Haramlar, Allah’ın hudutlarıdır. Helalin sınırı, bir yanıyla haramla bilinir. Haramı olmayan bir din, İslam değildir.

Kişi bir halle karşılaştığında haram-helal değerlendirmesi yapmıyorsa onunla İslam arasına bir mesafe girmiştir.

Haram ve helal değerlendirmesinin ne kadar ciddi yapıldığı ise pratikte belli olur. Haram ve helal değerlendirmesini pratiğe yansıtmak, günümüz dünyasında dinini yaşamak anlamında, aynı zamanda Müslümanların bir alamet-i farikasıdır.

Hıristiyanlar bir yana, Yahudiler dahi dinlerinin haram ve helallerine dikkat etme konusunda çok duyarsızlaştılar. Sair dinlerin ise aileyi korumayla ilgili bazı esaslar dışında helal ve haramı neredeyse yoktur.

Müslümanların hâlâ Allah’ın hudutları olan haramlara bulaşmamaya dikkat etmeleri, belli ki İslam düşmanlarını huzursuz ediyor.

Bu huzursuzluğun bir yanı İslam’ın hâlâ yaşanmasından duyulan kinden kaynaklanıyor. Diğer yanı ise İslam’ın haramlarının tüketimi sınırlandırmasından, dolayısıyla insanlığı sömüren güçlerin kâr hırsına zarar vermekten kaynaklanıyor.  

İsrafa düşmeyen her Müslüman, onlar için kayıp bir müşteridir. İçkiye bulaşmayan, eğlence sektörüne katılmayan her Müslüman onlar için kayıp bir müşteridir. Tesettürüne dikkat eden her Müslüman kadın, onlar için bir kayıp hükmündedir.

İslam düşmanlığıyla bu kapitalist hırs buluşunca İslam’ın hudutlarına karşı düşmanlık süreklilik kazanıyor, kurumsallaşıyor.

Geçen yüzyılda İslam’ın haramlarını pratikte ortadan kaldırmak için despot yönetimleri devreye koydular.

O yüzyılda herhangi bir İslam ülkesinde şatafatlı içkili, fuhuşatlı törenler düzenleyenler, toplumu sadece ifsat etmiyorlardı, aynı zamanda ülkeyi büyük şirketlerin tüketim hırsına açıyorlardı. Onların inancına rağmen, baskıyla içkiye alıştırdıkları her memur, aslında uluslar arası şirketlere kazandırılmış bir müşteriydi aynı zamanda.

Bugün onlar için bu despotizm yolu kapandı. Yakın yıllara kadar Tacikistan gibi istisnalar ve Çin zulmü altındaki Doğu Türkistan dışında o tür uygulamalar tarihte kaldı.

Ama liberal yöntemlerle harama alıştırmak, o despot yönetimlerden kaynaklı sorunlardan da daha büyük sorunlar oluşturuyor.

İslam karşıtları bunu gördüler ve 20. yüzyılın sonlarından bu yana, harama bulaştırma konusunda liberal alıştırma yöntemini, despot yöntemlerden bile daha çok teşvik eder oldular.

Dünya görsellik çağı yaşıyor ve görsel araçlar, aralıksız haram reklamı yapıyor. Televizyon program ve dizileri, gayri meşru yaşamı “aşk” adı altında normalleştiriyor. Okullardaki eğitim de o programları destekliyor.

Bu hayasız akına karşı her Müslüman kendini emr-i bilmaruf ve nehy anilmünker ile görevli bilmeli, kendini ve dünyasını ondan korumalıdır.

Oysa son model ve en güçlü silahları sosyal medyayı, kullanarak bırakın sıradan Müslümanın, kürsülerdeki vaizlerin dahi haramlardan sakındırmaktan dolayı linç edilmeme garantisi yoktur. Böyle olunca, cami kürsülerinde bile bir hoca içkiyi, fuhuşu başlı başına vaaz konusu yapamıyor, cesaretini toplayabiliyorsa ancak satır aralarında haramlardan söz edebiliyor.

Yok toplumu kutuplaştırma, yok başkasının günahının bekçisi olma, yok hoşgörüden yoksun olma gibi bir dizi saikle toplumun en günahkâr kesimi, klavyelerin başına geçip seferberlik hâlinde günah bekçiliği yapıyor, günaha karşı koyanlara hücum ediyor. Bu, kesinlikle normal bir hâl değildir. Bunun arkasında sosyal medyayı kontrol eden güçler vardır. İslam’ın haramları, kitaplarda kalsın, müzelik olsun diye çalışan bir cephenin karşılığıdır bu.

Helali-haramı belirsiz bir din, Helali-haramı belirsiz bir İslam olamaz. Helali-haramı belirsiz bir din ihdas etmek, dini yok etmektir.

Buna göz yummak da asla normal değildir. Ailenin korunması gibi, en sıradan dinlerin dahi sınırlar koyduğu bir alanda sınırların kalkması, toplumun bütün değerlerini kaybederek aradaki hudutların kalkması, göz yumulabilir değildir.