Zihin dünyamızdaki şeytan, galiba biraz “çağın dışında” kaldı. Şeytanı sanki bir eski zaman adamı, bizimle bir zamanlar uğraşıp oralarda kalan yaşlı, yorgun ve hantal biri gibi algılıyoruz.

Oysa çocukluğumuzda, bize öğretilen şeytan, kendini yer ve zamana göre değiştirebilen bir varlıktı. Biz ne içimizdeki zorbalara şeytan diyorduk ne de kötüyü dosdoğru anlatana. Bizim için şeytan, nerede, ne zaman, hangi kılıkla geleceği belli olmayan, hilekâr biriydi. Çocuklar da oyunlarında ne yapacağı belli olmayan arkadaşlarına hakaret ederken ya da onların hile kurma maharetlerini överken “şeytan gibi” derlerdi.

Bu tanımlama, tamamen İslam’ın temel kaynaklarından öğrenilmişti. O temel kaynaklarda şeytan, nasıl tarif edilmişse bize de öyle anlatılmıştı.  

Sonra bir kısmımızın zihin dünyasında bir “siyasal şeytan” imajı belirdi. Bu “siyasal şeytan” imajı, İslam’ın temel kaynaklarında ifade edilen şeytan tarifine esasta aykırı değildi. Lâkin dikkatimizin siyasal şeytanla kast edilenlerin zorbalıklarına yönelmesi, şeytanı “hilekâr” bir varlık olmaktan öte, “zorba bir varlık” olarak algılamamıza yol açtı. Ki bu, çağın şeytanını tanıma açısından bir yanılgıya sebep olacak bir algıdır.  

Buna karşı diğer bir kısmımızın zihin dünyasında şeytan, sadece bireyle uğraşan, zavallı bireyi durmadan aldatıp onu yoldan çıkaran, topluma hitabı olmayan, siyasal düzenlerde karşılığı bulunmayan, kendisi de zavallı bir varlık olarak kaldı.  

Siyasal şeytan imajına kapılanlarımız, bireyle ve dolayısıyla fert fert bizzat bizimle uğraşan şeytanı göz ardı ederken şeytanı salt bireyle uğraşan bir varlık olarak algılayanlarımız da çağın müstekbirlerinin şeytanî yönlerini göz ardı ettiler.

Siyasal şeytan imajına kapılanlarımız, bireyin iradesini yok sayıp bütün kötülükleri çağın zorbalarının dayatması bildiler. Çağın müstekbirlerinden beri olduğumuzu beyan ederken, farkında olmadan, o müstekbirlere “tanrısal” nitelikler yüklediler. Onları “her istediklerini yapabilen” olağanüstü güçler gibi tanıttılar. Şeytanı artık tekaütte tutarken şeytana kanan birey ve toplumları tamamen masumlaştırdılar. Onları iradelerini kullanamayan, çağın müstekbirlerine ister istemez boyun eğen iradesizler olarak tasavvur ettiler. Bu, genel anlamda birey ve hatta toplumun ihmaline yol açtı.  

Şeytanı salt bireyle uğraştığını düşünenlerimiz de çağın zorbalarının bireye kurduğu pusuları yok saydılar. Bütün kötülükleri salt şeytanla zavallı birey arasındaki bir ilişkiye bağladılar. Kötülükleri tamamen şeytana kanan zayıf bireylerin eseri olarak gördüler. Çağın müstekbirlerinin birey ve topluma dayatmalarını yok saydılar. Müstekbirlere söyleyecek bir sözleri olmadı. Zira müstekbirlerin birey ve topluma yönelik baskısını bilmediler ya da yok saydılar. Neticede çağın gerisinde kaldılar.

Bu karmaşa içinde şeytanı tamamen yok sayan, bir yeni nesille yüz yüze geldik. Manayı unutan bu yeni nesil, başına gelen her şeyi kendi iradesinin veya yolunda gittiklerinin iradesinin mutlak eseri görür. Kendisini koşullarüstü bir varlık olarak düşünür. Kendisine baskı ya da hileyle kararların aldırılabileceğine inanmaz. Başka bir ifadeyle kararlarının oluşumunda, dışarıdan zorbalık ya da hileye pay vermez. “Ben karar verdim ve ben yaptım!” der, öyle sanır. Çağın müstekbirlerinin kendisine bir kararı kabul ettirmiş olmasını hakaret saydığı gibi şeytanca hilelere kanmış olmayı da kendisine hakaret kabul eder. Giyiminden içimine, ibadetten uzak kalmasından hayatı eğlence gibi görmesine bütün hâllerini her tür koşuldan beri olarak, adeta çağın “atmosfer koşullarının dışında”, bizzat kendi tercihi olarak görür.

Özetle biz çağdaş şeytanı, biraz günün ifadesiyle yeni nesil şeytanı yeni nesle tarif etmeyince yeni nesil, şeytandan tamamen beri kaldığı yanılgısına kapıldı; çağı “şeytansız kalmış” zannetti.

İSLAM KARŞITLIĞI YA DA ÇAĞIN ŞEYTANI

İlahi kelâmın mucizevi haber verişine uygun olarak bugün dünyada İslam, biricik dindir. İslam dışında, din olma iddiasında olan bütün öğretiler, “çağa ayak uydurdular”. Dolayısıyla tükendiler, siyasal düzenler gibi, birey ve toplumların hayatları üzerindeki etkilerini yitirdiler, hiçleştiler.

Batılı bir Hristiyan’ın yaşam tarzıyla “Ortadoğu”lu bir sosyalistin yaşam tarzı arasında fark yok. İkisi de aynı giyinip aynı şeyleri içip aynı şeyleri yiyorlar. Biri nefsine ağır gelmiyorsa haftada bir kiliseye giderken diğeri korkmuyor ve üşenmiyorsa örgütünün teşkilat mahzenine uğruyor. Hepsi o kadar… Din her ikisi için de hiçleşmiş, her ikisi de birey sorunlarının çözümünü kutsal metinlerde değil, psikiyatride; siyasal sorunların çözümünü de ideologların eserlerinde arıyor. İkisi için de haram kavramı anlamsız…   

İnsana dayatılan bu tek tiplilik karşısında sadece İslam duruyor. Bunun için de sadece İslam, din olarak dünyada baskı görüyor, İlahi iradeyi tanımayan dünya zalimlerinin zulüm ajandasında biricik din olarak yer alıyor.

Çin’in musallat olduğu Doğu Türkistan’dan Mısır’ın zindanlarına; Güney Asya’nın Arakan’ından Fransız ya da Avusturya polisinin sabah alacası baskınlarına kadar İslam’ı yaşamak zulme uğrama ihtimali getiriyorsa bu, İslam’ın zayıflığından değil, ayakta olmasındandır. Zalimin İslam’la uğraşması, Müslümanlar olarak kimsesizliğimizden değil, hâlâ onunla baş etme ihtimalindendir. İslam düşmanının öfkesi, İslam’ın meydan okuma kabiliyetinin var oluşundandır.

İslam, Mekke’nin müşriklerini aciz bıraktığı gibi çağın zalimlerini de aciz bırakmaktadır. Mekke’nin müşriki İslam karşısında aciz kaldığı için, düşkün olduğu akrabalığı yok saydı, uğruna öleceği evladına işkence etti. İşkencesiyle İslam’ı değil ama akrabalık ve aile üzerine kurulu düzenini tüketti.

Çağın zorbaları da insanlığa düşkün olmakla, insan hakları uğruna gerektiğinde savaşmakla övünürken İslam karşısında aciz kalınca kendileri gibi insan olan Müslümana zulmediyorlar. İşkencesiyle Müslümanı değil, insanın yüceltilmesine dayalı kendi düzenleriyle çelişip bizzat o düzenlerini bitiriyorlar. Zira bir düzen, esasları ile çeliştikten sonra çökmeye mahkumdur.

Lâkin ne yüce Allah’a isyan, çağın müstekbirlerinin yaptıklarından ibarettir ne de çağdaş şeytan veya yeni nesil şeytan, sadece çağın müstekbirlerinin bu görünen zorbalık yüzüdür.  

Şeytan, kendini yer ve zamana göre yenileme kabiliyetine sahiptir. Bugünün dünyasında biz artık modern vasıflı şeytanla değil, postmodern vasıflı şeytanla karşı karşıyayız. Çok dilli, çok renkli ve çok seçenekli, tabiri uygunsa yeni nesil bir şeytandır bu.

Bu çağdaş şeytanın, çağın şeytanının kökleri ile kopmayan ilişkisi ise insanın üzerine zorbalıkla ve dosdoğru gelmesi değil, “yumuşak güç”le: Hile ve aldatmayla gelmesidir. Zorba, iyi insanın kafasına, omuzlarına, ayaklarının altına vururken; onun, insanın, göğsüne kuşkuyu koyması, zihin ve kalbine sirayet etmesidir. Geçmişte olduğu gibi bugün de insanı ikna ederek veya gaflete düşürüp ona yakışıksız kararlar aldırması ve eylemler yaptırmasıdır.

Ne var ki onun hilelerinin kapsamı konusunda “takva ehli müstesna”dır ve küresel bozulma göz önünde tutulduğunda bugün çağa boyun eğmeyen Müslümanlar, üstten bir bakışla “müstesna kullar”dır. Çağın insanı, çağın zorbalarının korkusundan tir tir titrerken Müslümanlar hâlâ Allah’tan korkmakta; çağın insanı, çağın zorbalarından yana düşünme kabiliyetini tatil etmişken, Müslümanlar, hâlâ çağın zorbalarına rağmen ve onlara karşı düşünmekte, çağın insanı bütün inanç ve ideolojileriyle çağın zorbalarına teslim olmuşken Müslümanlar hâlâ insanlığın biricik grubu olarak direnmektedirler.

Ve farkı bütün görkemiyle duyuran üstün haslet: Çağın insanı, nefsani arzularla tatmin olma yarışındayken sadece Müslümanlar, arzularını sınırlandırma uğraşındalar. Dolayısıyla Müslümanlar, sadece çağın zorbalarını değil, çağdaş şeytanı da aciz bırakmaktalar. Ama, bu şeytanın hilelerinden emin olduğumuz anlamına gelmemeli, hâlimizle ilgili müspet tespit şeytanı tamamen yendiğimiz ve artık yok sayabileceğimiz yanılgısına yol açmamalıdır.

Zorbalara lanet okuyor olmamız, İslam karşıtlarına durmadan küfürler savurmamız da tek başına uyanıklığımıza işaret de değil, ayakta kalmak için yeterli de değildir.

Şeytana lanet bir gerekliliktir. Ancak şeytana lanet, İslam’da sürekliliği olan bir zikir değildir. Müslüman, şeytana lanet zikrinde bulunmaz. Günlük veya haftalık olarak şeytana lanet merasimi yapmaz. Sadece varlıklı ve imkânları olan kesime farz olan Hac menasiki içinde şeytan taşlama vardır. Tekbir ve tehlillerle donatılmış Hac menasiki içinde onun sınırlılığı da barizdir. Müslüman, Allah’ı anarak ve Rasûl’üne salat ve selam getirerek zikrini yapar. Bu da reddedip terk edişe karşı inşanın galabetini ifade eder.  

O hâlde çağdaş şeytan veya yeni nesil şeytanla mücadele, salt çağın zorbalarına küfrederek, onları durmadan kınayarak, onlara öfke kusarak olmaz. Ama onları yok sayarak da yapılamaz.

Şeytanı kahreden, manaya imanla, bahil olmanın terkiyle, özverinin hayatın merkezine oturması, yaşını almışların inancında sebat etmesi, gencin ibadet ehli, kadının haya ehli olmasıdır. Bu, ona karşı en büyük lanettir; onu etkisizleştirip aciz bırakmaktır.   

Günün dünyasında inancında sebat eden yetişkinler, ibadet ehli bir gençlik ve haya ehli bir kadın inşa etmek, çağdaş şeytana; mekân ve zamana kendini uyarlamış yeni nesil şeytana rağmen mümkündür. Yeter ki Müslümanın vazifesi, lafzi lanetten, öfkeden, hakaretten ibaret sayılmasın; Müslüman, koşullar karşısında yüce Allah’ın tek ilah olduğuna inancını muhafaza ederek inşaya kararlı olsun…

Biz, sahada kaybettiğimiz son güne kadar zorbalara karşı gürledik, meydan okuduk, farklı cephelerde savaştık. Lâkin şeytanın günün gerçekliği içinde bütün aktifliğiyle var olduğunu ve değişen yüzlere sahip olma kabiliyetiyle donatıldığını unuttuk.

Bunun için kara ve denizlerde savaşları kazanırken, şehrimizde, sokağımızda, evimizde çok şey kaybettik. En yiğitlerimiz, cephelerde durup düşmanın topraklarımızı işgal etmesini engellerken topların ulaşmadığı şehirlerimiz, inşayı terk etmemizle harap kaldı. Biz, açık cephede zorbalarla uğraşırken şeytan arkadan dolandı ve şehirlerimiz, bütün unsurlarıyla bizim irademiz dışında, başkalarının keyfince inşa edildi.

Bugün zorbaların karşısında olmayı terk etmeden kendimizi yeniden inşa etmek, sadece reddedenler olarak kalmayıp insanlığa yeni bir çıkış yolu gösteren bir ümmet olmak durumundayız. Zorbaları ve şeytanı aciz bırakan Müslümanlar, bunu elbette başarabilirler.  Şeytan vardır ve hep var olacaktır; zorbalar vardır ve hep var olacaklardır. Ancak biz hakkıyla sakınmayı bildikten sonra onlar bizim karşımızda aciz kalmaya mahkumdurlar.