Allah rahmet eylesin, Ömer b. Abdülaziz, mealen şöyle der:

-Allah, bir kısım insanın işlemekte olduğu kötü ameller sebebiyle bütün toplumu cezalandırmaz. Fakat bir kısım insan, günahları açıktan işler de başkaları buna mani olmazsa bütün halk cezaya müstahak olur.

Üzerinde çokça tefekkür edilmesi gereken bir söz…

Zira başkalarını kötülükten alıkoyup iyiliğe sevk etmek duyarlılık gerektirir. Sloganı “Bırakın yapsınlar!” olan liberalizm ise duyarlılığımızın canına okudu.

  1. yüzyılın başında, modernizmin sosyalizm, faşist toplumculuk ve ulusal sosyalizm türleri; uç bir devlet duyarlılığı ve daha doğrusu net bir diktatörlükle hepimizi “çağdaşlaşmaya” zorladı.

Sırtımıza dipçikler vurula vurula hepimiz, rızamız dışında dikilen çağdaş gömleğe sığdırılarak birbirimize benzetilmeye çalışıldık. O dönem bizi öylesine bunalttı ki onlardan kurtulunca hakikaten özgürlüğümüze kavuştuğumuzu zannettik. Oysa modernizmin liberal versiyonu onlardan çok daha tek tipçi, çok daha musadereci, çok daha baskıcıdır.  
Sosyalizm ve faşizm, bizi vura vura tek tipleştiriyordu; liberalizm ise bizi uyuştura uyuştura tek tipleştiriyor.

Liberalizm, öylesine sinsice bir baskı ortamı oluşturdu ki kendimizden kopup “birbirimize benzeme adına” “bir başkası olma” hâlimizi fark bile edemedik.  

Bir evlat düşünün, en kötü yollara sapmış ancak ebeveyn “Kızım, oğlum; biz, her türlü arkandayız; sen, neye karar verirsen biz seni destekleriz, hayatın seni ilgilendiriyor” diyebiliyor.  

Ve biz, bunu ebeveyn açısından “anlayış”; çocuklar açısından ise “bireysel özgürlük” ile açıklıyoruz. Oysa bu, basbayağı ebeveynin velayetinin elinden alınması, velayet hakkının dolayısıyla toplumsal konumundan gelen iktidar hakkının gaspıdır. Bu, çocuklar açısından ise sahipsiz bırakılma ve çağın “tüketim” canavarının pençesine teslim edilmektir; metalaştırılıp, köleleştirilip nihayetinde lüks restoranların çöplüğüne atılma yoluna girmektir.    

Oğlun veya kızın, kardeşin veya anne-baban, hangi yakının her ne yaparsa yapsın, ona karışmamak… Bu, liberalizmin bize dayattığı tüketici duyarsızlıktan başka bir şey değildir.  

Sosyalizm ve faşizm, ebeveynin evlatlar üzerinde iktidar olma hakkına açıktan son veriyorlardı. Tutumlarıyla evladı siz doğurursunuz, biz sahipleniriz, diyorlardı. Ailenin evlat üzerindeki iktidarına açıktan el koyuyorlardı. Onların büyük, yaşlı ve tecrübeli ağabeyi liberalizm de aynısını yapıyor ve sadece yaptığını sinsice saklıyor.

Liberalizm, aldatıcı bir hileyle; evlat ve diğer yakınlar karşısındaki duyarsızlığı “anlayış” diye kutsadığı gibi, evlatların ve diğer yakınların, akrabalık duyarlılığından uzaklaşmasını da “özgürlük” diye tarif ediyor.

Bu korkunç bir oyundur ve ne yazık ki çoğumuz, bu korkunç oyuna geldik, azaba müstahak olduk. Şimdi hep birlikte duyarsızlıktan; anne babanın evladı; evladın anne babayı; kardeşin kardeşi düşünmemesinden şikayet ediyoruz.

“Nerede o eski duyarlılık!” diye zaman zaman iç çekmeyi de fazilet sayıyoruz. Oysa, İslamî bir faziletin tükenmesi karşısında yapılması gereken iç çekmek, geçmişe özlem duymak ya da ağlayıp sızlanmak değil, derhâl ihya için çalışmaktır.

İhya canlandırmadır ve Ramazan, bir ihya ayıdır ki Ramazan’ın faziletleriyle bereketlenmeye de “Ramazanı ihya etmek” deriz.

Ramazan, diğer aylarda yemeye içmeye ayırdığımız vakitten vakit kazandığımız ve başkalarına karşı duyarlılığımızın arttığı bir bereket ayıdır.

Şimdi, liberalizm tarafından katledilen duyarlılığımızı ihya etmenin/duyarlılığımızı canlandırmanın tam zamanıdır.

“Emri bil maruf ve nehyi anilmünker!” çerçevesinde İslam’ı anlatmanın tam vaktidir…   

Duyarsızlığı, “anlayış”; başıboş bırakmayı “özgürlük” diye tarif edenlerden olmamamız, vakti vaktinde ihya etmemiz duasıyla Ramazanımız mübarek olsun…