Zaman zaman kimi akademisyenlerin, kimi aydınların, kimi gençlerin menfi dönüşüm haberleri duyuluyor. Üzülüyoruz, hayıflanıyoruz ve kusuru onların bireysel dünyalarında arıyoruz. Oysa son yıllarda yaşadıklarımız, bireysel bazı dönüşümleri aşıyor. Biz, yeni bir dalga Batılılaşma ile karşı karşıyayız. Ana yapısı hedefleri açısından bilinen Batılılaşma ile aynı, şekli ve malzemeleri açısından yeni olan, yeni nesil bir Batılılaşma dalgası…
Batılılaşma, yaşanıp geride bırakılan bir vaka değil, kendisini yenileyen ve zaman zaman bu yenilenmeyi dalgalara dönüştürebilen bir dönüştürme yoludur.
İslam dünyası, 19-20. yüzyıl Batılılaşmasıyla baş etmeye çalışırken ABD Eski Devlet Başkanı Barack Obama’nın 2009’da Mısır’da yaptığı konuşmada ilan edilen yeni bir Batılılaşma dalgası ile yüz yüze kaldı.
Bugün pek çok bireyin yanında toplum genelinde gördüğümüz pek çok menfi dönüşüm de bu dalganın iradeleri tutsak almasıyla gerçekleşmektedir.
Analizimizde bu bağlamda, yeni nesil Batılılaşma dalgasını değerlendireceğiz.
BATILILAŞMA YA DA KÜLTÜREL İSTİLA
Batılılaşma, en basit anlamıyla “Batıya benzeme” olarak tarif edilir. Bir toplumun başka bir topluma benzemesi genellikle yadırgandığından; Batılılaşma, kendisini başka kavramlarla da tarif etmiştir. Bundan dolayı “modernleşme/çağdaşlaşma”, “medenileşme/uygarlaşma”, “muassır medeniyet düzeyini yakalama/çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma” gibi kavramlarla da anlatılmıştır.
Bu kavramlar aldatıcıdır. Zira bu kavramları kullananlar, günün gerçekliği içinde daha müreffeh bir düzeye ulaşmayı kast eder görünürler. Oysa bu kavramların tamamı, Batı’yı merkeze almayı, Batı’ya tabi olmayı, Batı’yı metbu tanımayı anlatır. Batı, burada “çıkarları doğrultusunda” düşünen, deneyen, uygulayan ve yasalaştıran konumunda iken Batılılaşanlar, Batı’nın “çıkarları doğrultusunda”ki bu aksiyonunu yine “Batı’nın çıkarları doğrultusunda taklit eden/sentezleyen/yozlaştırarak da olsa kendi zemininde yaşayan” konumundalar.
Bu denklemde, Batı sürekli önde iken Batılılaşanlar sürekli arkadalar. Dolayısıyla burada toplum ve ülkeler bağlamında, bir hiyerarşi söz konusudur. Bu hiyerarşinin tepesinde Batı, onun altında diğer toplumlar vardır ve üst; altı sürekli kendi rahatına göre düzenlemekte, ona rahatı doğrultusunda şekil vermektedir. Bunun için alttaki toplum ve bireyler; bırakın Batılılaştıkça özgürleşmeyi; Batılılaşmanın kendisini bile özgürce taklit edememekte, yaşayamamaktadır.
Medenileşme, özü itibariyle evrenseldir. Dünya tarihi boyunca hiçbir “medenileşme” hareketi, dünyanın bir kesitine tabi olma olarak gelişmez.
Batı, Batılılaşanları toplumları hizmetine almak, onların düşünme ve düşündüklerini yaşama özgürlüklerine el koymakla insanlığın medenileşme serüveninden ayrı düşmektedir. Batılılaşma da özünün yanında bu yönüyle de medenileşmeden uzak kalmakta, fiziki istilaya hizmet edecek, onu kolaylaştıracak bir kültürel istila olarak gerçekleşmekte daha doğrusu gerçekleştirilmektedir.
Batılılaşma; toplumları Batı çıkarları ve Batı’nın planlaması doğrultusunda toplumları özlerinden koparma, insani değerlerine yabancılaştırma hareketidir. Toplumlar, Batılılaştıkça sadece özlerini yitirmezler, aynı zamanda özgürlüklerini de yitirerek Batı’nın tabisi hâline gelirler.
Bu sadece toplum için değil, birey için de geçerlidir. Birey de Batılılaştıkça sadece özüne yabancılaşmaz, aynı zamanda bağımsız düşünme hürriyetini kaybederek hep, Batılı birinin düşünmesini; Batı’nın düşündüğü var sayılan o kişiyi ciddiye almasını, ciddiye alınan o kişinin popülerleştirmesini bekleyen bir uydu; düşünce hürriyetinden bile yoksun modern bir köle konumuna düşer. Üstelik, bu birey, Batılılaştıkça özgürleştiğini zanneder, hatta sırf özgürleşme adına Batılılaşmaya yönelir.
BATILILAŞMA EVRELERİ VE YENİ BATILILAŞMA
Batılılaşma, bir kez yaşanıp sonra etkileriyle uğraşılan bir musibet değildir; kendisini sürekli canlı tutmaya çalışılan ve kimi zaman dalgalara dönüşen bir musibetler bütünüdür.
Batılaşmanın Batı açısından etkin bir istila gücüne dönüşmesi, ideolojilerle gerçekleşmiştir. Bunun için ideolojileri merkeze alarak Batılılaşmayı evrelere ayırırken ideolojileri merkeze almak mümkündür.
İdeolojileri merkeze alarak Batılılaşmayı, basitçe, ideolojiler öncesi, ideolojiler çağı ve ideolojiler sonrası zevkperizm Batılılaşması olarak üç evreye ayırabiliriz.
İdeolojiler öncesi Batılılaşma, henüz dallanmamış, farklı bir ifadeyle henüz mezhepleri oluşmamış, fraksiyonlara bölünmemiş bir Batılılaşmadır; onun etkin olduğu evre, 19. yüzyıldır.
İdeolojiler çağı Batılılaşması, 20. yüzyılda sosyalizmin Sovyetler Birliği’nde devletleşmesiyle başlayıp Sovyetlerin çöküşüyle ana etkisini yitiren Batılılaşmadır.
İdeolojiler sonrası zevkperizm Batılılaşması ise 20. yüzyılın sonlarında zuhur eden ama siyasal olarak İslam dünyasında Barack Obama’nın 2009’da Mısır’da yaptığı konuşma ile ilan edilen geniş anlamda liberal, dar anlamda “cinsel anlayış merkezli” Batılılaşmadır.
Bu üç Batılılaşma da
- Batı’yı merkeze alma
- Batı’ya tabi olma
- Seküler/laik olma
- Toplum ve bireyleri özlerinden koparma
- Toplum ve bireyleri özgürleşme iddiasıyla özgürlüğünden koparıp mukallit yapma
- Batı’nın fiziksel istilasını sağlama ve sürdürme
gibi ortak özelliklerde buluşurlar.
Ama bariz farklara da sahipler:
Birinci dalga Batılaşma; Hıristiyanlık reformu, Yahudi ticaret ahlakı, Batılı sekülerlerin dönüşüm istekleri, İslam dünyasının bilimsel mirası ve bazı medeni değerleri üzerine oturmuştu; seçkinciydi, toplumlar için Batı’ya tabi olacak bir önderlik oluşturmaya dayanıyordu.
İkinci dalga Batılılaşma esasta Yahudi/Yahudi kökenli veya onların etkisi altındaki düşünürlerin ekonomi alanındaki ayrışmasına dayanıyordu. Yahudi veya Yahudi kökenli düşünürler arası bir bölünme miydi yoksa bir görev paylaşımı mıydı, henüz anlaşılmış değildir.
Bu iki dalga Batılılaşma, sosyal dönüşüm anlamında, toplum ve bireylerin giyim kuşam, yeme içme gibi tali alışkanlıklarıyla uğraşmış, özgürleştirme iddiasıyla onları geleneksel alışkanlıklarının ötesine taşımış, şekil bakımından modern Batı’nın yoluna sokmuştur.
Her iki dalga Batılılaşma da insanın nefsani arzularını coşturarak o arzuların insanın dine bağlılığına karşı kullanma tekniğine başvurmuştur. Nefsani arzular coşturularak birey ve toplumun geleneksel bağları çözülmüş, o arzular üzerinden bir tüketim ve yaşam sahasına çekilerek Batılı istila ağının içine alınmıştır. Lâkin birinci dalgada nefsani arzular hususu, muhafazakârlığın bir miktar zıddına taşınırken ikinci dalgada epey uzağına düşürülmüştür. Buna rağmen pek çok sosyalist kesimde bile uygun ifade ile toplum ve bireyi köklere bağlayan ip tamamen kopmamıştır. Zevke tabiiyet çok belirgin olmakla birlikte merkeze oturmamıştır.
Bizim yeni nesil Batılılaşma dediğimiz son dalga Batılılaşma ise seçkincilikten uzaktır, küreselci bir yaklaşımla ulusal yönetimleri ve bölgelerin toplumsal bütünlüğünü hiçleştirerek bireylerin bizzat kendilerine hitap etmektedir. Bunu yaparken nefsani arzuları tamamen merkeze almakta, kişiyi, birinci dalgada olduğu gibi milliyetçi/romantik/toplumsal bir kurtuluşa değil; ikinci dalgada olduğu gibi bir ideolojiyi icra etmeye değil, doğrudan nefsine, zevkine tabi olmaya çağırmaktadır.
Öncekiler için zevk cinsel merkezli olarak, bir araç görünümünde iken bu dalgada zevk, esastır. Dolayısıyla yeni nesil Batılılaşmaya kapılan; toplumsal kurtuluş ve ekonomi konusunda ne düşünürse düşünsün esasta birey ve toplum için cinsel alışkanlıklarda kurallardan uzaklaşma yönünde tavır ortaya koymakta; ya bizzat kendisi bu yönde dönüşüm yaşamakta ya da bu yöndeki dönüşümü en temel insani hak olarak görmektedir.
Bu yönüyle yeni nesil Batılılaşma, insanın yeme içme, giyim kuşam gibi detay yanlarının yanında, bizzat özü ile uğraşmakta, onun bedeniyle dahi oynamaktadır. Bunun için yeni nesil Batılılaşma, aynı zamanda en radikal, en uç Batılılaşma tarzıdır. Bu Batılılaşma dalgasına kapılanlar da geçmişteki bazı istisnalar dışında gelmiş geçmiş en radikal, en uç Batıcılardır.
Bununla birlikte Batılılaşma ilk günden, bir istila hareketi olarak değil de bir özgürleşme hareketi gibi tanıtıldığından son dalga Batılılaşmayı yaşayanlar da kendilerini Batıcı olarak değil, özgür düşünmeyi en uç anlamda öğrenen, özgür yaşama cesareti gösteren birey olarak görüyorlar, kendilerine tabi olmama konusunda direnen toplumlarını ise henüz özgürleşmemiş, geri kalmış kesimler olarak görüp aşağılamaktalar. Çoğu zaman kendilerinin toplumları ile Batı arasında bir ara evrede yer aldıklarını da unutarak kendilerini dünyanın en münevver, aydınlanmış, mukaddes bireyleri olarak görüp insanlığa tepeden bakmaktalar. Batı’da yeni bir fikir doğuncaya kadar da duruşlarını değiştirme konusunda asla ödün vermemekteler.
YENİ NESİL BATILILAŞMADAKİ ÇELİŞKİ
Batılılaşma, üstü örtük bir istila hareketi olarak gelişince hedefini sürekli gizlemiştir. Bunun için çok az Batıcı, toplumlarının Batılılaşmasını açık hedef olarak ilan etmiş; hemen hemen tamamı Batılılaşma hedefini aydınlanma, kalkınma gibi aldatıcı hedeflerle kaplamıştır.
İslam dünyasında son dalga Batılılaşmacılar da kendilerini yeni dalga bir Batılılaşmanın propagandacıları, tabileri, sempatizanları olarak değil; emperyalizm ve sermaye karşıtı, dolayısıyla Batı muhalifi özgürlükçüler olarak tarif etmekte, bizden de kendilerini öyle görmemizi istemekteler, kendilerini yalanlamayı “tanrısal bir buyruğu yalanlama” gibi görmekteler.
Söz konusu kişiler, Batı’dan gelen her şeyi, en azından doğru olmaya en yakın ve köklerden gelen her şeyi yanlış olma ihtimali daima yüksek önyargısıyla değerlendirme gibi düşüncede adi bir mukallit olduklarını ve bu mukallitlik yanlarının Batı lehinde yaşandığını göz ardı etmekteler. Düşüncede ve yaşam tarzında Batı yönünde mukallit olmak ise Batılaşmanın esas niteliğidir. Bu niteliğe sahip herkes kendisini nasıl tanımlarsa tanımlasın Batılılaşmacıdır, kültürel istila çalışanıdır, yeni çağın sömürge adamıdır.
TEHDİDİN BÜYÜKLÜĞÜ
Birinci ve ikinci dalga Batılılaşmada doğrudan İslamî kesim değil, İslamî kesimin ihmal ettiği ya da ikna edemediği kesimleri hedefine almıştı. Seçkinlere ya da sıradan bireye yönelirken genelde bu kapsamı aşmamıştı. Halbuki son dalga Batılılaşma, sosyalist kesimler gibi İslamcı kesimi de liberal/küresel dönüşüme zorlama gibi bir hedefe sahiptir ve coşturulmuş nefsani arzuların bu dönüşümü sağlayabileceği öngörüsü üzerine oturtulmuştur.
Son dalga Batılılaşma, diğer dalgalar gibi askeri bir disiplinle planlanmış ve hedefine sosyalist kesimlerin yanında İslamcı kesimleri de koymuştur. Bu dalgada mümkün olduğu kadar İslamcıyı Batılılaştırma, buna direnenleri ise kendi evreninde huzurunu bozma, dışarıya karşı ise yıpratma gibi amaçlar taşımaktadır.
Bu çerçevede zayıf halkaların bağlarına fare misali hücum etmekte ve onları bir bir koparmaktadır. Geçen haftaki köşe yazımda ifade ettiğim üzere ne yazık ki söz konusu kişilerin dönüşümünü hep bireysel bir sorun olarak değerlendirdiğimiz için meselenin özünü kaçırıyoruz. Bu da tehdidi büyütüyor.
Bizim derhâl, süreci bütün yönleriyle değerlendirip İslam dünyası merkezli ama evrensel bir stratejiye sahip bir karşı atağa ihtiyacımız vardır. Sürekli tahlil ve savunma pozisyonu bize mevzi kaybettirmekte, kınayıcılıktan kaynaklı keyifsizlik ise karşı tarafın işine yaramaktadır.