Bundan on yıl öncesi üzerine az çok düşünen, medyanın “siyasi dikta”sını hatırlar. O devirde medya dilediğini düşürebileceğine, dilediğini yükseltebileceğine inanırdı.
O güdülenme ile siyasetin üzerine varır, dilediği siyasetçiyi boğazlayıp bir kenara atar ya da kitlelerin önüne atıp linç ettirirdi.  

Medya güç kaybına uğradıkça ona bu güdülemeyi öğreten ve bu güdülemenin çapuluna konan uluslar arası yağma sistemi, sosyal medyaya yöneldi.

Klasik medya öldü mü? Hayır… Sadece sosyal medyaya geçti. Hâlâ klasik medya üretiyor, klasik medyanın dinozorları klavyelerin başında oturuyor. O dinozorların bir kısmı özellikle Türkiye’deki yabancı medya ajanslarından büyük maaşlar alarak onlar adına iş görüyor.  

Bu bakımdan, Nisan ayı sonlarında Alman Deutsche Welle'nin öncülüğünde, İngiliz BBC, Fransız France 24 ve Amerika’nın Sesi’nin Türkiye için içerik üretecek ortak Youtube kanalı kurması bir dönüm noktasıdır.

SETA’nın Temmuz ayında yayınladığı “Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları” raporu ise bir karşı atak olarak oldukça önemli bir çalışmadır.

Zira bizim bugün klasik medyada görmediğimiz 28 Şubat medya şövalyelerinin çoğu, yabancı basının Türkiye uzantılarında çalışıyor ve sosyal medyadaki haberlerin mutfağında şeflik yapıyor.

Eskiden “medya muhalefeti” denirdi. O günler klasik anlamda geride kaldı. Türkiye’de artık dehşet verici bir “sosyal medya muhalefeti” vardır. Ki aslında bu muhalefet habercilikte gerçek anlamda iktidar makamında. Dolayısıyla buna “sosyal medya iktidarı” demek gerekiyor.

Hiçbir ahlak kuralı tanımayan, söz konusu İslamî kesim düşmanlığı olunca “etik” olma ihtiyacı da duymayan çirkef bir sosyal medya…   

Klasik medya muhalefetinin eski kahvehane ağızları artık ellerinde telefonlarla bu çirkefliğin bir parçasıdırlar. Eskilerin deyimiyle koca bir ahmaklar ordusu, 7/24 bu çirkefliğin üretimlerini hiçbir ücret almadan pazarlıyor.

Ama bu çirkeflik asıl gücünü, 200 yüzyıldır bu ülkenin bütün nimetlerini yağmalayanların mirasyedi torunları oluşturuyor.

Özellikle yaz döneminde bu mirasyediler, lüks mekânlardaki uzun tatil süreçlerinde kumsallarda uzanıp ellerine aldıkları telefonlarla memleketin bütün değerlerini topa tutuyorlar.

Doğrusu beşer, milyonlarca köle çalıştırma gücüne ulaştığı günlerde bile bu kadar masrafsız bir “ordu” gücüne ulaşmamıştı.

Milyonlarca kişi, aynı anda, hiçbir karşılık almadan geçmişin “kulağı var ama duymaz” memlûk asker misali uluslar arası sistemin propaganda memurlarının diledikleri her tür çirkinliği memlekete pompalıyor.

Düne kadar, daha çok zayıf İslamî kesimler bu sosyal medyanın hedefindeydi. Sonra cesaret bulup hükümete en yakın sivil kurumlara hücum ettiler.

Bazı aksaklıklara dikkat çeken “vicdanlı insanlar” görünümüyle o kurumları karaladılar.

Bugün artık hükümetin kendisine yönelmiş durumdalar… Her an yeni bir “tag” açarak atılan her adımı birer “yüz karası” belgesi gibi piyasaya sunuyorlar.

Kimi zaman milliyetçi kesiliyorlar… Kimi zaman insancıl bir Avrupa yanlısı…  Büyük bir doğa sevdalısı…  Kadın haklarından yana birer fedai ya da hayatını hayvanlara adamış bir eski zaman zahidi… Kimi zaman mukaddes değerlerin istismarına kaşı ayağa kalkmış hesapsız, bohem bir Avrupa sosyalisti görünümündeler…

Ama aslında hep aynı efendi için aynı işi yapıyorlar… Dün halkı “trol”lerden kurtarma derdindeki bir hakikatçi imajındaydılar, bugün trollüğün doruğundalar…

Ülkenin geleceğini bunlar belirleyecekse vay o geleceğe!