Modernizmin konuşulmaya başlandığı günlerden bu yana İslam dünyasında kadının statüsü ve hakları gündemden hiç düşmedi.
Müslümanların bilim ve teknikte modernleşme taleplerine karşı, Batılı güçler, İslamî yaşamın terk edilmesi anlamında bir modernizm dayattılar. Müslümanların bilim ve teknikte modernleşme hedeflerini sabote ederek onları siyasal ve sosyal alana hapsedilmiş zorlama bir modernleşme ile karşı karşıya bıraktılar. Kadını bu talep dışı ve hedeften saptırıcı modernleşmenin odağına aldılar.
Bugün İslam dünyasında kadının statüsü ve hakları herhâlde, Hint kadınının gerisinde değildir. Ama bütün dünyada kadının statüsünün zayıflığı ve haklarının çiğnenmesi, İslam’la ilişkilendiriliyor. Dolayısıyla kadın meselesi, İslam’a karşı savaş kapsamında araçsallaştırılıyor. Üstelik İslam dünyasında kadın haklarına yönelik Batılılaşma yönünde hangi adımlar atılırsa atılsın modernizmi İslam dünyasına dayatanlar, kadın haklarının ihlalini İslam dünyası ile ilişkilendirmekten vazgeçmiyor.
Örneğin, kadının şiddete maruz kalması, Batı dahil bütün dünyanın sorunudur. Ama ısrarla bu sorun, İslam dünyası ile özdeşleştiriliyor. Bu ısrar karşısında, özellikle son otuz yılda Müslümanların kayda değer bir söylem geliştirdiği de söylenemez. Bundan dolayı, kendisini İslamî bir kimlik içinde gören kimi kadınlar bile kadın hakları ihlallerini salt İslam dünyası ile ilgili bir sorun olarak görmeye başladılar. Analizimizde İslam dünyasında kadın konusunu ve İslam dünyasına modernizm üzerinden dayatılan kadın hakları ihlallerini değerlendireceğiz.
İSLAM VE KADIN
İslam, cahiliyenin kadın anlayışına karşı, kadının statüsü ve haklarını yeniden tanımladı. Kadını Kur’an-ı Kerim’in hükmüyle miras hukukunun içinde aldı. İslam miras hukuku ve İslam ekonomisinde kadına yönelik bir tür pozitif ayrımcılık ile Müslüman kadın, ekonomik bağlamda hızla yol aldı. Aynı şekilde İslam, kadına ilmin kapılarını açtı. Böylece kadın bilgilenme hakkını elde ederek erkeğin kendisine karşı tarih boyunca en çok üstünlük tasladığı bir alanda mağduriyetten kurtuldu.
Ne var ki İslam dünyasında zamanla örf, pek çok sosyal alanda olduğu gibi kadın hakları konusunda da İslamî uygulamaların önüne geçti. Özellikle ilk üç yüz yıldan sonra cihadın dışında kalan İslam toplumlarında kadın mağdur oldu. Cihadın içinde yer alan alanlarda, kadın mücahit yetiştiren anne, kocası cihadda iken yanında yer alan, yanında olmadığında onun yokluğunda işlerini evirip çeviren aslî unsur konumunda iken diğer alanlarda kadın aslî konumunu kaybetti. Ama zamanla neredeyse bütün İslam dünyasında kadın, Kur’an-ı Kerim’de açıkça ifade edilen miras hakkından yoksun bırakıldı. Üstelik bu durum kadına da kabullendirildi. Kadının miras talep etmesi, erkek kardeşlerine ve babasının akrabalarına karşı bir hukuksuzluk talebi gibi algılandı.
Kadın konusunda teferruat gibi görünen bu ekonomik yaklaşım, kadınla ilgili bütün hususları etkiledi ve kadını hayatın her aşamasında mağdur etti. Bu mağduriyet ancak, malın kesin olarak müşterek kabul edildiği toplumlarda hafifledi. Yine kadınlarla ilgili eğitim kurumları da oluşturulmayarak kadın, cahiliye döneminde olduğu gibi bilgilenme hakkının dışında bırakıldı.
İslamî hayatın ihya edildiği Gazzalî sonrası dönemde, sadece ihyanın ana yurdu Eyyûbî sahası değil, Anadolu’da da kadın, mülk edinme ve bilgilenme hakkı konusunda Asr-ı Saadet’teki konumuna yakın bir konum kazandı. Ama hemen ardından İslam dünyasını etkisi altına alan, yeni bir dalga, tekrar kadını örfün çemberine aldı ve bu örf, “en İslamî yaklaşım” gibi dayatıldı. Kadının miras hakkına sahip çıkmayanlar, kadının bilgilenme, ilim öğrenme hakkını ihlal edenler, kadın konusunda Asr-ı Saadet’e dönme iddiasıyla kadının sosyal hayatla bütün ilişkisini kestiler. Bu, kadını tamamen verimsizleştiren ve nihayetinde İslam toplumunu sosyal anlamda kadınsız bırakan, korkunç bir paradokstu.
İslam dünyası ancak, kendisini bu akımın etkisinden uzak tuttuğu yerlerde kadının verimliliğini kısmen koruyabildi.
MODERNLEŞME VE MÜSLÜMAN KADIN
İslam dünyasında modernleşme, İstanbul ve Mısır üzerinden doğrudan kadın sorunuyla ilişkilendirilerek dayatıldı. Osmanlı, yarı bağımsız hareket eden Mısır eyaletiyle birlikte, bilim ve teknikte modernleşmeye talip olmuştu. Oysa Batı’ya gönderilen burslu öğrenciler arasında örgütlenen Masonik yapılar, İslamî yaşamın terk edilmesi anlamında modernliği dayattılar.
İslam dünyasında bilinmeyen günlerden o günlere kadın, hep erkekten daha dindardı. Modernleşmeyi dayatanlar, bu yüzden kadın modernleşmeden, İslam dünyasının modernizmin istilasına açılmayacağını düşündüler ve kadını propagandalarının odağına aldılar. Bizde modernistlerin kaleme aldıkları ilk tiyatro, ilk roman, ilk modern hikâye gibi eserlerin tamamı Müslüman kadını modernleştirme temalıdır. Buna rağmen, Osmanlı ve istila öncesi Mısır’da Müslüman kadınla İslam arasındaki bağ koparılamadı. Aksine, kadın daima modernleşme dayatmasına direndi. Bu konuda özellikle anneler bağlamında destansı bir mücadele gösterdi.
Ama kadın modernleşmesi, başta Rusya istilasındaki Kafkasya ve Kırım’da olmak üzere işgale uğrayan İslam coğrafyalarında kısmi başarıya ulaştı. O bölgeleri Cezayir, Tunus ve daha sonra Mısır, Irak, Suriye, Hint kıtası gibi istilaya uğrayan bölgeler izledi. İstila ile kadının modernleştirilmesi neredeyse özdeşleşti.
İstilaya uğrayamayan Türkiye, Afganistan, İran gibi nadir sahalarda ise modernist siyasi güçler en çok kadının modernleştirilmesinde tepkiyle karşılaştılar. Erkekler, düşünsel değişime, arzularına ya da makam taleplerine kapılarak modernizme bir tür koştukları hâlde, kadın hem kendini korudu hem erkeğinin daha fazla modernizme kapılmaması için çaba gösterdi. Bu ülkelerde ancak 1960’lı insanlık dışı baskıcı bir eğitimle, modenizmi bir ideoloji gibi benimsemiş kadın kitleleri ortaya çıktı. Modernist yapılar, kadının İslam dünyasındaki sorunlarını araçsallaştırarak bu kitleyi büyüttü.
- yüzyılın ilk yarısına kadar İslam dünyasında kadın sorunu temasının odağında kadının statüsü ve hicabı vardı. O yüzyılın İslamî hareketleri, İslamî ilimlere de vakıf olarak bu yöndeki saldırılara karşı Müslüman kadını ikna eden bir müktesebat oluşturmayı başardılar. İslamî hareketler, bir yandan kadının İslamî dönemde kazandığı statüyü hatırlattılar. Ona karşı sonradan örfün İslam hukukuna galip geldiği yer ve zamanlardaki uygulamalardan İslam’ın sorumlu olmadığını aksine İslam’ın zayıf olduğu yer ve zamanlarda kadının haklarının ihlal edildiğini ispatladılar. Kadının tesettürünü de itidal içinde ama çok güçlü seslerle anlattılar. Bunun için hem o güne kadar örfen örtünen kadınların hem modernizmin etkisiyle örfî örtünmeyi terk etmiş nice kadınların şuurla İslamî tesettüre bürünmesini sağladılar. Hemen hemen her ülkede İslamî hareket içinde güçlü kadın önderler yetişti ve o kadın önderler aynı zamanda erkeklerin de hidayet bulmasında önemli bir etki gösterdiler. Zeynep Gazzali hiç şüphesiz o sürecin en önemli simge isimlerinden biriydi.
Ne yazık ki İslamî hareketlere karşı uluslararası güçlerin kendini yenileyerek harekete geçtiği 1990’lı yılların ortalarından itibaren kadınla ilgili bu ihya edici, mutedil tutumun yerini belli bölgelerin kadın örfünün galip geldiği bir anlayış, İslamî anlayış diye dayatıldı. Bu yeni kuşak, artık kadının miras haklarından söz etmiyor, kadının temsil hakkından söz etmeyi bile küfür addediyor, kadını sosyal yaşamın tamamen dışına atarak aslında Batı’nın kadına kamusal alanda dayattığı rolü, ev içinde dayatıyordu. Kadını sadece erkeğin karısı olarak görüyor ve kadının buna her itirazını İslam’a itiraz olarak görüp şiddetle reddediyordu. Bu yaklaşım, kısa bir sürede İslamî hareketlerin lokomotifi konumundaki yapıları bile kadınsız bıraktı.
Yeni kadın önderler yetişmedi. Gelenekten İslamî şuura geçen kadınlar kılavuzsuz kaldı. Oluşan boşlukta bir kısım Müslüman kadın ise tesettürden tamamen uzaklaşmadan Batı’daki kadın haklarına ilgi duymaya başladı. Batılı kurumlar ve uzantılarının tezlerini dillendirdi. Bugün yaşadığımız kriz kısmen de bu akımdan kaynaklanmaktadır. Bu akımı ıslah edecek henüz ikna edici bir söylem de gelişmiş değildir.
Dün kadının statüsü ve hakları üzerinden İslam dünyasını vuranlar bugün İslam dünyasında kadının şiddete maruz kaldığı iddiasıyla İslam’ı vuruyorlar. Mirastan yoksun bırakma, evliliğini engelleme ya da istemediği bir evliliğe her tür insan hak ve hukukunu ayaklar altına alarak zorlama gibi örften kaynaklanan sorunları İslam’la ilişkilendiriyorlar ve buna karşı lanetlenme, hakarete uğrama dışında bir cevap da almıyorlar. Zira Müslüman kadın önderliği son 30 yılda imha edildi. Bu vaziyet, krizi daha da büyütüyor.
Kadın haklarına yönelik mevcut dünyada iki ana eğilim var: Örfi eğilim ve modern eğilim. Örfi eğilim, kadını sosyal yaşamın dışında tutarak gücünü zayıflatma üzerine kurulmuş; bütün versiyonlarında kadını bir süs ve araç/mal olarak tarif eder. Modern eğilim ise kadını sınırsız özgürlük iddiasıyla bütün insanî yönlerinden soyutlar ve nihayetinde yine bir süs ve araç/mal konumuna sürüklüyor. Örfi eğilim, kadını şeytanlaştırarak bütün günahları ona yükler, modern eğilimin son versiyonu ise, kadını masumlaştırarak onun eylemlerindeki sorumluluğunu hiçleştirir.
İslamî yaklaşım, modern yaklaşıma karşı örfi yaklaşım değildir. Vakanın en özünde örfi yaklaşımla modern yaklaşım, özellikle örfün baskıcı yönünü koruduğu sahalarda kadının mağduriyeti açısından birbirinden farklı da değildir.
Nitekim katı eski Batı örfüne karşı kadına sınırsız özgürlük iddiasındaki modern Batı’da kadın sorunları son bulmamıştır. Örfün hakim olduğu alanlarda zorla evlendirilme ve açık şiddet konuşulurken oralarda yaygın çocuk istismarı ve evlilik dışı çocuk doğuran “çocuk anneler” sorunu konuşuluyor. Kadına yönelik şiddet, taciz ve hadsizlik de oralarda hâlâ yaygınca yaşanıyor. Hukuk da kadını korumaya yetmiyor. Çoğunlukla çocuğu ile baş başa bırakılan kadınları ifade eden “tek ebeveynli aileler”, oralarda sadece sosyal değil, aynı zamanda ülke ekonomisini heba eden bir sorun olarak da gündemde duruyor. Uyuşturucu ve alkol sorunu, en çok kadını mağdur ediyor.
Kadınla erkek arasında mutlak eşitliği sağlama iddiasındaki eski Sovyet kalıntısı ülkelerde ise kadının üstlendiği rol karşısında erkeğin bir tür örfi sahadaki anlamda “kadınlaşması” sorunu yaşanıyor. Erkek, evin bütün yükünü kadına yükleyip kendini ailenin geçimi ve geleceği konusunda sorumsuz görüyor. Bu da kadını hem kendine hem erkeğine bakan, yükü ağır bir konuma sürüklüyor. Kadın, üstelik bu sahalarda güç arayışı anlamında da boşlukta kalıyor ve modernizme karşı en çok kendisi dine yöneliyor. Modernizmi kendisi için zulüm görüyor, o zulümden kurtulmak için dine sığınıyor.
Son derece lehimizde olan bu durumu, kendimizi örfün tarafında konumlandırdığımızda olması gerektiği gibi değerlendiremiyoruz.
Dünyada en çok kadınlar, İslam’a ilgi duyuyor. Batı’da İslam’ı seçen kadın sayısı neredeyse erkeklerin üç katı. Bunun ardındaki etkenleri, kendi penceremizden değil, Batı sisteminin sosyologlarının tespitleri ile görüyoruz. Bunun için, böyle cesaret verici bir gelişmeden bile sinerji alamıyoruz, modern kadınının sorununu anlayıp çözümler getiremiyoruz. İslam dünyasında bildiğim kadarıyla son yıllarda bir tek kadın kongresi yapılmış değildir. Buna karşı yapılan aile kongrelerinde de kadınların kendilerini ifade edecekleri ortam oluşturulmamaktadır. Kadınların sorun ve talepleri, bunun için hep müphem kalıyor ve bu yüzden kadın sorunu, gittikçe modernistlerin tam da istediği gibi İslam’a karşı bir kadın itirazına dönüşüyor. Bunun nasıl bir risk doğuracağını ön görmemiz gerekiyor.
Kabul edelim ki İslam dünyasında bir kadın sorunu vardır. Ancak bu sorun, Batı’nın ve Batı etkisinde olanların tasvir ettiği gibi değildir, İslam’ın ahkamının örf veya modernizm üzerinden terk edilmesinden kaynaklıdır. Biz, o ahkamları izah etmez; örfle aramızı sağlamca açarak İslamî ahkama karşı önerilen Batılı yaşam tarzının kadının içinde yer aldığı insanlığı nasıl tükettiğini göstermezsek kadın, daha düne kadar İslam’ın en güçlü yanı iken İslam açısından bir felaket potansiyeli olacaktır.