“Çağdaş Batı”, kendini çağa göre ayarlar. Bunun için, 21. yüzyıla girilirken hemen hemen 20. yüzyılın başındaki ile aynı türden, İslam karşıtı bir propaganda başlatıldı.   

Bu propagandanın en pespaye türlerinden biri ise İslamî kesimin çocuklarının babalarının yolundan gitmediğidir.

Buna bir kısım sorunlu gencin hâlleri ve ailelerin o hâllerden haklı veya abartılı şikayetleri de eklenince kara propaganda neredeyse hakikatin kendisi zannedilecek.

Bir kere, modern dünyada inanç, düşünce ve yaşam tarzının tabii bir miras olarak aktarılması tarihe karıştı.

Geçmişin kapalı dünyasında çocuklar, ebeveynlerinin inanç, düşünce ve yaşam tarzlarının ister istemez alırlardı. Bugünün dışarıya bunca açılmış dünyasında bu artık eskisi kadar mümkün değil.

Ama Müslümanlar da bu hâl karşısında oturup ağlayarak kıyametin kopmasını bekleyecek değiller. İslam son dindir; Hz. Peygamber, Hatemü’l-Enbiya’dır. Dolayısıyla İslam, “son gün”e kadar sorunlara çözüm getirecek kadar diridir. Müslüman irade de bu inançla her sorun karşısında yeni bir doğru tutum geliştirecek kadar da sağlıklıdır. 

Öte yandan hiçbir şey “Çağdaş Batı”ya kapılanların zannettiği gibi gitmedi. 20. yüzyılın başında İslam’a karşı o şiddetli baskı süreci başlatıldığında yolu ilk terk edenler, kendilerinden sonra İslam’a inanmış tek bir kişinin kalmayacağını sandılar.

Cumhuriyet’in teorisyenleri; yaşlı kuşağın aksiyoner isimlerinin imhası, diğer kısımlarının sindirilmesi durumunda sonraki bütün kuşakların “çağdaş Batıcı” olacağını öngörmüşler.

Öyle ki Ahmet Hamdi Tanpınar dahi seccadelerin, rahlelerin artık müzelik olduğunu düşünüyordu.

Açıkçası her birimizin, ekran modeli hâline getirilen M. A. Erbil, O. Bayülgen olması beklenmişti. Söz konusu isimlerin dedeleri alim, babaları çağdaş memurdu; kendileri ise “oyuncu” edilmişlerdi.  

Oysa 1960’lı yıllarda yepyeni bir “Müslüman gençlik” yetişti. İlk kuşağın zihni biraz bulanık da olsa ikinci kuşak 1970’li yıllarda İslam’ı yaşamakla kalmadı. Şehid Metin Yüksel, Sedat Yenigün, Şeyhmus Durgun gibi öncü isimlerin liderliğinde “Müslümanlar Birleşin!” sloganları attılar, yaşlılarını İslamî mücadeleye dahi aktif katılmaya çağırdılar.

Öylesine heyecan dolu, öylesine sürükleyiciydiler ki alışılmışa mahkum olmuş büyükleri, onlarla tartışmaktan çekinir olmuştu.

Henüz sayıları azdı ama sesleri gür ve etkileri büyüktü.

80’li, 90’lı yıllara gelindiğinde ise artık pek çok eğitim kurumunda sayısal üstünlük bile İslamî kesimdeydi.

1990’lı yıllarda insanlık dışı işkenceler yapıldı; sürgünler, baskıları izledi. Ama “Müslümanların çocukları” pes etmedi…

Bugün, İslamî kesimin gençleri;

-Hâlâ çoğunlukla laik bir eğitimden geçiyor.

-Hâlâ televizyon, sinema, tiyatro üzerinden yoldan çıkarılmaya çalışılıyor.

-Hâlâ her gün inançlarına karşı sosyal medya bombardımanına tabi tutuluyor.

-Hâlâ her gün, inanç önderleri ve bizzat babaları aleyhine bir dizi propagandaya tabi tutuluyor.

-Dün sosyalist ideoloji ve milliyetçilikle yoldan çıkarılmaya çalışıldı. Bugün ahlaksızlığın her türü önüne konarak saptırılmaya uğraşılıyor.

-Dün zorluklarla imtihan oldu, bugün pek çok yerde varlık ve ferahlıkla imtihan oluyor.

Buna rağmen, hâlâ direniyor; hâlâ tekbir getiriyor ve en keyiflisi hâlâ küfrün maaşlı veya bedava propagandistlerinin tahminlerini yanlış çıkarıyor, onları patronları karşısında mahcup ettiriyor, onlara fırça attırıyor.

İddia ediyorum: Asr-ı Saadet’ten bu yana İslamî hareket hiç bu kadar engele rağmen bu kadar süreklilik kazanmamıştır. Daha önce hep kısır bir döngü yaşanmıştı. Bu kez, iyileri daha iyiler takip ediyor…  

Bu gençlik dün gibi inanacak ama dün gibi düşünmeyecek, dün gibi yaşamayacaktır. Sabitlerini koruyacak, günü ise inancına göre şekillendirecektir.

Kanmayın gavurların dostlarına!

Böyle bir gençlik kınanmaz! Bu gençliğin eli ayağı öpülür!