Yaklaşık on yıl önce şehirde toplumsal değişim gözlemlerim çerçevesinde İstanbul’da bir semti geziyordum. Gördüklerim, beni dehşete düşürdü. Neredeyse her evde bir Sol örgütün simgesi vardı. O kadar çok örgüt ve grup ismi duvarlara yazılmıştı ki adeta iki ev bir değildi. Adını duymadığım/çoğunuzun da eminim duymadığı ne gruplar, ne örgütler varmış!

Semt merkezinin hâli ise bir başkaydı. Dört bir yanda “Türkü Bar” etiketi altında meyhaneler… Meyhanelerin önlerinde fötr şapkalı veya kasketli, yakalarında Mustafa Kemal rozeti bulunan yaşlılar… Burası, Alevi çoğunluklu bir semtti. Önemli bir kesimi, Sivas ve Tunceli’den göç edip buraya yerleşmişti.

Tunceli denince aklıma hep Eski Dışişleri Bakanı, Meclis Başkanı ve Cumhurbaşkanı Vekili İhsan Sabri Çağlayangil’in anıları gelir. Çok az anı, onun anıları kadar ruhumu daraltmıştır:  

Çağlayangil, 1937’de Ankara’da emniyet amiri olarak görev yaparken meşhur Seyit Rıza’yı astırmak üzere Elazığ’a gönderilmiş. Mustafa Kemal, Murat Suyu üzerine inşa edilen Singeç Köprüsü’nü açmak üzere Elazığ’a gidecek. Seyit Rıza, Elazığ’da tutuklu… Mustafa Kemal Elazığ’a varıp “beyaz donlular” ondan Seyit Rıza’nın affını istemek için yollara dökülmeden Çağlayangil şehre varacak ve Seyit Rıza’yı idam ettirecektir.

Hafta sonudur, mahkeme kapalı. Savcı, kararın öne çekilmesine karşı… Çağlayangil, savcıya rapor verdirir. Arkadaşı olan savcı vekilini işbaşı yaptırır. Hafta sonu mahkeme toplanmaz, diyen hakimi bastırır, “Pazar gece saat 24’ten sonra aldırdık!” diyerek tatil günü mahkeme kararı aldırır. Seyit Rıza’yı kendisiyle İbrahim isimli polis memurunun arasına oturtur ve bizzat idam edileceği meydana götürüp idam sehpasına gönderir. Bir de idam edilmiş olduğu hâlde fotoğrafını çeker…

Diğer gün, Mustafa Kemal’a tekmil verir, fotoğraflardan birini de ona hediye eder. Mustafa Kemal, Seyit Rıza’nın idamının fotoğraflanmasından, fotoğrafların basına sızması endişesiyle, rahatsız olur. Yine de fotoğraflardan birini alır. Daha sonra Adalet Partisi’nin tepe yönetiminde yer alacak Çağlayangil ise her nedense vakayı anılarında ayrıntıları ile anlatır…

Ne oldu da Aleviler o günlerden bugünlere geldiler? Yaşlı ve orta kuşakları, yakalarına Mustafa Kemal rozetleri takıp gençleri, Sol’un en uç kesimlerinin militanları oldular?

Analizimizde bu değişimin arkasındaki etkenlerden söz edeceğiz.

1960 İHTİLALİ VE ALEVİLERDE DEĞİŞİM

İnsan, değişebilen bir varlıktır. Onun alışkanlıkları gibi zihin dünyası da işleme tabi tutularak değiştirilebilir.

12 Mayıs 1960 İhtilali’ni gerçekleştiren yapı, “yeni Adnan Menderes vakaları”yla karşılaşmamak için iki esas önlem aldı:

İlki, toplumun Sağ için oy çoğunluğu oluşturmayacak şekilde değişime uğratılması.

İkincisi, Sağ’ın başına Sağ gibi görünen kendi adamlarının atanması…

İlk hedefin kapsamında, İzmir’de yoğunlaşan Rumeliler ve tüm ülkeye yayılan toplumun zayıf kesimleri vardı.

O günlerde İzmir, Adnan Menderes’in kalesi iken 1970’li yılların sonlarına gelindiğinde artık CHP’nin kalesidir. Özellikle müftü, kadı, hoca gibi Rumeli toplumunda büyük saygınlığa sahip şahsiyetlerin evlatları parasız yatılı okutma, burs verme gibi yöntemlerle kontrol altına alındı, Solculaştırıldı. Planlanan değişim, onlar üzerinden fazlasıyla başarıya ulaştı.

Toplumun zayıf kesimi olarak ise işçiler, Kürtler ve bir kısmı yine Kürt olan Aleviler olmak üzere üç grupta ele alınmış olmalıdır. İhtilal sonrasında kurulan Devlet Planlama Teşkilatı’nın Uzun İşleri Planlama Dairesi bu üç kesimi Sol’a kaydırmak, Sol’u onları sisteme adapte edecek bir pota olarak kullanmak üzere işletildi. Sonuç 12 Eylül’e kadar Kürtler açısından sadece kısmi sonuçlar verdiyse de Aleviler açısından belki planlanandan bile öteydi. Bir zamanlar idam sehpalarındaki dedeleri için ağıt yakan Aleviler, “Dağ başını duman almış” marşları eşliğinde “Yaşasın Mustafa Kemal!” sloganları atmaya başladılar, Cemevlerinde Atatürk resimlerini Hz. Ali ve Hz. Hüseyin olarak tasvir edilen resimlerin ortasına aldılar…

Ancak, öyküsünün hepsi bu kadar değildir.

KENTE GÖÇ VE ALEVİLERİN SOLA İTİLİŞLERİ

Dersim Vakası, depremler ve artan nüfusla birlikte köylerin nüfusu taşıyamaması, yüz binlerce Aleviyi Adana, Ankara, İzmir ve İstanbul gibi metropollere sevk etti. 1950’li yıllardan hemen sonra şehirlerin etrafında Alevi nüfus ağırlıklı gecekondu semtleri oluşmaya başladı.

Karın tokluğuna çalışarak zar zor geçinen on binlerin oturduğu semtler… Çalışma ortamı zalimane, çalışanlar mağdur ve Aleviler yol ayırımındaydı.

İşte böyle bir ortamda Sağ partiler, Alevilere sırtlarını döndüler, İslamî kesimler de onlara ulaşmadılar, ulaşamadılar.  

İslamî kesimler o yıllarda henüz çekirdek aşamasındaydı ve Alevilerle temas kurmaları pek de kolay değildi.

Sağ’a gelince Sağ’ın en büyük partisi Adalet Partisi’nin genel başkanı Süleyman Demirel’di. Demirel’in Mason olduğuna dair güçlü bir kanaat var.

Adalet Partisi’nin en önemli isimlerinden biri ise bizzat Seyit Rıza’yı idam sehpasına götüren İhsan Sabri Çağlayangil’di. Mustafa Kemal’in fotoğraflarının teşhirinden rahatsız olduğu bir idamı anılarında uzun uzun anlatan bir Çağlayangil… Adalet Partisi’nden vitrinden hiç düşmedi ve Çağlayangil, 33. Derece’de bir Masondu.

Çağlayangil, İstanbul’un ünlü valilerinden Fahrettin Kerim Gökay ile birlikte aynı zamanda Manevi Cihazlanma Derneği’nin üyesiydi.

Antalya valisi iken Türkiye’de ilk halk plajını açmış, halkı plajlara yöneltmiş vali Çağlayangil ve maneviyat… Ama derneğin de maneviyatla bir ilgisi yoktu.

Masonların ara derneği olan ve sözde komünizmle mücadeleyi gaye edinen o esrarengiz derneğin yayınlarından biri de İnsan Değiştirme Sanatı’dır.

Çağlayangil ve arkadaşları, halkı maneviyattan uzaklaştırmak için o derneği kurmuşlardı. Kurdukları bir dizi ara dernekle Sağ ve dindar kesimden nice nitelikli insanı Masonluğa taşıdılar, Masonluk üzerinden kontrol altına aldılar ve heba ettiler.

Sola gelince, önemli bir kısmı Ulusal Sol üzerinden Devlet Planlama Teşkilatı’nın Uzun İşleri Planlama Dairesi’nde kümelenmiş derin yapıları ile ilişkili sanatçıları Alevi müziğini Sola uyarladılar.

Marksist ve ateist olan sözde sanatçılar “Ya Ali, Ya Hüseyin…” diye diye, ötüşüyle hemcinslerini tuzağa düşüren avcı kekliği misali, Alevileri Sol potaya taşıdılar. Onların ruhuna seslenen bir söylemle onları Sol örgütler için malzeme yaptılar. Dersim dağlarında can vermiş nice dedenin torunu, gecekondu semtlerinde Solun kızıl flamalarını taşıyıp sol yumruğunu havaya kaldırmışken can verdi.

Bugün Sol’un Alevi gençlik üzerindeki etkisi devam ederken Türkü barlarda üstelik “zakir” denen Alevi gençler, ellerinde saz, Sol ve Aleviliği kaynaştırıp protest müzikle kendilerine dayatılan “ötekiliği” acı bir şekilde destanlaştırıyorlar.  

Bu, içinde pek çok unsur barındıran dehşet verici kültürel bir katliam, sıradan bir insanın asla anlayamayacağı kadar zalimce bir oyundu.  

12 Eylül’den sonra ise pek çok Marksist ve ateist Alevi kökenli, yasaklanan aşırı Sol faaliyetlerini icra etmek için Alevi pirliği, dedeliği postu altında nice dernek ve hatta cemevi kurdu.

Daha birkaç yıl önce, Alevilik üzerine araştırma yapan iki öğrenci, pir konumundaki bir cemevi görevlisinin hâline şaşıp kalmışlardı: Zira gençlerin pir diye Alevilik adına röportaj yaptıkları adam, iflah olmaz bir ateist çıkmış, bir inanç evi olarak tanıtılan o mekânda, hâlini gençlerden saklama ihtiyacı da duymamıştı.

Bugün, Aleviliği ayrı bir din olarak öne sürmeye çalışanların bir bölümü Avrupa ülkelerine yerleşen ve o ülkelerin İslam karşıtlığı programlarından çıkar sağlamak isteyen kişilerdir. Diğer kısmı ise bu Alevi görünümlü, bir kısmı pir/dede torunu Marksist ve ateist kimselerdir. Kendilerini özel ortamlarında dinsiz olarak tanıtan ama Alevi kurumlarında üst konumlara çıkan bu kimselerin Aleviliği ayrı bir din gibi öne sürmeleri çok trajikomik olarak görünse de derin bir projenin saha yansımasıdır.

SONUÇ OLARAK;

Alevileri, dedelerini asanlara hayran oldular diye kınamak kolaycılıktır. Ötekileştirme, hakaret; sadece, Alevileri İslam karşıtlığına sürüklemek isteyenlerin işine yarıyor.

İslamî dönemde yüzyıllarca inançlarını koruyan Aleviler, modern dönemde elli yıl ayakta duramadılar. Bundan mustarip olan nice Alevi vardır.

Artık, onlara yaşanan “modern/çağdaşçı oyunu” izah etmenin zamanıdır. Bu oyunu izah edecek arşiv belgeleri, bugün açılmayacaksa ne zaman açılacak!

Diğer yandan, meseleye hikmetle yaklaşıp doğru hükmetmek gerekir. Aksi hâlde Çağlayangillerin o korkunç Masonik oyunlarına rağmen hâlâ kendisini İslam içinde görmekten gurur duyan, doğrusu ve yanlışıyla “Elhamdülillah Müslümanım” diyen Alevilerin heba olma riski vardır.

Alevilere adeta sıkı sıkı kapatılan İslamî irşad hizmetlerinin bir an önce açılması ve onlara İslam’ın sahih çizgisinin hikmetle götürülmesi sorumluluk sahibi herkesin görevidir.

Elbette böyle bir hizmete karşılık Sol, her zamanki faşist propagandasına başvuracak ve yapılanları olandan farklı göstermeye çalışacaktır.

Ama malum olduğu üzere İslamî tebliğ, bir serbest saha tanıtımı değil, çetin bir mücadeledir….