Türkler, İslam’la şereflendikten sonra İslam dünyasının pek çok krizden kurtulmasına öncülük ettiler.

İslam dünyası, Türklerin Müslümanlaşması sürecinde zengince bir yaşam içinde aşırı temeddün etmiş, savaşçı kabiliyetini genelde yitirmiş ve daha önce İstanbul surlarının ardına tıktığı Bizans’ın tehdidi altına girmişti. Büyük İslam şehirleri Tarsus ve Antakya’yı alıp Halep civarına kadar inen Bizans, Kudüs yolunda ilerliyordu.

Öte yandan Müslümanların devlet geleneği disiplini sorunu, henüz Hulefâ-i Râşidin Dönemi’nde baş göstermişti.

Türkler, öncelikle savaşçı bir halktılar; onun yanında güçlü bir devlet geleneği disiplinine sahiptiler.

İslam dünyası, Bizans’ın yeniden güçlenmesi krizini, Malazgirt Zaferi’yle taçlanan bir dizi zaferle Türklerin savaşçılık ve devlet disipliniyle aştı.

Haçlı Seferleri’nde güçlü Selçuklu desteği ve Türkmen savaşçı gücü sahaya inmeden Müslümanlar büyük zaferler kazanmadılar.

Moğol istilasının aşılmasında Türklerin rolünü kim inkâr edebilir?

Endülüs’ün kaybından sonra daha da güçlenen Katolikliğe karşı ise Osmanlı bariyeri olmasaydı, Kudüs bir yana Mekke ve Medine’nin de istila tehlikesi vardı.

Türkler, bütün bu muhteşem başarıları ümmet şuuru içinde, Farslar, Kürtler, Araplar ve sonra Arnavutlar gibi toplumlarla birlikte kazandılar.

O toplumlarla bir arada olmayı hem yüce Allah’ın emri ve Rasûl’ünün vasiyeti, hem zaferleri için bir zorunluluk bildiler. Onlarla omuz omuza olmayı, büyük olmak için şart gördüler.

Alparslan’ın yanında Nizâmülmülk’ün aklı vardı. Nûreddin Zengî’den sonra da Selâhaddîn-i Eyyûbî geldi. Kimse bunu “Zaferlerimizi paylaşmayız” gibi kıt bir akılla değerlendirmedi. Aksine herkes bunu bir olmanın, kardeş olmanın, büyük İslam dayanışmasının tabii ve zorunlu bir hâli kabul etti: Türkler, en kalabalık nüfusa sahip Müslümanlar olarak İslam düşmanlarıyla mücadele ediyorlardı ve kardeşleri de o mücadelenin birer vazgeçilmeziydiler.

Ne var ki 19. yüzyılda İslam dünyası üzerinde oynanan oyunlarla, ümmete karşı ırkçılık silahıyla, İslam düşmanlarına karşı en önde savaşan bir Türklüğe karşı İslam karşıtı bir Türklük üretilmek istendi.

Dün bütün dünyaya meydan okuyan bir toplum, kendisine hep omuz vermiş kardeşlerine ırkçı temalarla düşman edilmeye çalışıldı.  

Dün dünyaya meydan okuyan bir toplum, kimi İttihatçı Paşalar üzerinden Arnavutlar, Arap kabileleri gibi topluluklara karşı zafer kazanma sevdasıyla malul hale düşürülmek istendi. Dünya hakimiyeti peşinde koşmaktan kaçıp çöllerde eşkıya avlayan bir müfreze hâline dönüştürülme hilesine maruz bırakıldı.  

Öylesine büyük bir sapma ki akıllara ziyan…

Bu, dünya hâkimiyetini gasp etmek isteyen Yahudiliğin koca bir hilesiydi.

Yazık, hem de çok yazık ki bu hile kavranmadı. Önderleri Yahudi ve Mason olan İttihatçılar, kılıçlarını ümmetin boynuna koyarak “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” söylemine kapıldı, nihayetinde düşmanlık halkasına yüzyıllar boyunca her zaferde yer almış Kürtleri de ekledi.

Bu söylem, sadece Türkiye için değil, bütün İslam dünyası için tarihin en büyük krizlerinden birinin şifresidir.

Bu şifreyle Türkler yalnızlaşırken İslam dünyasının hâli de ortada…
Bir daha yazık ki Türk milliyetçiliği bu krizi aşamıyor; dönüp dolaşıp çok gülünç bir şekilde Kürtlükle uğraşıyor.
Yıllar yılı, resmi tarih anlatımında Kürtlük yok sayıldı. Bu, Türklüğe de Kürtlüğe de Araplığa da düşman olan İslam düşmanlarına yaradı. Kürtlerle ilgili emperyalist emellere güç verdi.  

Bu yıl MEB, bunu aşan bir adım atmış. Ama MHP, iktidar ortağı olduğu hâlde İYİ Parti’nin bazı malum simalarına özenerek “Türklük adına” bundan rahatsız oluyor.

İnsan, şöyle bir geçmişe dönüp ister istemez nereden nereye deyiveriyor!

Ama, hayrette kalmak çaresizliktir. Türkiye, bu çaresiz hâl içinde tepinmeyi bırakıp bu Yahudi oyununu mutlaka aşmalıdır.

Bunu aşmak, sadece Türkiye’yi büyütmeyecek, İslam âlemini son krizinden de kurtaracaktır.