Geçmişte sayılı kişimiz, Batı etkisine açıktı. Onların da sadece bir kısmı Batı’yı tanır, bir kısmı ona aldanırdı.

Bugünün dünyasında kürsüdeki profesörden, dağdaki çobana; büyükelçilerden, evde çocuklarına bakan ev hanımlarına kadar hepimiz Batı etkisine açığız.

Eksik bir okumayla Batı etkisini hep ideolojiler üzerinden okumuşuz. Irkçılaşanımız, liberalleşenimiz, sosyalistleşenimiz olmuşsa onu Batı’ya kapılmakla itham etmişiz.

Oysa ideolojiler, Batı’nın sadece yüzlerinden biridir. Batı’nın zihniyeti ideolojileri aşıyor. Batı’nın kotları ile düşünmüş sayılmak, bu ideolojilerden birine bağlanmış olmayı gerektirmez.

Batı’nın zihniyetinde Pagan, Katolik, Ortodoks, Proteston, Kalvinist kotlar vardır. Bu kotlar ideolojilerin ihdasıyla ölüp gitmedi, özellikle siyasi alanda hâlâ kendini koruyor ve siyasi kararlarda etkili oluyor.

İletişim kanalları üzerinden hepimiz Batı etkilerine açılmışken, kimi zaman sorunlarımıza bir Katolik, bir Ortodoks ya da bir Protestan gibi yaklaşabiliyoruz.

Katoliklik, Avrupa’nın oluşmasında en büyük paya sahip iken kendini yenilemeyince ve siyasetin de tepesine binip kendisini yenilemesini engelleyince Protestanlık tarafından imha edildi.

Yenilikçi Protestanlık, dünyeviliği abartınca Avrupa’da canına okuduğu Katolikliğin yerine yeni bir dini yaşam inşa edemedi, Avrupa’nın laikleşmesinin, dolayısıyla tükenişinin yolunu açtı.

Kalvinizm, aslî Hıristiyanlığa dönme iddiasıyla işlediği cinayetler ve yaptığı zorbalıklarla Avrupa’da Hıristiyanlığın köklerine kibrit suyu döktü.

Ortodoksluk, dini siyasi nizama endeksledi; Bizans eliyle yüzyıllar boyu, Batı’nın İslam’a karşı bekçiliğini yaptı; Çarlık Rusya’sı eliyle ise İslam dünyasının siyasi nizam olarak çökmesinde neredeyse en büyük rolü oynadı. Çarlık Rusya’sı gibi dünyanın coğrafya olarak en büyük devletlerinden birine bizzat hükmetti fakat geleceğini siyasi nizamın geleceği ile bütünleştirmekten bir türlü vazgeçmeyince, bu konuda dengeyi elden kaçırınca Komünizmin eliyle resmen imha oldu.

Ne yazık ki İslam dünyası, güne hitap edecek ilmî kurumlarını henüz bulmadı. Batı’nın geniş etkisi, bilinenin aksine sadece mekteplilerimizle sınırlı değil, alimlerimiz de Batı’nın kotları ile yetişiyor. Hatta kimi zaman mekteplilerimizden daha çok Batı zihniyetinin etkisinde kalabiliyor.

Düşünce ve görüşler, kimi zaman buram buram Katoliklik, Ortodoksluk, Protestanlık ve hatta en çok Kalvinizm kokabiliyor.

Yenilenmeyi reddetmek ve siyasetin tepesine de binip onun da kendisini yenilemesine engel olmak Katolikliği…

Dini tamamen siyasi nizama endekslemek Ortodoksluğu…

Yenilik adına bütün kurum ve birikimlerimizi protesto edip Müslümanları geliştirme adına cemaat yaklaşımından koparma Protestanlığı…

Ve yeniliği, kendince saf kökü belirleyip o saf köke uymayan herkesi tekfir ve hatta imha etmek olarak anlama Kalvinizmi…

Hepsi satır aralarında okunabiliyor.

Oysa İslam, gücünü kapsayıcılıkla mecz olmuş özgünlüğünden; bütün benzerlere benzer gibi görünen ilahî benzemezliğinden alır.

Bizim, Katolikçe, Ortodoksça, Protestanca ve Kalvinistçe yaklaşımlara değil; tertemiz İslamî bir yaklaşıma, İslamî düşünmeye, meselelere Müslümanca bakmaya ihtiyacımız var.

İslam, varlığını sabitleriyle koruyan ama çağlara hükmetmesini ihya ve tecditten alan ilâhi bir nizamdır.

İslam’ın sabitleri, vahiyle belirlenmiştir; ihya ve tecdid ise Müslümanların o sabitlerle şekillenmiş güçlü iradesine bırakılmıştır.

Müslüman iradesi, ne ihyadan korkacak kadar ürkek ne ihyayı reddedecek kadar zavallıdır ne ihya adına sabitlere dokunacak kadar ahmaktır.  

Zalimlerin hükmettiği bu çağda ürkeklik, zavallılık ve ahmaklık sahibini imha eder.

İslam dünyasının içinde bulunduğu durumu bütün olarak ele alacak ve büyük Müslüman dayanışmasını sağlayacak olan bu ürkeklik, zavallılık ve ahmaklıktan uzak iradedir.