Toplumun kalabalıkça bulunduğu yerlere açılıp da toplumsal değişimi fark etmemek mümkün değil. Tutumlarını inançları ve değerleri ile değil de “hava”ya göre belirleyenlerin hemen kapıldıkları, ayaklarını sabit tutmak için çaba göstermeyenlerin de dayanamayacakları bir toplumsal değişim yaşanıyor.

Çocuklar, havaya kapılarak veya değişime direnişi anlamlandırmadıkları için anne babalarından farklı tercihlere yöneliyor.

Bu tür değişim dalgaları karşısında birkaç tutumdan söz etmek mümkündür:

Kimileri değişime kapılıp gider.

Kimileri değişimden sadece yakınır.

Kimileri ölen geçmişe yas tutup ağlar.

Onların hiçbiri değişimi durduramaz.

Bu tür güçlü değişimler, yaşananı yaşatmaya çalışmakla da durmaz.

Bu tür büyük dalgalar setlerle sınırlanır ama son bulmaz.

Durumu iyi tespit etmeliyiz:

İslamileşmeye inananlar olarak biz değişim öncesi hali onaylıyor muyduk?

Değişim öncesinde halin muhafazakarı olmamıza değer bir İslam toplumu ve İslam dünyasına mı sahiptik?

Hayır!

Bizim değiştirmek istediğimiz bir hal vardı, değişim öncesinde asla razı olmayacağımız bir hal söz konusuydu, şimdi yaşanan sadece daha beteridir.

Öyleyse “yakın” geçmişe ağlamanın bir anlamı yok.

Hem büyük değişim dalgaları ancak karşı değişim dalgaları ile durur.

Bize düşen, sabit değerlerimiz üzerinde yeni bir değişim dalgası oluşturmaktır.

Buna İslam’ın değerler gücü yeter.

Mesele bizim o gücü sahiplenmemizdir.

Biz istersek bu olumsuz değişime karşı olumlu bir değişim dalgası estirebiliriz.

Biz istersek kendi dünyamızın marşlarını bir kez daha duyabiliriz.

Bunun için her tür imkan var. İhtiyaç duyduğumuz sadece değişim iradesidir.

“Kahrolsun değişim!” deyip arkadan ağlayan bir irade değil, “Yaşasın değişim!” deyip önde giden bir irade...

Değişimi yöneten bir irade...

Değişenlerin dedikodusunu yapan, onlara küfreden değil, onların yönünü değiştiren bir irade...

Bizim buna gücümüz yeter.