İslam alemi yabancı nizamlara maruz bırakıldığında “şirk” kavramı haklı olarak gündeme geldi.

İslam yurdunu istilacıların vekillerine karşı korumak isteyen İslam önderleri, “tağut” kavramı bağlamında “şirk” kavramını da işlediler.

Her iki kavramın işleniş nedeni, İslam aleminin maruz kaldığı dış istila; işleme hedefi de İslam aleminde şuur hasıl ederek istilayı bütün yönleriyle sonlandırmaktı.

Dolayısıyla bu kavramları işleme faaliyeti, esasta dışarıya dönüktü; dışarının içeride bulduğu bağları kurutmaya yönelik bir kurtuluş ve istiklal faaliyetiydi.

Ne var ki bir kültür casusluğu girişimi, bu hayırlı faaliyeti ustalıkla içeriye çevirdi. Büyük bir kısmı Suudi finansmanlı vakıflarca yapılan yayınların maharetiyle bu faaliyet, Müslümanlar içi bir tartışmaya evirildi.

Faaliyetin özü, arındırmayı, dolayısıyla pâklaşarak bütünleşmeyi hedeflerken faaliyetin bu dönüşmüş hâli ihtilaf ve bölünmeye kaynaklık etti.

Faaliyetin özü, istilacılara karşı güçlü argümanlarla mücadeleyi getirirken faaliyetin dönüşmüş hâli, istilacıların işini kolaylaştırdı, onların istilalarına ömür kattı.

Müslümanlara güç veren bir mücadeleyi onları zafiyete sürükleyecek bir hâle evirme operasyonunu kimi yürütüyordu?

Uzunca bir araştırmaya gerek yok. Zira bütün işaretler, müsteşriklere götürüyor.

Kim bu müsteşrikler? Batılılar, “doğu bilimci” anlamında “oryantalist” diyorlardı. Biz, o kavramı tercümeyle; ilim bağlamında Şark ile uğraşan anlamında “müstaşrik” kavramını üretip incelterek “müsteşrik” ifadesine vardık.  

Lâkin bu Doğu/Şark bilimciler, öyle kendiliğinden harekete geçen ilim meraklıları değildi. Sıkı bir hiyerarşiye sahip Batı’da, bu mümkün değildi.

Müsteşrik, Batı’nın siyasi/askeri nizamı içinde sömürge birimlerinin kalemli çalışanıydı ve vazifeleri, silahlı sömürge kuvvetlerinin işini kalemle kolaylaştırmaktı.

Müsteşrikler, en esasta, Müslümanların İslam kaynaklarına inançlarını ve birbirlerine karşı güvenlerini kırmak üzere sözde “ilmî üretim” yapmakla görevliydiler. İnanç kırılınca Müslüman, İslam’dan uzaklaşacak. Müslümanların birbirlerine güvenleri kırılınca ümmet bölünecek. Böylece köksüzleşip dallara bölünen Müslümanlar, Batı altınını üretimde odun olarak kullanılacaktı.

Bu, İslam aleminin bütün tarihi boyunca karşılaştığı en sinsi ve en yıpratıcı casusluk mekanizmasıdır. Ama bütün müştemilatıyla istihbarat sinsiliği içinde üretilmesine rağmen, başta Mustafa Sibai gibi alimler olmak üzere Müslümanlar onu tespit ve teşhir ettiler, onun sırlarını açığa vurdular.

Ne yazık ki Müslümanların muzaffer toplum psikolojisi aşırı özgüveninden kurtulmamaları, onların olayları takip yönüne zarar vermiştir. Müsteşrik meselesini de tespit edip teşhir ettikten sonra olduğu yerde bıraktık. Oysa bugün ilk günkü kadar sinsi bir “yerli müsteşrik” sorunuyla karşı karşıyayız. Özellikle İslam tarihi konusunda.

Bazen makaleleri en son yazarlarına bakarak okurum; saptırma, delileri ihtilaf için kullanma, kuşku uyandırma beceresiyle hareket etme gibi yönlerine bakarak bunu ancak bir İslam düşmanı yazmış olabilir, derim. Ne yazık ki yazarı Mehmet, Ahmet, Ali adında biri çıkar. Okkalı bir üniversitenin İlahiyatında bir de en tepeden unvan sahibidir.

Allah muhafaza ama öğrenciler, onu bir de “İslam alimi” biliyordur. Halbuki bütün yeteneğini İslam’ın önderleri etrafında kuşkular uyandırmak için kullanır. Fetihlerde vazife alan İslam önderlerinin ihlas ve kahramanlığına halel getirmek için geçmişte “ozanca” uydurulmuş veya sinsice düzenlenmiş ne kadar sahte doküman varsa onları mutlak birer doğru gibi önümüze koyar. Bu sayede aynı zamanda kaynakçasına “İbn, bin” künyeli isimler ekler ki onu gerçekten alim zannederiz.  

Adam, alim falan değil, basbayağı “yerli müsteşrik”. Ama biz, müsteşriki hep dışarıda aradığımızdan onu onlardan değil, kendimizden sayarız. Daha doğrusu müsteşrik meselesinin yerel boyutunu tamamen ihmal etmişiz. Halbuki formül gayet basit: İslam’la ilgili meselelere Batılı kaynaklar ve Batıcı bir hedefle bakan her tür ilmi araştırma, bir müsteşriklik faaliyetidir. Bu faaliyeti yapan da müsteşriktir.

Müslümanlar olarak; Nas’ta açık olan, teferruatı da bizden öncekiler tarafından izah edilen şu müşriklik meselesine ayıracağımız mesainin yarısını çağımızın bir sorunu olan müsteşrikliğe harcasaydık şu anki sorunlarımızın çoğunu çözerdik. Haksız mıyım?