Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Bölgesi, 1990’dan bu yana 30 yıldır Ermeni istilası altında.

Azerbaycan, nüfus olarak Ermenistan’ın üç katından büyük… Yüzölçümü de Ermenistan’ın üç katına yakın…

Azerbaycan, günlük 1 milyon varil petrol üretimiyle dünyanın en çok petrol üreten ülkeleri arasında 20. sırada… Ermenistan ise yeraltı kaynaklarından yoksun, dışarıya işçi göçü ve diasporanın yardımı üzerinden yaşıyor.  

Azerbaycan, uluslararası yollar üzerinde bulunmasıyla konumu bakımından da Ermenistan’la kıyaslanamayacak ekonomik ve stratejik avantajlara sahip… Öyleyse Azerbaycan, Ermeni istilasını neden sonlandıramıyor?

Arka plan irdelenmedikçe sorunlar anlaşılmıyor. Azerbaycan’ın yaşadığı sorunun bir arka planı vardır. Azerbaycan ve Kafkasya Müslümanlarının zayıflamasının öyküsünü barındıran bu arka plan bütün İslam alemini ilgilendiriyor. Analizimizde bu arka planı değerlendireceğiz;

MODERNLEŞME ÖNCESİ AZERBAYCAN

İslam orduları, Hz. Ömer ve Hz. Osman, (Allah kendilerinden razı olsun) zamanlarında Kafkasya’yı fethettiler. O fetihlerle, Kafkasya’da Ermeniler itaat altına alındı. Bazı etnik topluluklar Müslüman oldu. Gürcüler ise İslam’a karşı savaşlarını yüzyıllara yayarak sürdürdüler.  

Abbasî Devri’nden itibaren Kafkasya’nın korunması sorun hâline gelince bölgeye Şeddâdî Kürtleri yerleştirildi. Bugün Dağlık Karabağ Cumhuriyeti diye ilan edilen bölgeyi de içine alan Şeddâdî Beyliği, Kafkasya’da yüzyıllarca İslam’ın nöbetini tuttu.

Güney Kafkasya’yı baştanbaşa medeniyet eserleri ile donatan Şeddâdîler, iç ihtilaflar yüzünden zayıflayıp Gürcüler karşısında tutunamayınca Büyük Selçuklu Devleti’nden yardım istediler. Bunun üzerine Sultan Alparslan, henüz Malazgirt’ten önce bölgeye gelip Ani şehrini yeniden fethetti; bölgedeki Müslüman varlığını bir kez daha güçlendirdi.  

Kafkasya’nın söz konusu bölgesi, Orta Asya’dan gelen Türkmenlerin geçiş noktasıydı. Bunun için çok sayıda Türkmen, Kafkasya’ya yerleşti. Kafkasya, zamanla Türkleşti. Şeddâdî beyleri kısmen varlıklarını sürdürseler de Büyük Selçukluların ardından bölgenin çoğuna hakim olan İldenizoğulları Atabegliği, bölgedeki İslam varlığını iyice zayıflattı. Bu güçlü atabeglik, hiçbir zaman yüzünü İran’daki iç ihtilaflardan Kafkasya Dağları’na çevirmedi, bir fetih stratejisi geliştirmedi. Buna karşı İldenizoğulları, İslam aleminin içlerine doğru zaman zaman Nûreddin Zengî’yi bile tehdit ettiler. Bu yüzden bölgedeki Gürcü tehdidi devam etti. Selâhaddin-i Eyyûbî’nin büyük hedeflerinden biri, bir gün Kafkasya’yı yeniden ele geçirmek ve bölgedeki Gürcü tehdidini sonlandırmaktı.

Eyyûbîler, Selâhaddin’in kardeşi Melikü’l-Adil zamanında Ahlat’ı alıp Gürcü tehdidinin Anadolu’ya yayılmasını engellediler. Ama Moğol istilasının yaklaşması ve bitmez tükenmez Haçlı Savaşları yüzünden daha fazla doğuya açılamadılar. Moğollar ise bölgedeki İslam varlığı ile birlikte Gürcüleri tarihte bir daha eski günlerine dönmeyecekleri şekilde zayıflattılar. Böylece Moğolların İslamlaşmasından sonrasında İslam varlığı bölgede yeniden güç kazandı.

Ne var ki Osmanlı günlerine gelindiğinde bölge, Osmanlı, İran ve Safevîler arasında bir çekişme noktası oldu: Osmanlı, Kafkas Dağlarını aşamadı. Safeviler ve ardılları ise hiçbir zaman kuzeye doğru Rusya’yı bitirmeye dönük fetihler yapmadılar. Güçlenen Rusya’yı Osmanlı’yı durduracak bir güç olarak gördüler. Kafkasya Müslümanlarını kendilerine benzetmeyi bölgede yeni Müslüman topluluklar kazanmaktan daha kıymetli buldular. Neticede bölgede Türkmen nüfus, hemen hemen tamamen Safevi ve ardıllarının çizgisine geçti. Böylece Azeri Türkleri denen halk oluştu. Safevi değişimini reddeden Kürtler ve Lezgiler gibi diğer asli unsular ise zayıfladı ve bu çekişmeden Rusya kârlı çıktı.

LAİK MİLLİYETÇİLİKTEN SOSYALİST İLERİCİLİĞE

Rusya, 19. yüzyılın başlarında Kafkasya’yı ele geçirince Müslümanları modernleştirme üzerinden asimile etme projesi geliştirdi. 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde proje, Azerbaycan’da büyük ölçüde tutmuş, tarihi Güney Kafkasya Müslümanlığı ise adeta tarihe karışmıştı. Onun yerini, Azeri Türkleri arasında katı laik milliyetçi bir siyasi örgütlenme almıştı.  

Sovyetler Birliği kurulunca o katı laik milliyetçi siyasi örgütlenme sosyalizmi benimsedi. 28 Mayıs 1918'de bağımsız Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti kuruldu. Bu, İslam dünyasının Arnavutluk’tan sonra ikinci laik devletiydi. Modernlikte İslam dünyasında baleye sahip ilk ülke olmakla tarihe geçmişti!

Ancak Azerbaycan’ın bağımsızlığı sadece iki yıl sürdü. Azerbaycan, Sovyetler Birliğine dahil olarak Rusya’nın bir tür eyaletine dönüştü.  

Rusya, Azerbaycan’daki modernleşmeyi, bir tüketme-imha aracı olarak Samed Ağamalıoğlu’na teslim etti. Samed Ağamalıoğlu, Azerbaycan Müslümanları ile İslam arasındaki bağı kesmek için Mayıs 1922’de “Yeni Türk alfabesi komitesi”ni kurdu ve Temmuz 1922’de  Latin Alfabesi’ni 33 harflik “Yeni Türk Alfabesi” ilan etti. Böylece Arnavutluk’un ardından ilk kez bir İslam ülkesi İslam alfabesini terk etti.  

Rusya, bölgedeki istilasının tamamlanmasının önündeki en büyük engel olarak İslam’ı görüyordu. Bunun için İslam’dan uzaklaştırmaya yönelik her projeye olumlu yaklaşıyordu. Samet Ağamalıoğlu ve arkadaşları ise İslamsız bir Türklük idealiyle Türklüğü sözde çağdaşlaştırma çalışması yapıyorlardı, gerçekte Kafkasya’yı Rusya hesabına İslamsızlaştırıyorlardı.  Samet Ağamalıoğlu, her çalışmasından dolayı Ruslar tarafında ödüllendirildi, Maksim Gorki bile ona övgüler yağdırdı.

Ağamalıoğlu ve arkadaşları, modernleşmenin Azeri Türklerini muassır medeniyet seviyesine çıkararak dünyanın en gelişmiş, en ileri, en zengin toplumları arasına yerleştireceğini “düşünüyorlardı”. Bunun için İslam’ı feda etmekte de sakınca görmüyorlardı.

1930’lu yıllar ve sonrasında Stalin, bölgede dış istilaya karşı direnişiyle öne çıkan Çeçenler, Ahıska Türkleri ve Kürtleri Kafkasya’dan Orta Asya’ya sürdü. Kendisi Gürcüce konuşan bir Yahudiydi ve her yönüyle istila karşıtı bu Müslüman halklardan intikam alıyordu.

Bu arada Azeri aydınları, aynı zamanda Türkiye’nin modernleşmesinde rol aldılar. Bizzat Karabağlı bir Azeri Türkü olan Ahmet Ağaoğlu ve Kırım Tatarı Yusuf Akçura, Mustafa Kemal’in yakın çevresi içinde yer aldılar. Anadolu’nun saf İslamî yapısını seküler modernizmle dönüştürmek için masonik bağlar ve Rus örgütlenmesi içinde çalıştı. İkili, Ziya Gökalp’ın temsil ettiği medeniyetler arası sentezci milliyetçiliğe karşı katıksız bir Batıcı laik milliyetçilik önerdiler. Medeniyetler adına her tür sentezi reddettiler ve Cumhuriyet Dönemi’nin katı laik Batıcı uygulamalarının mimarı oldular. Daha sonra liberalliği seçtiği görülen Ahmet Ağaoğlu’nun oğlu Samet Ağaoğlu ise Menderes günlerinde siyaset yaptı. Menderes’in elini kolunu bağlayan ünlü Mason bakanlardan biri olarak öne çıktı.  

Tekrar Azerbaycan zeminine dönecek olursak Stalin, Güney Kafkasya’yı Azeri Türklerinin desteğiyle kontrol altına aldıktan sonra Azerbaycan’daki Türklük vurgusunu da sakıncalı buldu. Çünkü Azerbaycan’ın doğusunda devasa bir Türk dünyası, batısında ise Türkiye vardı. Azerbaycan’ı her iki taraftan koparacak “Azerbaycan” kimliği en uygunuydu. Azerbaycan modernleşmesinin Azeri mimarları, planı ister istemez kabul ettiler. Diğer Müslüman toplumların da itaat altına alınmasında misal oldular. Buna karşı, Ermenistan ve Gürcistan’a karşı Kafkasya’nın bir tür ağabeyi oldular.  

SOSYALİZMİN SONU VE SOSYALİZMLE TÜKENİŞ

1992’ye gelinip Sovyetler yıkıldığında İslam, çoktan günlük yaşamdan silinmiş ama Türklük de Azerilik de Azeriler nezdinde bitme noktasına gelmişti. Azerilerin mühim bir bölümü artık Rusça konuşuyor ve kendilerini Rus kültürüne yakın buluyorlardı.

Öte yandan Karabağ’da Ermeniler, örgütlü bir şekilde isyan etmişlerdi ve o isyana karşı koyacak bir Azeri hamaseti bulunmuyordu. Azeri ordusu, çok hazin bir şekilde Dağlık Karabağ’ı Ermeni çetelerine bırakırken çevre ülkelere açılan Azerbaycan toplumu, korkunç ahlak sorunlarıyla anılmaya başlandı. İslam’ı terk edip modernleşmekle yükseliş vaat edilen Azeri toplumunun evlatları, otel lobileri sergilerine düşmüştü. (Ki bu aslında modernizmi ısrarla sürdüren bütün zayıf toplumların geleceğiydi.)

Azerbaycan, hukuken Ermeniler karşı haklıydı. Öyle ki dönemin Ermenistan Savunma Bakanı bile “Biz istilacıyız” diye beyanda bulundu. Ama buna rağmen Batı dünyası, Ermenileri destekledi. Diğer Müslüman kökenli aydınlar gibi Azerbaycan’ı modernleştirerek köklerinden koparan entelektüellerin de kavramadığı bir husus vardı: Batılılaşma, Batı nezdinde salt bir medeniyet kabulü değildi aynı zamanda bir “sonradan geçiş yapılmaz kültür” kabulüydü. “Batı, Batıdır; Doğu ise Doğu” sözü boşuna söylenmemişti. Hiçbir Müslüman ülke, Batılılaşmayı kabul etmekle, Batı’nın eşit kardeşi olmuyordu, sadece Batı’nın peşine takılan sair toplumlardan bir toplum oluveriyordu.

Azeri aydınları, fena hâlde rencide olmuşlardı. Ancak ölçülerini kaybettiklerinden durumu değerlendirecek hâlleri yoktu. Yine de Sovyetlerin yıkılmasından sonra, hızlıca İslamlaşma ve Türkleşme sentezi üzerinde ittifak kurdular gibi.  

Ne var ki uluslararası güçler, Sovyetlerin çöküşünden sonra “Medeniyetler Çatışması” tezine sarılmışlar ve İslamî gelişmelere karşı hassas bir düşmanlık içindeydiler. Azeri entelektüellerin direniş azimleri yoktu. Türkiye de o günlerde İslamlaşma tezlerine fazlasıyla karşıydı. Bunun için Azerbaycan’ın geleceğinden İslamlaşmayı derhâl sildiler. Türkçülük konusunda ise Türk kimliği ile Azerbaycan kimliği üzerinde çekiştiler, birbirlerine karşı darbeler yaptılar, işkenceler ettiler. Ama Rusya’nın desteğini alınca Azerbaycan kimliğinden yana olanlar, Sovyetlerin eski kıdemli adamı Haydar Aliyev’in liderliğinde başa geçtiler. Bugün onun yerinde oğlu İlham Aliyev vardır.

Azerbaycan, 2015 Gallup dindarlık anketine göre yüzde otuz dört oranıyla dünyanın en az dindar ülkelerinden biri ve en az dindar listesine giren tek İslam ülkesi… Arnavutluk’un durumu bile ondan iyi. Avrupa’da ise Belarus’la beraber en az dindar ülke noktasında… Ki Belarus da son yıllarda dindarlaşma eğilimi gösteriyor.

Azerbaycan’da hâlâ başörtüsüne karşı gayri resmi bir yasak var. İş yerleri hükümetin yönlendirmesiyle tesettürlü kadınlara kesinlikle iş vermiyor. Buna karşı Azeri mafyası, çevre ülkelerde zaman zaman adından söz ettiriyor; Azeriler yine çevre ülkelerde sürekli eski “ahlak polisi”nin yakın takibi altında operasyonlara konu oluyorlar.

Azerbaycan, petrol kaynakları ve lojistik konumuna rağmen hâlâ dünyanın yoksul ülkeleri arasında. Hâlâ Karabağ’da Ermenilerle baş edemiyor, topraklarını kurtaramıyor. Ermenilerin saldırılarına karşı koyacak fedakâr asker yetiştiremiyor. Azerbaycan, bu hazin haliyle modernizmin bir halkı tüketişinin ibret verici bir öyküsünü yaşıyor.

Karabağ’da yerlerinden edilen Azerbaycan vatandaşlarının bir bölümünü Kürtler oluşturuyor. Kürtler, bölgenin kurtarılması ve tekrar Azeri hakimiyetine girmesi için sürekli lobi yapıyor. Bir Kürt yazarın ifadesiyle “Amca çocuklarımın Laçin’e geri dönmesi Azerbaycan’ın oraya hakim olmasıyla mümkündür. Bunun için Azerbaycan’ın geri dönüşünü destekliyorum.” Ama milliyetçilik ve Türkiye ile ilişkiler çerçevesinde son yıllarda Azerbaycan Kürtlerine ne yazık ki PKK’ci muamelesi yapılıyor.

Ermenistan, Kürtlere karşı Yezidileri destekliyor ve Yezidilerle PKK arasında yakınlık var. Bundan dolayı Azerbaycan Kürtleri, PKK’ye hep mesafeli duruyorlar. Azeri hükümeti bunu görecek durumda değil. Bunun için Karabağ sorununda bir adım olsun ilerlemiyor. Modernleşme, Azerbaycan’ı yok olma noktasına getirirken milliyetçilik ülkeyi bölüyor ve ülkenin tükenişini hızlandırıyor. Başka bir ifadeyle Batılılaşmanın bütün versiyonları, Azerbaycan’a zarar vermeye devam ediyor. Samet Ağamalıoğlu ve arkadaşları mezarlarından çıksalar da bu hâli görseler acaba eserleri ile övünürler miydi?

Azerbaycan’a yapılacak en büyük yardım, ülkenin yaşadığı bu serüveni ona kavratmak ve onu girdiği tükeniş yolundan derhal çevirmektir. Azerbaycan’da İslamî hizmetleri destekleyerek Azerbaycan kimliği ile İslam arasındaki bağı güçlendirmektir.

Azerbaycan, modernizmin iflasının ve İslam’ın milli kimlikle sıkı ilişkisinin belgesi gibidir. Bu belgeden diğer İslam ülkeleri için de büyük dersler vardır.