Yüzyılı geçen sosyalist tecrübe, sosyalizmin toplumlar için tükenişe gidişle eş değer olduğunu gösterdi.

Sosyalist yaklaşım, muhalefet iken kötü bir gidişatı bertaraf edeceğine dair umut verir.  Haksızlığın, zulmün yıkılacağına dair güçlü bir his oluşturur. Bunu mükemmel projeler sunarak değil, sarsıcı sloganlar üreterek yapar. “Kahrolsun!” diye başlayan ve “Ölüm!” diye biten sloganları ile adalet arayışında olanların içine su serper.  

Ancak sosyalizm, hangi topluma bulaşırsa uzun vadede o toplumun köklerine kibrit suyu döküyor. Toplumlar, sosyalizmi iktidar yaptıktan bir süre sonra, onun yol açtığı yıkımı telafi için mücadele vermek zorunda kalıyorlar.

Sosyalizm, güçlü bir muhalefet dilidir ancak aynı güçte yıkıcı bir iktidar türüdür. Muhalefeti ne kadar şiddetli ise yıkımı da o ölçüde şiddetlidir. Bunun için özellikle gelişmekte olan toplumlarda ilerleyişi sekteye uğratan ve uzun süre telafi edilemeyen yaralar açar.

İslâmî kesimlerin 20. yüzyıldaki en büyük başarılarından biri, bazı istisnalar dışında, İslam dünyasında sosyalist hareketin toplumsal iktidarı ele geçirmelerini engellemeleridir. Sosyalist gruplar, Batı desteğiyle pek çok ülkede darbeler yapıp iktidar oldular ama toplumsal desteği alamadılar.

Filistin mücadelesi bu konuda istisnalar arasında yer alır. Ne yazık ki geçmişte, sadece Filistin zemininde değil, İslam aleminin genelinde Filistin mücadelesine sol dil hakim olmuştur.   

“Kahrolsun israil!” ile başlayan, “israil’e ölüm!” ile biten söylem, sosyalizmden alınan mirastır.

“Kahrolsun israil” demeyecek miyiz? Tam aksine bu çağda “Kahrolsun israil!” diyemeyen hiç bir hareket, gerçek anlamda İslâmî hareket değildir.

Sorun, sloganın atılmasında değil, her şeyin sloganda kalması ve İslâm’ın inşa dilinin, inşa yanının unutulmasıdır.

Kelime-i Tevhid “La!” ile başlar. İslâm’da batılın izalesi, hakkın ikamesi için vazgeçilmezdir. Ama batılın izalesi de hakkın ikamesi ile hedeflenir. Hak, kaim olunca batıl zail olur.

Postmodern bir dünyada yaşıyoruz. Sade ve net ikili yapı çok geride kaldı. Postmodernlik, tek kelimeyle çok seçenekliliktir. Karşımızda artık tek batıl yok. Akla ziyan sayıda ve renklilikte batıl vardır. Batılın renklerini bir bir seçip atmakla meşgul olmak yerine, hakkı ikame etmeye çalışmak, aynı zamanda daha kolay bir yoldur.

İsrail’de bir zalim gider, başka bir zalim gelir. İsrail gider, onun vekili kalır. Buna karşı hakkın ikamesinde ise batıllar bütün olarak gider ve hak, batılın yerini alır.

Nûreddin ve Selâhaddin Hazretlerinin başardığı da hakkın ikamesidir. Umudu batıllardan birinin gitmesi üzerinden kurmak yerine, hakkı inşa etme üzerine kurmalarıdır. Bunun en bariz misallerinden biri, Seyfü’l-Kuds cihadına vesile olan semtin inşacısı Şeyh el-Cerrah’tır.

İnşa öncelikle, nitelikli şahsiyetler yetiştirmekle başlar ve Selâhaddin’in yanında Şeyh el-Cerrah alim, mücahid, komutan, sufi ve cerrahlığa yükselmiş bir hekimdir. Baştan başa inşaya işaret eden bu çok yönlü kimliğiyle o, toplumun bir kesimine önderlik etmiş, topluma umut vermiş, Haçlılar defolduktan sonra onların asla başaramadığı bir hayat düzeyini Kudüs’ün yanı başında kurmuştur.  

Hak, soyut değildir; önce proje ve vaat; ardından inşadır. Toplum, bunu hissettiğinde hakka tabi olur. Aksi hâlde hak, kulağına hoş gelse de batıllardan bir batılın peşine takılır.  

Filistin mücadelesinde “Kahrolsun israil!” elbette olacak ama “Yaşasın islam!”, “Yaşasın Kudüs!”, “Yaşasın İslam adaleti!” o sloganın önüne geçecektir. Filistin mücadelesinin yıkım yanı elbette olacak ama inşa yanı, yıkımın da önünde bilinecektir.

Gazze’de böyle bir süreç işliyor. Ancak sair taraflar, hâlâ sosyalist yaklaşımdan arınmış değildir.

İslam dünyası o yaklaşımdan arınıp İslâmî yaklaşımla donandıkça israil ve Siyonistler, kahrolup defolacaklardır.