“Allah katında din İslam’dır.” ( Âl-i İmrân, 19 )
İşittik ve iman ettik.
Lâkin günün iletişim imkânlarıyla bu hakikati evrensel düzeyde, sosyolojik olarak da gözlemek mümkün oldu.
Dinlerin ortak özelliği; birtakım sınırlarla insanlara hayat rehberliği yapmaktır.
Bu yönüyle dinler, toplumları diriltir, onların bütünlüğüne katkıda bulunur ve onları ayakta tutar.
Buradan şöyle bir bakın, dünyanın hâline:
Toplumların bir bölümü Çin ve Hindistan misali hâlâ pagan. Çin’in “bilimsel sosyalizm”i, onu kadim paganlık cahiliyesinden kurtarmadı; sağlıklı bir yaşam tarzına kavuşturmadı. İngiliz istilasının modernizmi de Hindistan’ı ıslah edemedi.
İki toplum, yaşadıkları ve ağır bedeller ödedikleri bu değişime rağmen, ne kuduz ne veba ne sair salgın hastalık taşıyıcısı hayvanları tüketmekten uzaklaştı. Hâlâ fareden çeşit çeşit haşereye ne buluyorlarsa tüketiyorlar.
Bir de Hıristiyan dünya… Ne Avrupa ne Amerika’da Hıristiyanlık, toplumları insanı tehdit eden fuhuş, alkolizm gibi hâllerden koruyor.
Hıristiyanlaşan Afrika’nın durumu ise Müslüman Afrika ile karşılaştırıldığında içler acısı…
Müslüman Sudan da Hıristiyan Güney Sudan da tıp alanında gereksinimlerini karşılayacak yatırımlardan yoksun…
Ne var ki UNAİDS (Birleşmiş Milletler AİDS) verilerine göre Müslüman Sudan’da AİDS vakası yok.
Oysa aynı verilere göre 2018’de Hıristiyan Güney Sudan’da tam 190 bin tespitli AİDS vakası var.
Sonradan Hıristiyanlaşan diğer Afrika sahalarının durumu da çok farklı değil.
Uyuşturucu kullanımı konusu da benzer bir manzara arz ediyor. Hollanda’da modernizme yenilen Hıristiyanlık, halkı uyuşturucu kullanmaktan alıkoyamadığı gibi sonradan Hıristiyanlaşan Amerikan Siyahilerini de uyuşturucu kullanmaktan alıkoyamıyor.
Aksine Amerikan Hıristiyan Siyahileri dünyanın en çok uyuşturucu kullanan ve onunla heba olan kesimleri arasında yer alıyor.
Buna karşı İslam’a geçen bir Batılı, uyuşturucu belasından peşinen kurtulduğu gibi, hiçbir Siyahi Müslüman kesim arasında da toplumsal uyuşturucu kullanımı sorunu yoktur.
Özellikle Afrika kıtasında ve yoğun olarak Hint Kıtası çevresinde pek çok Müslüman toplum, haramlar ve ibadetler konusunda Müslümanlaştığı hâlde medeniyet olarak bugüne kadar hiçbir zaman İslam’a kavuşamadı. Bunu asla tekfir kapsamında söylemiyorum, öyle bir tutum içinde olmaktan Allah’a sığınırım. İslam medeniyetinin örneğin su şebekeleri, hamamlar gibi temizlik kurumları onlara ulaşmadı, demek istiyorum.
Zira o toplumların kültürleri İslam’ın bireysel inanç, haram ve ibadetlerine direnemedi ama İslam medeniyetinin onlar arasında inşasına direndi. Henüz yeteri kadar incelenmemiş bu husus, o toplumları Müslümanlaştıkları hâlde, “Medenîleştirici” pek çok İslamî kurumdan yoksun bıraktı. Buna rağmen İslam, onları insanı tehdit eden salgın kaynağı haram yiyecekler, fuhuş ve uyuşturucu gibi pek çok tehditten koruyor. Bu, İslam açısından düşmanlarının bile “alkışlayacağı” bir başarıdır.
Bir de Türkiye’nin durumuna bakınız. En azından Cumhuriyet’ten yakın günlere kadar insan davranışlarını değiştirmeye yönelik bütün planlamalar İslam dışlanarak yapıldı.
Buna rağmen, Boğaziçi’nin yarı filozofları (!), devlet denetiminin ulaşmadığı her noktada ahlaklı olmayı yalnız İslam ahlakından nasip alandan bekliyor.
Şişli otobüsündeki dine dair her şeyi yaşamından dışlamış 80’lik teyze de gençlerin kendisine saygısından yine İslam ahlakıyla ilişkili şikâyet ediyor. Zira şuur altında, sıkı sıkıya sarıldığı seküler etiketle, yaşlılara saygıya dair yeterli duyarlılığı bulmuyor.
Bu manzaraya bakıp “İslam, ahir zamanda yapayalnız!” diyebilirsiniz.
Hayır! İslam, dün olduğu gibi bugün de biriciktir! Biricikliği onu zayıf değil, üstün kılar. Yeter ki biz fark edip izah edebilelim…
Ve son söz:
Elhamdülillahi ala nimetil İslam…