2O. yüzyılda İslam’a yönelik baskılarda bıçak kemiğe dayanınca İslam aleminde pek çok hareket için “özgürlük”, taleplerin merkezine oturdu. İslâmî kesime dayanan pek çok hareket, bir yaşam tarzını dayatmaması bağlamında devletin liberalleşmesini siyasal faaliyetlerinin en mühim amacı gibi öne sürdü.
Bugün geldiğimiz noktada ise pek çok başlık altında, liberal yönetim tarzına yönelik sert eleştiriler dile getiriyoruz. Zira baskı süreci, bizi özümüzden kopardığı gibi liberal süreç de bizi özümüzden koparıyor.
Liberal süreçte geldiğimiz noktanın en ürkütücü yanı ise yeni nesillerin “İslâmî devlet nizamı” diye bir nizam biçimini hiç konuşmadan büyümeleridir. Bu, yeni nesillere yönelik gözden kaçırılamayacak bir tehdittir.
Analizimizde bu bağlamda, İslâmî bir devlet nizamının olmadığına dair eğilimin oluşmasına değineceğiz ve bu eğilime sayfamız boyutunda cevap vermeye çalışacağız.
BOŞLUĞA DÜŞÜŞ
Liberal süreç, Türkiye’de özellikle Turgut Özal’ın önderlik yaptığı muhafazakâr bir kesim tarafından, İslâmî faaliyetler açısından imkân gibi düşünüldü. O sürecin bazı imkânlar oluşturduğu da muhakkaktır. Ama zamanla o “imkân süreci”, bir tür “asıl” gibi görülmeye başlandı. Liberalizmin alt bir versiyonu olarak “muhafazakâr demokrasi” sahiplenildi ve dindar kesimlerin özlemini duydukları yönetim tarzı gibi öne çıkarıldı. O kisve altında, renksizliği, boşluğu hatta hiçliği ifade eden liberal düzen; İslâmî kesimlerin taraftarı oldukları, getirmek için çalıştıkları, getirdikleri ve ayakta tuttukları düzen gibi önümüze kondu.
Bu atmosfer içinde pek çok kesim, “ilahî nizam, İslâmî düzen, İslâmî devlet yapısı, İslam devleti” gibi kavramları terk etti. Hatta bu tür tanımlardan söz etmek, önce bir tür fitne, sonra bir tür ihanet gibi görülmeye başlandı. Bu tür kavramları kullanmak, “oyunbozan ahmaklar”ın işi gibi anlatıldı.
Zaruretten doğan, arızi hâl hedeflenen, aslî hâle büründü. Liberal anlayışı savunmaya cemiyetler kuruldu.
Sonuçta bugün, geçmişte İslâmî kesim içinde yer alan, oralarda mücadele eden pek çok kişinin genç evladı, siyasal anlamda boşluğa düştü, neyi sahipleneceğini bilemez oldu.
Gençlik; henüz ana yurdu Batı’da yozlaşmış, muhafazakâr demokrasinin insanî değerleri tükettiğini görüyor, bu tarza razı olmuyor, itiraz ediyor, lâkin buna karşı ne isteyecek? Bu yönde elinde siyasal bir öneri, sahipleneceği bir nizam yok. Boşluğa sürüklenmesin diye önüne konan cihan hakimiyeti ideali, onu bir miktar coştursa da onun anlamsızlık psikolojisine düşmesini engellemiyor.
Bu postmodern zaman genci, önceki kuşaktan çok daha çaresiz. Önceki kuşak, bir Müslüman olarak siyasal sorularına cevap aradığında geleneksel dünyadan eli boş dönse de o soruların cevaplarını bir kitapçıda bulabiliyor ve aldığı cevaplar ile motive oluyordu.
Postmodern gencin öyle bir imkânı dahi yok. Zira gençlere kitap okutmak için çırpınan fedakâr kitapçı nesli, çoktan ahirete göç etti ya da kendi dünyasına çekildi, onların yerine ise liberal ekonomik düzen içinde yenileri gelemedi.
Postmodern genç, bu hâl içinde ya muhafazakârlığı aşan uç bir liberalizme merak salıyor ve çok isabetsizce deist olmakla itham edilip dışlanıyor ya da aynı çerçeve içinde siyasal dışı görünen ama aslında aleyhimizdeki siyasalın kadim bir silahı olan zevkperizmin kapanına düşüyor.
Bu gençlere yönelik bir anket düzenlense tamamına yakını anne babalarının devlet nizamı için ne istediğini bilmediğini ifade edecek; kendisine “ilahî nizam, İslâmî düzen, İslâmî devlet yapısı, İslam devleti” gibi kavramlar hatırlatıldığında muhtemelen “Bunlar da ne?” cevabı verecektir. Çünkü yıllardır baba ocağında bu kavramlar hiç konuşulmamıştır. Bu kavramlar, Müslüman hanelerinde bir tür kızağa çekilmiş ya da sürgüne gönderilmiştir.
Şimdi tekrar soralım:
İSLÂMÎ DEVLET NİZAMI YOK MUDUR?
İslam’dan az çok haberdar olan birinin böyle bir soruyu sorması bile abes…
İslam, Yesrib’de hürriyetine kavuşur kavuşmaz devletleşmiş; hiç gecikmeden Yesrib’i “Medine” diye adlandırarak medeniyetinin başkenti edinmiş ve başında bizzat Hz. Resûl-i Ekrem’in bulunduğu bir devlet nizamı inşa etmiştir.
Herhâlde Hz. Resûl-i Ekrem’in aynı anda hem peygamber hem seküler/laik bir devlet adamı olduğunu söyleyecek biri yoktur.
Zira Hz. Resûl-i Ekrem, din ve devleti birbiriyle bütünleşmiş olarak aynı mekânda, mescidde konuşmuştur. Minberdeki hatip olarak hem peygamber hem devlet başkanı olarak dinlenmiştir.
Hulefa-i Râşidîn de Hz. Resûl-i Ekrem’in hattı üzerinde sebat ettiler. Hem imam hem devlet başkanıydılar.
Devlet, öncelikle bir hukuk nizamıdır ve yüzyıllar boyunca hiçbir Müslüman taife, İslam’ın inanç sisteminin esasını teşkil eden Allah’ın birliğine ve Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna iman ile İslam’ın hukuk nizamını kabul arasında ayrım koymamıştır. Her Müslüman; Allah’ın birliğine ve Hz. Resûl-i Ekrem’in hak elçiliğine iman ettiği gibi Kur’an-ı Kerim’in söz konusu ahkamına da iman etmiştir. İslam ümmeti, tarihi boyunca Kur’an-ı Kerim’deki söz konusu hükümlerden birini dahi inkâr edeni, kendi topluluğundan saymamış; onu kendi dünyasından kabul etmemiştir.
Batı dünyasında Hıristiyanlığın kilise inanç ve hukukuna karşı şu veya bu sebeple genel bir isyan hâli yaşandı. İslam dünyasında, İslam inancına karşı böyle bir isyan yaşanmadığı gibi İslam’ın hukuk nizamı Şeriata karşı da bir isyan yaşanmamıştır.
Aksine iki yüzyıldır bütün propaganda ve dönüşüm araçları seferber edilmesine rağmen İslam dünyasının ezici bir çoğunluğu hâlâ İslam hukukuna gönülden inanmakta ve o hukukun “mükemmel” anlamında ideal hukuk olduğundan kuşku duymamaktadır.
Buna itiraz mı var? O hâlde buyrulsun; İslam dünyasında ümmet genelinde hatta bazı Hıristiyan unsurları bile dahil ederek bir referandum düzenlenip topluma “İslam hukuku ile yönetilmek istiyor musunuz?” sorusu yöneltilsin.
Halbuki böyle bir referandumu düzenlemek bir yana, böyle bir referandum önerisinde bulunmak dahi suç kabul edilir. Çünkü böyle bir soruyu toplumun aklına getirmenin bile toplumda o yönde bir talep oluşturmasından endişe duyulur.
NASIL BİR DEVLET NİZAMI?
İslam devlet nizamı, İslam dini bütününün bir unsuru olarak vardır. İslam inancı, akidesi, ibadetleri ve ahlakı ile bütünleşik bir nizamdır.
Bu nizamın;
- Esasları Kur’an ve Sünnet tarafından belirlenmiştir.
- Hedefinin kavramsal karşılığı, “takva” kaynaklı “adalet”tir.
- İcra ediş esası şuradır.
- Ekonomik nizamı, ahlaksal zemin içinde serbest ticaret hakkının korunduğu sosyal adalettir.
Bu nizam;
- Kamusal hakları Allah hakkı olarak görür; o hakları gözetir; bireysel hakları kul hakkı olarak sınıflandırır ve idarece affedilemeyecek haklar kapsamında tutar.
- Mekân olarak, halkın içindedir; halkla arasına aşılmaz engeller koymaz.
- Hizmet tarzı olarak zaruri ve kemali sınıflandırması yaparken israftan uzaktır.
- Hesap sorulma/denetleme açısından kurumsal yapıları bulunmakla birlikte, bütün halka açıktır.
- Ötekiler (kendi inancına mensup olmayanlar) konusunda bütün dünyanın takdirini kazanacak kadar hürriyetçi ve dolayısıyla çoklu bir yaklaşıma sahiptir.
Bu esaslar hiç kuşkusuz, vicdanı bozulmamış olanların itiraz edemeyeceği ideal bir nizamı anlatır. Bu nizam, “mükemmel” anlamında ideal olduğu için, yüzyıllar boyu hiçbir isyana konu olmamıştır. Aksine İslam dünyasında “kıyam” olarak adlandırılan meşru itirazların bütünü ve isyan diye bilinen pek çok kalkışmada dahi ana talep İslam hukukunun uygulanmasıdır. Başka bir ifadeyle, hiçbir Müslüman topluluk, İslam hukuku lağvedilsin diye kalkışmada bulunmamış, aksine Müslüman topluluklar, idarecilerinin İslam hukukuna uymamalarından dolayı kalkışmaya girişmişler ve yöneticilerin İslam hukukuna tabi olmaları durumunda kalkışmalarına son vereceklerini belirtmişlerdir.
HÜKÜMET SİSTEMİ VE DEVLET NİZAMI AYRIMI
Hz. Resûl-i Ekrem’in hilafet konusunda net esaslar belirtmediği iddiasıyla İslam devlet nizamı diye bir nizamın bulunmadığını öne sürenler ya yanılıyorlar ya da bizi bilerek yanıltmaya çalışmaktadırlar.
Bir devletin icra makamlarının oluşturulmasını ifade eden hükümet sistemi ile devletin nizamı birbirinden farklıdır. Hükümet sistemi, şekilsel olarak bir araçtır; nizam ise devletin özüdür. Aralarında ilişki bulunmakla birlikte ikisi bir değildir.
Resûl-i Ekrem’in halifelerinden Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali seçimle; Hz. Osman, bir komisyon içinden seçimle, Hz. Ömer ise (Allah hepsinden razı olsun) vasiyet üzere göreve başlamışlardır. Ancak hepsi için vazifeye başlama süreci, beyʿatla tamamlanmıştır. Beyʿat da bir onaylama tarzıdır.
Beyʿat hep zorunlu olmakla birlikte, İslam’ın Müslümanları hükümet sisteminin oluşturulması hususunda iradeleriyle baş başa bıraktığı da malumdur. Müslümanlar, İslam devlet nizamının esaslarına bağlı kalmak koşuluyla maslahatlarına uygun hükümet sistemini oluşturmakta irade sahibidirler.
Bu bağlamda bir idarecinin ardından evladının idareye gelmesi Müslümanlar tarafından haram olarak görülmemiş ancak bunun sisteme dönüştürülüp saltanatın sabit Müslüman iradesine dönüştürülmesi kerih görülmüş ve ancak düzensizlik/anarşizm tehdidi karşısında ehven-i şer olarak nitelendirilmiştir.
İslam’ın esaslar değil, araçlar söz konusu olduğunda çok seçenekli özüyle uyumlu bu hükümet sistemi çok seçenekliliğini, nizamdan yoksunluk diye anlatmak, hele bundan yola çıkılarak İslam devleti diye bir kavram yoktur, demeye kalkışmak açık bir aldatmadır.
Müslümanlar, en iyisini talep etmek ve en iyisini icra etmeye çalışmakla mükellefler. Müslümanların, bireysel ahlak konusunda en iyisini talep ettiğini söyleyip devlet nizamı konusunda “her şey kabulümüzdür” eğilimi içinde önlerine çıkan her nizamı onaylaması söz konusu olamaz.
Müslümanlar, her konuda olduğu gibi devlet nizamı konusunda en iyiye taliptirler ve onların bu taleplerini gerçekleştirmeye çalışırlar. Ancak onların, iyinin yerine kötünün gelmesine sebep olmama gibi mukaddes bir hassasiyetleri vardır. Müslümanlar, ideal nizam talebinde bulunurken duruşlarının, kötü yöneten bir Müslümanın yerine, İslam karşıtlarının gelmesini değil, ondan daha iyi bir Müslümanın gelmesi şeklinde karşılık bulmasına itina gösterirler. Bunun aksini körlük ve hatta yerine göre ihanet olarak görürler.
Sonuç olarak;
Önümüzde esas olarak sadece bir İslam devleti nizamı yok, aynı zamanda teferruat olarak çok seçenekliliğe açık İslâmî bir hükümet sistemi de vardır.
Bu gerçeği gözden kaçırmak, gelecek nesillerin boşluğa düşmelerine yol açarak inançlarını menfi etkileyecek bir vebaldir.
Herhâlde bu kritik dönemde, Osmanlı Devleti’nin “Din ü Devlet” bütünlüğü anlayışını en doğru şekliyle hatırlamakta da maslahat söz konusudur.