Neredeyse her gün Solcu bir ismin İslam’a yönelik hakaretleriyle yüz yüze kalıyoruz. Kimi yazar, kimi gazeteci, kimi çizer… Okumuş, ne dediğini bilen adamlar!

Çoğu, ayrıcalıklı kesimin görev alabildiği devlet kurumlarında çalışmış veya çalışıyor. Bir zamanlar devletten maaş almışlardır veya hâlâ alıyorlardır. Ülkenin zenginliklerine sahipler, kışları Boğaziçlerinde, yazları Bodrum sahillerinde “Mavi Yoluculuk”larda geçer.

Zaman zaman yoksul kesimin, işçilerin, ötekileştirilmiş yapıların dikkatini çekecek bir şeyler söyler görünürler ama neyi söylerlerse İslam karşıtlığında inat ederler.

Düşmanlıkları için her dönem herhangi bir kesim Müslümanın tutumunu öne sürerler. Kimi zaman bir hocanın vaazıdır, kimi zaman bir hükümet uygulamasıdır onların düşmanlıklarını açığa vurmalarına yol açan. Ama nihayetinde bir yolunu bulur, özünde İslam’a dokunan bir hakarette bulunurlar.

Bu tür isimlerin tutumu karşısında kamuoyunun çoğu, tutarsız bir tavır geliştirmiş: Söz konusu kişilerin tutumları, ideolojilerinden ve ait oldukları Sol dünyadan bağımsız düşünülür. Hakaretlerinin İslam’la ilgili kısmı da bir kısım Müslümanın tutumunun yol açtığı bir mazeretle örtülür.

Son dönemde bu ikinci seçenek, tamamen gündemden çıkmak üzere… Çünkü, söz konusu kimseler herhâlde iletileri anlaşılmıyor endişesiyle (!) doğrudan İslam’a hakarette bulunuyorlar. Araya grup şahıs, hükümet-vatandaş ayrımı koymayı gereksiz bir önlem biliyorlar, doğrudan İslam’ın esas değerlerini hedef alıyorlar.  

Bir kısım Solcular ve iktidara göz diken CHP ise bundan büyük bir ürküntü duyuyorlar; söz konusu kişilerin “bir çuval inciri berbat” edip Solun aradan süzülerek iktidar olmasını engellemesinden endişe ediyorlar. Karanlıkta onlarla buluşurken aydınlıkta onların “itibarlı Sol”dan görünmemesi için adeta özel bir gayret gösteriyorlar.

Solun itibarsızı ve itibarlısı da mı vardır? Sol, böyle bir ayrışma mı yaşadı? Ya da bu Sol’un kronolojik bir değişimi midir? Analizimizde bunu değerlendireceğiz.

“İTİBARSIZ” SOL

İslam dünyasında Sol’un talihi (!) hiç iyi işlemedi. Sol, Batı’da ve Hint kıtasında bir ölçüde tuttu. Güney Amerika ve Afrika’nın İslam dünyası dışında kalan kesimlerinde bir “halk hareketi” hâline geldi.

İslam dünyasında ise Sol, Sosyalist yanını “enternasyonal” kimliği ile tutarsız bir şekilde yoğun bir ulusalcılık, milliyetçilik kamuflajı içine almasına rağmen hep marjinal kaldı.

İslam dünyası için, Sol, dinsizdi… Sol, milli değerlere karşı idi… Sol, anarşistti… Sol, ne istediğini bilmiyordu… Solun ne yapacağı belli değildi… Solun olduğu yerde bereket olmaz, devletin de milletin de işleri yolunda gitmezdi… Allah, bu çağda bir memleketi musibete uğratmak istediğinde Solcuları onlara musallat ederdi.

Solun nefreti Türkiye’de bir dönem öylesine yayılmıştık ki kimi yörelerde, Solcuların çoğu genç ve öğrenci diye “talebe” anlamındaki öğrenci dahi “Dinsiz Solcu!” anlamında kullanılırdı.

Sol, böyle bir nefret odağı olunca serbest seçimlerin yapıldığı nadir İslam ülkelerinde zaman zaman kapitalist, sağcı iktidarlara tepki olarak kayda değer oylar alsa dahi başarılarında istikrar kazanmadı. Halk, kapitalizm yanlısı Sağcı partilere “Allah’tan bulun, adam olsaydınız da Sol’a oy vermeseydik. Şimdi bu yüzden başımıza bir musibet gelirse sorumlusu sizin vurdumduymazlığınız olmaz mı?” derdi. Bir oy verdiyse ikincisinde elini tuttu.

Henüz Sovyetler Birliği’nin yıkılmadığı günlerde ABD ve Avrupa güdümündeki basın da Sol’un bu itibarsızlığına dair haberler yapardı. Neticede Solcu denince çok az kişinin aklına aklı başında adamlar gelirdi. Solcu denince, en yapacağı bilinmez militanlar, eleştirip de iş yapmayan, yıkıp da onarmayan anarşistler hatırlanırdı.

Türkiye örneğinde 1980’den sonra Sol görünürlüğünü kaybedince halkın Sol algısının üzeri kısmen küllendi. Bir zamanlar “Merhaba!”yı selamın yerine yerleştirme derdindeki Solcular da kenarından kıyısından halka selam vermeye başlayıp meclislerde kendilerine yer aradılar. Halkta bunların değiştiğine dair bir kanaat oluştu. 1989 Türkiye Geneli Yerel Seçimleri’nde Sol’un ulaştığı oy oranı bundan bağımsız değildir.

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra ise Sol için yeni bir evre başladı. Sol’un özellikle geçmişte Sol’u dönüştürmek üzere görevlendirilen ve ABD ile bağı bulunan isimleri acilen liberal Sol’a geçtiler, kendileri için artık “Eski Solcu” dediler. Nitekim, o yıllarda “Eski Solcu!” etiketi, kimileri için mezun olduğu eski okuluna ait “yırtık kimlik kartı” gibi olmuştu. Zira Sol, onlar için anlam taşımıyordu.

1993-2001 yılları arasında ABD Başkanlığı yapan Bill Clinton, Demokrat Partili olarak “Eski Solcuları” uluslararası sisteme liberal Sol veya sadece liberal kimlikle kazandırmak için çok uğraş gösterdi. Ancak o dönemde Sol’un kabulü için Solculuğun geride bırakılmış olması, kişilerin Solculuk kimliklerine bir nostalji gibi bakmaları zorunlu gibi görülüyordu.

“İTİBARLI” SOL

Her şey, 11 Eylül 2001’deki İkiz Kuleler vakasıyla değişti. Vakanın ardından ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi olarak da ilan edilen Bush Doktrini, Sol’a ABD’nin yeni müttefiki rolü verdi.  

Bush Doktrini, İslam’la mücadeleyi “Medeniyet Çatışması” tezinin siyasete uyarlanması kapsamına aldı. ABD, bu stratejiden sonra, ülke içinde Sol’un yol almasını engellemeye devam etti. Özellikle Cumhuriyetçiler, ABD içinde Sol’u dışlama siyasetlerini sürdürdüler, İslam dünyası için ise Sol’u İslam karşıtlığında müttefik olarak desteklediler. Bush, “terörizm” adı altında İslam karşıtlığını kendi açısından “meşrulaştırırken”, İslam’a karşı küresel işbirliğini iklim değişikliğine karşı mücadele gibi, bütün insanlığı ilgilendiren bir mücadele olarak öne sürdü. ABD, konuya bir tür II. Dünya Savaşı sonrası Hitler’e karşı kapitalist ve sosyalist dünya ittifakı gibi yaklaştı. ABD; o gün nasıl ki Stalin’le ortak hareket etmişse bugün de Sol çevrelerle hareket etmekte bir sakınca görmedi. Üstelik, Stalin güçlüydü; bugünün Solu ise yaşadığı düşünsel bunalımla kendisini meyhaneye atmanın israfında üç kuruş “fon” arıyordu.  

Bu stratejiyle ABD, İslam dünyasında geçmişte kapısından uzak tuttuğu, en azından açıktan iletişimde bulunmayı sakıncalı bulduğu pek çok örgüt ve partiyle iletişim kurdu, Sol kimliklerine rağmen onların güç kazanması için “fon” ayırdı.

ABD’nin bu siyasi tutum değişikliğiyle Sol pazarın talihi yeniden açıldı. Sol isimler, geçmişte düşünceleri uğruna acı çeken adamlar olarak ekranlara getirildiler. Dün hain ilan edilen Sol isimlerin eserlerinin reklamı büyük kanallarda yapıldı. Unvanı uygun olanlar, dünyanın en iyi üniversitelerinde kürsü buldu. Solculuk ile kültürlü olmak, dünyaya eleştirel bakma cesareti olan bir şahsiyet sayılmak adeta özdeş oldu. ABD’nin tatbik ettiği, açıkça bir itibar kazandırma projesiydi.  

Bu kapsamda düne kadar, Solcu örgütlerin aleyhindeki propagandaları yöneten BBC gibi “kaptan” ajanslar, aniden Sol’un sesini dünyaya duyuran bir yayın organına dönüşüverdiler.

Solcular, bu ortamda aynı zamanda zenginleştiler, zenginlerin mekânlarında oturmaya başladılar ve eskiden burjuva dedikleri kesimlerin mirasçıları ile dost olup onların elindeki nimetlerden yemeye başladılar. Dün, parasızlıktan mahalle birahanesine gidemeyen Sol isimler, bu “Yeni Dünya”da İstiklâl Caddesi’nin bar patronluğuna bile terfi ettiler! Basını dikkatle takip edenler, geçmişin nice hızlı Solcusunun bar, eğlence mekânlı otel gibi işletmelere sahiplik ettiğini göreceklerdir. Sol, dün buraları yoksulları sömürü noktaları olarak görürken bugün birer “çağdaşlık tapınağı” olarak görüyor.

“Yine Dünya”da Sol, ABD’nin İslam dünyası karşıtı her tür adımını “gericiliğe karşı” duruş kapsamında görüp desteklerken ABD ve müttefikleri de Sol’u, İslam dünyası için önemli bir iktidar ortağı olarak görmeye başladılar.

Neticede Sol’un iktidar umudu arttı. Sol, bu umut içinde ikili bir rol oynuyor. Siyasi olarak gözler önünde olan Sol, İslam’ın özüne karşı saygılı görünüyor. Gözler önünde olmayan Sol ise her tür insanî değeri ayaklar altına alarak hakaretlerine devam ediyor. Ne var ki iki kesim, kesin bir şekilde birlikte hareket ediyor. Bunun en bariz örnekleri son yılların seçimleridir.

NEDEN HAKARET EDİYORLAR?  

Sovyetler Birliği günlerinde Sol’un din nefreti içinde İslam’a hakaret eden İslam dünyası Sol’u, bugün hâlâ o günlerden etkiler taşısa da bambaşka bir çerçevede İslam’a hakaret ediyor.

Siyasi arenada görünmeyen Solcuların çoğu “sanatçı”, “gazeteci” gibi etiketlere sahip ve bunlar, lüks bir yaşam sürme konumlarını tamamen İslam karşıtı güçlere borçlular. Bunun için onların daha çok gözüne girmek, onlar tarafından ödüllendirilmek için hakaret ediyorlar.

Hakaret, onları gündemde tutuyor; onların unutulmuşluğunu gideriyor. Ancak mesele sadece bu değildir. Hakaret, aynı zamanda onların Mason kuruluşları gibi uluslararası patronlar tarafından da hatırlanmasını ve takdir edilip fonlanmasını sağlıyor.

Dün, burjuva rezidansları önünde özgürlük sloganı atan Solcular, bunun için bugün sırtlarını o rezidanslara verip yüzlerini yoksul mahallelere çevirerek halkın inancına küfrediyorlar.

Bu, bir inanç sapması değil artık, “sloganını satmak” gibi bir karaktersizliktir aynı zamanda.