Lise yıllarımızda, partili siyaset karşıtlığımızı muhtemel gidişat üzerinden temellendirmeye çalışırdık.

Seçimler yoluyla iktidar olmanın yararı var ama o yol çok riskli… Biz iktidar olsak kısa sürede ülkeyi toparlar, yeniler, kalkındırır, hazinesini doldururuz ama devlete hakim olamayız, sistemin hamisi olan uluslar arası güçlerin hakkından çıkamayız. Biz bir tür belediye hizmeti yapmış olacağız ama sistem yerinde kalacak. Bizimle işleri bittiğinde bizi darbeyle devirirler, doldurduğumuz hazineyi yer, yaptığımız hizmetleri kullanarak nefeslenirler, derdik.

Bunu bir yerden okumuş ya da birilerinden öğrenmiş değildik. Bu, genç aklımızla tamamen seçimli siyaset konusundaki çekimserliğimize bulabildiğimiz makul gerekçeydi.

Yine o günlerde seçimli siyasete dâhil olunacaksa bunu iyi yapacak kişinin Refah Partisi İstanbul İl Başkanı Recep Tayyip Erdoğan olduğuna inanırdık. Bugünün Cumhurbaşkanı Erdoğan, o günkü zihinlerimizin ideal siyasetçisiydi, merhum Necmettin Erbakan’da bulmadığımız pek çok özelliğin onda var olduğunu düşünürdük, onun liderliğindeki bir siyasi geleceğe daha sıcak yaklaşırdık.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye siyasetinin en önemli aktörü olmasının üzerinden yaklaşık on yedi yıl geçti ve Türkiye’de kalkınma anlamında büyük işler yapıldı. Türkiye, her tür engellemeye rağmen kalkınmada dünya standartlarını yakaladı.  

Ama, bugün gelinen noktada bizim lise yıllarımızda dillendirdiğimiz endişe, yüksek sesle olmasa da İslamî kesimlerin okumuşları arasında  “Haklıymışız” şeklinde dillendiriliyor.

Bu endişenin bir yanı uluslar arası gelişmelerden kaynaklanıyor. ABD, İhvan-ı Müslimin’in Mısır’da iktidar olmasından bu yana İslamî köklerden gelenlerin siyasi aktörlüğüne olumsuz bakıyor; var olan aktörleri devirmeye, yeni aktörlerin ortaya çıkmasını engellemeye çalışıyor.

Mesele, nihayetinde ABD’nin İhvan-ı Müslimin’i terör listesine alma ihtimaline kadar vardı. Haber 30 Nisan’da ABD’nin New York Times gazetesinin, 2015’te Kahire büro şefliğini yapmış, Londra temsilcisi Yahudi David D. Kirkpatrick tarafından Beyaz Saray kaynaklarına dayanılarak verildi.

Kirkpatrick’in haberine göre Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı, başka gerekçelerle birlikte böyle bir kararın müttefik ülkelerle ilişkileri olumsuz etkileyeceği gerekçesiyle karşı çıkmışlar.

Haberin yayınlandığı gün Birleşik Arap Emirliklerinden Bin Zayed ailesinin finanse ettiği Sky News Arabia’ya Washington’dan açıklamalarda bulunan ABD’li bir analist ise böyle bir kararın çıkıp çıkmamasının tamamen Erdoğan’la ilgili olduğunu anlatıyordu. Analiste göre Trump, İhvan konusunda ikna olmuş ama Türkiye’yi ilgilendiren yönünden dolayı karar almakta tereddüt ediyor; dolayısıyla kararın çıkması da çıkmaması da tamamen Trump ile Erdoğan arasındaki ilişkiye bağlıdır.

Sudan ve Venezuella’daki gelişmeler, Malezya’da aradan geçen süreye rağmen Enver İbrahim’in başbakanlığı üstlenememesi; Tunus’ta en-Nahda’nın iktidarının engellenmesi, dışarıyla ilgili diğer endişe verici durumlardır.

Öte yandan meselenin bir yanı hükümetin aradan geçen yıllara rağmen Sağ/Sermayeci siyasetle arasına mesafe koymamasıyla da ilgilidir.

Buna karşı eskiden beri Sol kesimle birliktelikte “yücelik/kabullenme/ dikkate alınma hissi” arayan ve hükümetten nemalanma konusunda “doyumsuzluk” içinde olan kimi İslamcı etiketli elitler de uluslar arası güçlerin Erdoğan karşıtlığı ile birlikte Erdoğan’a yönelik eleştirilerini sertleştirdiler.

Bu hâl içinde İstanbul seçimlerinin sonuçlarından AK Parti teşkilatlarının hantallaşması ve iç ihtilafının sorumlu görülmesi de söz konusu endişeye su taşıyor.

Siyaset riskli bir alandır ve daima endişeler barındırır; Türkiye gibi muhalefetin ana yapısının dış güçlerin etkilerine açık olduğu bir ülkede ise daha da çok risk ve endişe doğurur.

Umut edilen her şeye rağmen bu endişenin karamsar bir yaklaşımın neticesi olması ve haksız çıkmasıdır.