir işgalci olarak israil’in Kudüs’ün yasal statüsünü değiştirme eğilimi kapsamındaki, arazi ve mülklerin kamulaştırılması da dahil, tüm girişimleri uluslararası toplum adına meşru sözcü olarak BM tarafından reddedilmektedir.

İsrail, bu açık duruma rağmen Mescid-i Aksâ’nın bulunduğu Harem’i “Beih ha-Mikdaş” diye Yahudi literatürüne göre adlandırmaktadır. Onu destekleyen Siyonist Hıristiyan Evanjelistler de Harem için “Tapınak Tepesi” demektedirler.

Siyonistler, Kudüs’ü Yahudi toprağı görmekte ve Müslümanların Kudüs’teki kadim varlığını istila saymaktadırlar. Onlar için, Müslümanlar, burada istilacı konumundadırlar. Mescid-i Aksâ, yıkılıp yerine kadim Yahudi tapınakları (Süleyman Mabedi) inşa edilmesi gereken bir Yahudi mekânıdır. Mescid-i Aksâ yıkılmalı, Kudüs’teki Müslümanlar öldürülmeli veya oradan çıkmaya zorlanmalıdır.

Bu, siyonizmin Kudüs’le ilgili stratejisidir. Siyonist devleti israil, bu strateji çerçevesinde, “yerleşimci” diye Kudüs’ün etrafına sivil görünümlü Yahudi istilacı yerleştirmekte, Mescid-i Aksâ’yı “Ağlama Duvarı” tarafından yıkmaya doğru faaliyetlerini sürdürürken Kudüs’ü sivil görünümlü istilacılar üzerinden adım adım kuşatmaktadır.

Şeyh Cerrah Mahallesi’nin istilası, Mescid-i Aksâ’nın yıkılmasına hazırlık olarak kuşatılması stratejisi açısından sembolik olmayı da aşan bir öneme sahiptir.

Semte adını veren Emîr Hüsameddin Hüseyin bin Şerafeddin İsa el-Cerrâhî, Kudüs fatihi Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin çevresindeki çok yönlü bilgelerden biridir. Âlim, mücahid, sufi ve cerrah bir hekimdir. Kimi rivayetlere göre onun kişisel doktorudur ve “cerrah” unvanı da buradan gelmektedir.

Şeyh el-Cerrah, Kudüs’ün fethinden sonra surların kuzeyinde surlara sadece 1 km mesafedeki alana bir dergâh kurmuş, orada bir külliye inşa etmiş, 1201’de vefat ettiğinde orada gömülmüş ve o külliye etrafında bugün Şeyh el-Cerrah Mahallesi denen bir yerleşim alanı oluşmuştur.

Bir zamanlar bağlık bahçelik yapısıyla şehrin güzel bir mesire alanı olan bu semt, 19. yüzyılın sonlarında Yahudilerin ilgisini çekmiş ve devrin memurlarının ihmaliyle Yahudiler buraya yerleşmeye başlamışlardır. Buna ek olarak Şeyh el-Cerrah zaviyesinin etrafında Müslüman yerleşimi de çoğalmış, bir cami inşa edilmiş ve Müslümanlar, mahalleyi Yahudi yerleşiminden uzak tutmaya çalışmışlardır.

20. yüzyıldaki Filistin mücadelesini “En-Nekbetü’l-Filistiniyye ve Firdevsü’l-Mefkûd/ Filistin Nekbesi ve Kayıp Cennet” adlı eserinde kapsamlı bir şekilde anlatan Arif el-Arîf, kuzeyde Nablus Yolu üzerindeki mahallenin stratejik önemine dikkat çekiyor. Henüz 1947’de mahalle halkı Siyonistlere karşı büyük bir direniş göstererek Filistin mücadelesindeki kahramanlığıyla örnek teşkil etmiş, Siyonistlerin zihin dünyasında öfke duyulacaklar arasında yerini almıştır.

Yahudi semtleri ile Kudüs arasında yer almakla da ayrıca bir öneme sahip olan mahallede, 30 Kasım 1947’de İhvân-ı Müslimîn (Müslüman Kardeşler) Teşkilatı mensubu gençler, medrese talebeleri ve gönüllülerden oluşan Müslüman kuvvetlerle Yahudi istilacılar arasında şiddetli çatışmalar çıktı. 7 Ocak 1948’de Müslüman kuvvetlerin komutanı Muhammed Mahmud Cemil el-Hüseynî şehid oldu. Ama Müslüman kuvvetleri direnişi ilkbahar aylarına kadar sürdürerek, büyük bir direnişle sivil Yahudi istilacıları, İngilizlerin onlara verdiği desteğe rağmen mahalleden çıkardı. İngilizlerin 14 Mayıs 1948›de Filistin’den çekilmesiyle, Siyonist Irgun örgütü, mahalleyi istila girişiminde bulunduysa da 19 Mayıs 1948’de geri çekilmek zorunda kaldı ve Yahudilerin mahalleye yerleşmesine izin verilmedi.

Önemli bir kısmı Kürt ailelerden oluşan mahallenin bu direnişi, Siyonistlerin mahalleye yönelik öfkesine yol açtı. Mahalle 1967’de Kudüs’le birlikte istila edildiğinde Siyonistler, Müslümanları mahalleden çıkarma ve daha önce burada yerleşik Yahudileri buraya geri getirme projelerini başlattılar.

Geçmişin bağ ve bahçelerinin yerini Siyonistlere ait beton binaların aldığı mahalle günümüzde bir diplomatik konut semti olarak da kullanılıyor. Mahallede Türkiye’nin yanı sıra İngiltere, İspanya, İsveç, Belçika, İtalya, Fransa dahil birçok ülkenin diplomatik temsilciliği yer alıyor.

Mahallenin kadim sakinleri, bu devasa binalar ve temsilcilikler arasında kalan konutlarını terk etmemek için direniyorlar. Ama israil, Siyonist strateji çerçevesinde mahalle sakinlerini peyderpey yerlerinden ediyor ve onların evlerine dünyanın farklı noktalarından getirdiği Yahudileri sivil görünümlü istilacı olarak mahalleye yerleştiriyor.

İsrail, meseleyi sözde yargısına havale edip zamana yayarak lehinde sonuçlandırmak istiyor. Mahalle sakinleri, Osmanlı günlerinden kalan tapularını ibraz etseler de Siyonist yargı bu belgeleri kabul etmiyor ve konuyu dünyanın gözünden kaçırarak Siyonistler lehine kararlar aldırıyor. Şeyh Cerrah’ta, en son 28 ailenin konutu sakinlerinin elinden alınmak istendi, evlerin, bahçelerin bir tarafına Yahudiler yerleştirildi.

Bu noktada İngiliz Kraliyet Yayını BBC’nin Ortadoğu Editörü Jeremy Bowen’in şu tespitleri kayda değerdir:

“Burada konu birkaç evin mülkiyeti konusundaki bir anlaşmazlık değil. Birbirini takip eden İsrail hükümetlerinin tümü tarafından benimsenen Kudüs’ü sürekli olarak daha Yahudi bir kent haline getirme stratejisinin parçası olması bakımından önem taşıyor. Kentin işgal toprağı sayılan alanlarına uluslararası hukuk çiğnenerek büyük Yahudi yerleşimleri inşa edildi. Son yıllarda hükümet ve yerleşimciler, Eski Kent duvarlarına bitişik Filistin evlerini tek tek ele geçirme mücadelesi veriyor.”

İsrail, ikisi Şeyh Cerrah'ta ve ikisi güneyde Silvan'da olmak üzere dört bölgeyi hedef alıyor ve bunlar, 1967 savaşından bu yana israil’in Kudüs’teki Filistinlilerin geniş ölçekli olarak yerlerinden edilmesine yönelik ilk çabasını temsil ediyor.

Siyonistlerin sessizce uygulamak istedikleri planı, Muna el-Kurd isimli yirmi üç yaşındaki bir genç kız, sosyal medya üzerinden duyurunca Şeyh Cerrah’ta uygulanan plan dünyaca duyuldu. Ardından Mescid-i Aksâ ve çevresinde yaşananlar, Filistin İslâmî Direniş Örgütü HAMAS’ın “Seyfü’l-Kudüs (Kudüs Kılıcı)” olarak adlandırdığı 2021 Mayıs ayı cihadının önünü açtı.

İSRAİL’İ CESARETLENDİREN ETKENLER

Siyonizm, her gelişmeyi hedefleri doğrultusunda değerlendiren uzun soluklu bir stratejidir; güncel etkenleri önceden planlanan hedefleri için kullanır.

İsrail’in son dönemde Filistin halkına ve Mescid-i Aksâ’ya karşı hareketlenmesini sağlayan etkenlerin başında ise eski Başbakan Binyamin Netanyahu ile ABD eski Başkanı Donald Trump arasındaki yakınlık olmuştur.

Trump, ABD Başkanı olarak seçilir seçilmez (2016) makamını koruma endişesine düştü/ düşürüldü. Trump, konumunu korumak ve daha sonra, başkanlığı ikinci kez kazanmak için Yahudilere ödün üstüne ödün verme eğilimindeydi. Netanyahu, bunu İsrail (ve dolayısıyla siyasi geleceği) lehine fırsata dönüştürerek Trump Dönemi’ni Siyonizm için en üst kazanımlar dönemine dönüştürmek istedi.

İkili, iç siyaset dengelerinin aleyhlerine gelişmesinden dolayı en hızlı sonuç alabilecekleri bir alana yöneldi; Körfez ülkelerini baskı altına alarak Filistin’deki vakaları yönetmeye çalıştı.

ABD, Kudüs’ü israil’in başkenti olarak tanıdı (2017). Trump ve Netanyahu, ardından Abraham Anlaşması veya Yüzyılın Anlaşması olarak adlandırılan anlaşmayı Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ile yapmayı başardılar (15 Eylül 2020). Bölgede Filistin aleyhine daha da kapsamlı bir “normalleşme” sürecine geçtiler. Suudi Arabistan’ın resmen olmasa da anlaşmanın tarafı olduğunun bilinmesi, Sudan ve Fas’ın bu “normalleşme” sürecine katılmalarıyla Arap ülkelerinin büyük kısmı, israil’e karşı mücadeleden tamamen çekilmiş sayıldı. İsrail, Filistin’in bu şekilde yalnızlaşmasından cesaret aldı.

Ayrıca Netanyahu’nun siyasetteki kritik durumu ve israil’in her ABD başkanının göreve başlama sürecini lehine değerlendirme siyaseti de ABD’de Joe Biden’in henüz göreve başladığı bir süreçte Şeyh Cerrah Mahallesi gibi bir simgede israil’in harekete geçmesinde etkili olmuştur.

ABD’deki Siyonist lobisinin de en azından bir kısmının Şeyh Cerrah Mahallesi’ndeki israil girişimlerini doğrudan teşvik ettiği bilinmektedir.

1948’den önce Şeyh Cerrah’ta oturan Yahudileri temsil eden iki Yahudi derneği, Şeyh Cerrah’taki sözde mülklerini Yahudi sivil istilacıların Kudüs’e taşınması yönünde faaliyet gösteren ABD merkezli kuruluşlardan Nahalat Shimon Ltd’ye satmıştır. Bu kuruluş, Filistinleri, Şeyh Cerrah’ta istilacı gibi tanıtıyor, onlardan kira talep ediyor, buna karşı israil mahkemelerinde davalar açıyor. Siyonist mahkemeler, bu davalarda hep olduğu gibi sivil istilacılar lehine ve dünya Siyonizmi direktifleri doğrultusunda karar veriyorlar. Meselenin bu yanı israil’i de aşıp ABD merkezli Siyonist yapının vakalar üzerindeki etkisini ortaya koyuyor. Nitekim Kudüs’ün sözde belediye başkan yardımcılarından Fleur Hassan-Nahoum, dünya Siyonistlerinin diliyle konuşuyor; sivil istilacıların bölgeye yerleşmesinin engellenmesini, Yahudilerden arınmış bir Avrupa’ya atfen Nazilerin ortaya attığı Judenrein (Yahudilerden arınmış bölge) terimiyle anlatarak keskin bir çarpıtmayla “Doğu Kudüs’ün neden Judenrein olması gerektiğini anlamıyorum” diyor.

SDAM