Rebiülevvel ayına girdik. Hz. Muhammed Mustafa salallahü aleyhi vesellem’in viladet ayına… 12 Rebiülevvel, Onun dünyaya teşrif ettiği gündür. Onun Mevlid’idir.
İnsanlık, 1400 yılı aşkındır, Onu konuşuyor. Dünyadaki her gelişme, dostluk veya düşmanlıktan yana Ona inen vahyi etrafında yol alıyor.
Hz. Peygamber, yüce Allah’ın gönderdiği peygamberlerden bir peygamberdir. Ancak Onu onlardan farklı kılan hususlar var.
O, Hatemülenbiya’dır. Yani Peygamberliğin mührüdür. Peygamberlik, Onunla bitmiştir. 1400 yılı aşkındır insanlığın yaşadıkları, buna dair bir mucizedir.
Kendisinden önce nice peygamberler gelip geçmiş ve insanlığın bir kısmı da olsa onlara iman etmiştir. Halbuki kendisinden sonra, peygamberlik iddiasında bulunan hiç kimse, büyük ve kalıcı kitleler tarafından ciddiye alınmadı.
İnsanlık, hangi din ve kültür içinde bulunursa bulunsun, Kendisinden sonra mucizevi bir şekilde, peygamberlik kapısının mühürlendiği konusunda ittifak etti. Başka bir ifadeyle yüce Allah, Kendisinden sonra peygamber göndermediği gibi, yalancı peygamberlik iddiaları da insanlık tarafından kabul görmedi.
Hz. Peygambere inen vahiy, “Oku!” emriyle başlamıştır. Dolayısıyla Ona, “Oku!”yanlar/alimler varis olmuşlardır.
Vahyin “Oku!” emriyle başlaması da ahirzaman insanlığını ilgilendiren başlı başına bir mucizedir.
Vahiy, “Oku!” ile başladı; Müslümanlar, bu emir üzerine okudular, ilimle haşir neşir oldular. Ama yine mucizevi bir şekilde, insanlığın İslam’a iman etmeyen kesimleri de okumaya yöneldiler; okuma/ilim çağına geçtiler.
Kendisinden önce insanlığın belki binde birine dahi denk gelmeyecek bir kesimi okuma bilirken kendi peygamberlik evresinde insanlığın hemen hemen tamamı okuma evresine geçti. İnsanlığın bütün ilişkilerinde okuma önem kazandı.
Kendisinden önce, insanlığın yol göstericiliği ile ilgili hususlarda kehanet gibi faaliyetler paya sahip iken Kendisinden sonra ilim, günden güne bütün insanlığın mürşidi oldu.
Bu kapsamda “Oku!” emri öylesine mucizevi ki üzerine ciltlerce kitap yazılsa izahına yetmez ve Müslümanlar, kendilerini sadece bu emirdeki mucizeyi insanlığa anlatmaya adasalar, ancak vazifelerini yapmış sayılırlar.
Hz. Peygamberin en büyük mucizesi Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an’ın ise bugünün insanlığını ilgilendiren en mucizevi yanlardan biri “Oku!” emriyle başlamasıdır. Zira yüce Allah “Oku!” dedi ve vahye iman edenler okumayla, ilimle uğraşmaya başladılar. Oysa iman etmeyenler de ilahi bir dönüşümle okuma, ilim çağına geçtiler.
Hz. Peygamberden önce dünyaya fiziki güç hükmederken “Oku!” emriyle birlikte, insanlığa peyderpey bilgi hükmetmeye başladı. Bilgi hazinelerinin anahtarlarını ellerinde bulunduranlar, insanlığın hakimi hâline geldi. Kim, ilme hükmettiyse nüfusu ne olursa olsun, insanlığın padişahı onlar oldu.
Bu öylesine büyük bir mucizedir ki onu izah etmek, İslam davetçilerinin en büyük vazifelerinden biridir.
Hz. Peygamberin peygamberler içinde diğer bir hususiyeti ise bütün insanlığa gönderilmiş olmasıdır. 1400 yılı aşkındır yaşadıklarımız, Onun bu hususiyeti ile ilgili mucizeyi bütün parlaklığıyla izhar ediyor.
Hiç kuşkusuz sorumluluklarla imkânlar arasında bir ilişki vardır. Sorumluluklar, imkânlara göredir ve 1400 yılı aşkındır insanlık, Hz. Muhammed Mustafa’nın bütün insanlığın peygamberi olma sorumluluğu için imkân üretmekle meşguldür. Müslim veya gayrimüslim bütün insanlık, Onun mesajının bütün insanlığa ulaşması için imkân üretiyor, Onun vahyinin bütün insanlığa ulaşması için imkân oluşturuyor.
İnsanlık, Müslim veya gayrimüslim, Onun davasına hizmetkârdır. Bütün insanlık, Onun çağrısı için çalışıp adeta Ebû Kubeys tepeleri inşa ediyor.
Kendisinden önce gelen peygamberler, bir kavme, bir memlekete hitap ettiler ve onların çağlarında mesajlarını bütün insanlığa ulaştıracak ulaşım ve iletişim teknolojisi oluşmadı. Onların vazifeleri bir kavme ve bir çağa hitaptı. Çağlarının imkânları da o sınırda kaldı. Onu aşacak kadar büyümedi, gelişmedi, ilerlemedi. İmkânlar, onlara ineni muhafaza etmeye yetmedi. Dolayısıyla onlara inen hükümler tahrif edilebildi.
Hz. Peygamber ise bütün insanlığa ve Kendi çağı gibi Kendisinden sonraki bütün çağlara peygamber tayin edildi. İmkânlar, günden güne hem Onun sesini bütün insanlığa ulaştıracak şekilde büyüdü, gelişti, ilerledi hem Onun mesajının tahrif olmasını engelleyecek şekilde yol aldı.
Onun davasının gönüllü veya zoraki hizmetkârı insanlık, öylesine bir teknolojiye ulaştı ki Onun daveti Afrika çöllerine de Kuzey Kutbunun Eskimolarına da ulaştı. Ama aynı zamanda bu imkânlar, Onun davasının tahrif edilmesini, Ona inen kitabın lafzen veya mana olarak değiştirilmesini de engelledi. Kayıt imkânları muhafazayı sağladı, iletişim ve ulaşım imkânları tahrifata karşı muhafızlık sistemi hasıl etti.
Bu, çağın insanı için öylesine bir mucize ki önyargıları yıkan herkesi iman etmeye mecbur eder. Ama bu mucize, aynı zamanda çağın davetçilerine Ondan istifade zorunluluğu getirir. Zira mucize, davet için faydalanılması zorunlu bir imkândır. Günün İslam davetçisi de bu imkânı değerlendirmekle mükelleftir.
İLETİŞİM/ULAŞIM TEKNOLOJİSİ VE İSLAM DAVETİ
İletişim/ulaşım imkânları, son peygamber ve bütün insanlığın peygamberi Hz. Peygamberin peygamberlik evresinde Onun yüce vazifesine uygun olarak günden güne gelişti. Dünün insanı, istisnalar dışında belli bir sahada yaşayarak ömrünü tamamlıyordu. Oysa bugünün insanı için bütün dünya yaşam sahasıdır. Dünün insanı yakın çevresiyle sınırlıydı oysa bugünün insanı, bütün dünyayı yaşam çevresi edinme imkânına sahiptir.
İslam’dan önce, Hz. İsa’nın mesajını insanlığa duyurmak için mukaddes bir gayret gösteren adanmış şahsiyetler dahi ancak belli bir sahaya ulaşabildiler. Halbuki İslam’la birlikte bir ilim ehli dünyayı boydan boya dolaşma imkânı elde etti. İlim, artık bir Yunan sitesi etkinliği ya da bir Sasani şehri özeli olmaktan çıktı. Alim, dünyayı dolaştı ve ilim, bütün insanlığa yayıldı.
Yine ilim, Hz. Peygamberden önce, seçkinlerin uğraştığı bir alan iken Hz. Peygamber devri ile birlikte, üst-alt/seçkin-avam farkı olmadan bütün insanlığa yayıldı. İletişim ve ulaşım imkânları bu yönde yol aldı.
Bugünün insanı, artık başta havayolları ile dünyanın en uzak noktasına ulaşabildiği gibi elindeki basit bir telefondan dünyanın en ücra köşesini de görebiliyor.
Bu imkân İslam davetinin sahasını Hz. Peygamberin bütün insanlığın peygamberi olması hakikatiyle de ilişkili olarak genişletirken İslam davetçilerinin de sorumluluğunu artırıyor.
Müslüman, yüksek bir iradeye sahiptir. O yüksek irade, ona sürekli çağın önünde hareket etme imkânı verir ve bu imkân, Hz. Peygamberin varisi olarak ona yeni sorumluluklar yükler.
İletişim/ulaşım teknolojisinin vardığı nokta, İslam davetçisinin zihin kotlarını değiştirmesini ve imkanlara göre vaziyet almasını zorunlu kılar.
Bugünün İslam davetçisi bir Eskimo’ya ulaşabildiği hâlde ulaşmıyorsa Allah katında bundan mesuldür. Ebû Kubeys Tepesi’ne çıkan Hz. Peygamber gibi dünyanın iletişim tepesine çıkıp onlara ilahi uyarıyı ulaştırmakla mükelleftir.
Bu durum, artık günün yaygın ifadesiyle bir yeni nesil davet gerektiriyor. Teknolojiden şikayet, ilerlemeyi kınama bu bağlamda “Oku!” çağının gerçekliğine aykırıdır. Dün, bir köyün ehli belli bir saha içinde yaşıyordu. Oysa bugün ortalama yüz hanelik bir köyün mensupları yedi farklı kıtada yaşayabiliyorlar. Dünün dağlık bir köyünde, Mevlid münasebetiyle on ayrı haneden kişiler bir araya gelmekte güçlük çekerlerdi. Buluşmalarına kimi zaman kar, kimi zaman sel engel olurdu. Oysa bugün aynı köyün mensupları yedi kıtaya dağıldıkları hâlde bir telefon ekranında yüz yüze gelebiliyorlar. Aralarında bir Mevlid sohbeti yapabiliyorlar. Bu bir imkândır. İmkân, sorumluluk getirir. O hâlde yüz yüze görüşme nostaljisi üzerine ağıt yakmak yerine bunu yapmakla mükellefler.
Dün köyünün, mahallesinin ancak yaşlı cemaatine ulaşan bir köy/mahalle imamı, bugün telefonunu eline alıp Fransa, Rusya, Güney Afrika, Kore, Malezya gibi ülkelere dağılan yüzlerce hemşehrisine ulaşabiliyor.
Bu, Hz. Peygamberin peygamberlik sahası ile ilgili yeni bir hâldir ve bu yeni hâl, yeni insani ilişkiler getiriyor, bu insani ilişkiler şekil bakımından yeni bir davet tarzı icap ettiriyor. Bu davetin önündeki tek sorun ise lisandır ki bu sorunla da ilgili bir mucize söz konusudur.
Bilindiği kadarıyla hiçbir peygamber, kendisinden iman edenlerden yabancı dil öğrenmelerini istememiştir. Oysa Hz. Peygamber, Medine’de istidadı müsait gençleri yabancı dil öğrenmeye teşvik etmiştir. Hz. Muhammed Mustafa sallahü aleyhi vesellem’in bu teşvikini salt, devletin dış ilişkileri kapsamında görmek çok yanıltıcıdır: Onun çağrısı bütün insanlığaydı ve Onun çağrısını yapacak olanlar, insanlığın dillerini öğrenmekle mükelleftiler.
Bugünün Müslümanları da artan iletişim/ulaşım imkânları içerisinde kendileri ile aynı dili konuşanlarla teknoloji üzerinden, dünyanın dört bir yanına yayılan akşam sohbetleri yapacaklardır elbette.
Bizim artık teknoloji komşularımız vardır ve uzakta da olsalar her gün hâllerini sorabileceğimiz daha kolay ulaşır yakınlarımız vardır. Ama bunun yanında bizi bekleyen ve henüz dillerini bilmediğimiz milyonlarca insan vardır. Onlar, İslam’a hasretler ama biz, onları İslam’a düşman biliriz. Onlar, İslam’ı yaşamak için arıyorlar. Biz, onların Müslümanları katletmek için aradıklarını zannederiz. Hz. Peygamberin tek mucizesini onlara haber vermemişiz. Ama onları bütün mucizelere düşman biliriz. Bizi huzursuz eden bu tutarsızlıktır.
Bu tutarsızlığa bir an önce son vermek mümkündür. Bazı mümkünleri gerçekleştirmek ise vazifedir.
Ne mutlu vazifelerini hakkıyla yapanlara!