Mısır’da çarşamba sabahı 9 gencecik Müslüman ipe asıldı. Maksatlarını aşan bir iş yapmışlardı da diktatör Sisi’nin onları idamına bahane mi oluşturmuşlardı? Henüz gencecik bedenlerinin sıcaklığı toprağa değmemişken bu soruyu sormanın ne anlamı olabilir?
Bunun yerine, Sisi yönetiminin maksadı ne? Sorusuna cevap aranmalıdır.
Sisi yönetimi bağımsız değildir. Bağımsız olmayanların stratejileri olamaz. Onlar, ancak bağlı olduklarının stratejilerine hizmet edebilirler.
Sisi, Evanjelist güç merkezine bağlıdır. Henüz Obama günlerinde Evanjelist siteler. “Obama mı bizden, yoksa Sisi mi? Elbette Sisi” diye başlıkları atıyorlardı. Bu durumda “Yahudilerin besleyip güttüğü Evanjelistlerin Mısır’daki hedefi nedir?” diye sormak gerekiyor.
Mısır’da istenen, Mısır’ın Afganistanlaşması, Suriyeleşmesi, Iraklaşması, Libyalaşmasıdır… Sisi, kendisini tayin edenler adına, bu idamlarla Mısır Müslümanlarının ve özellikle İhvan-ı Müslimin’in sinir uçlarına oynamaktadır. Onun arkasındaki güçlerin hedefi, İhvan-ı Müslimin’i itibarsızlaştırıp gençlik üzerinde kontrolünü kaybetmesiyle DAİŞ türü yapıların Mısır’ı bir iç savaş alanına dönüştürmesidir. Zira İsrail ancak Mısır’a hâkim olursa Evanjelizmin Büyük İsrail’i kurulabilecektir. İsrail’in Mısır’a müdahalesi ise ancak Mısır’ın bir iç savaş alanına dönüşmesi ile gerçekleşebilecektir.
Mısır diktatörlerinin içerideki güç kaynağı, Mısır halkının ve kimi sözde ulemanın “Güç, iktidar için meşruiyet kaynağıdır; başa geçen sultandır” düşüncesine tefrit noktasında sapmış olmasıdır, dışarıdaki güç kaynağı ise kendilerine para ve silah sağlayan uluslar arası yapılardır. Mısır halkının birinci önceliği, daima asayiştir. Mısır’da bir iç savaşın çıkmasıyla asayişin bozulması durumunda Mısır halkı, diktatörlerin yerini dış güçlerin almasına ses çıkarmayacaktır.
Bu konudaki anlayış Mısır’da hazır durmaktadır: “Baskıcı yönetim fitneden iyidir; yapılacak olan zulüm olunca ha içeriden gelmiş ha dışarıdan” diyorlar bu anlayışın sahipleri. Osmanlı valileri ve askerleri arasındaki çekişme karşısında Napolyon’a “Hoş geldin!” diyen bir Mısır’dan söz ediyoruz. Aynı Napolyon, Mısır’dan çok daha az imkânlara sahip olan Şam bölgesinde Akka’ya takılıp kalmıştır.
Öte yandan genel anlamda İslam toplumları, İslamî kesimlerin dış güçlere karşı mücadeleyi üstlenmesini onların vazifesi görürken iç çatışmaya karışarak kan dökmelerini tasvip etmemektedir. İslamî hareketler, 20. Yüzyılda o sahada büyük kayıplar verdiler. Cezayir, Somali, Afganistan, Suriye örnekleri gözler önündedir.
İhvan-ı Müslimin, durumun farkındadır; Mısır’da çıkacak bir iç savaşın nihayetinde uluslar arası güçleri Mısır’a sokmaktan ve İsrail’in Mısır’ın istilacıları arasında yer almasından başka bir iş görmeyeceği ferasetine sahiptir. Bunun için DAİŞ’leşme zorlamalarına sonuna kadar direnmektedir.
İhvan-ı Müslimin’in bu direnişteki başarısını ise gençlerinin kardeşlerinin katline rağmen büyük geleceğe odaklanma kararlılığından vazgeçmemeleri, bu konuda uluslar arası oyunlara gelmemeleri belirleyecektir.
Seyyid Kutup, Allah rahmet eylesin, ABD’nin Körfez Savaşı ile kurduğu oyunu daha 40 yıl önce haber vermişti. Körfez Savaşı’nın başlamasının üzerinden ise 30 yıl geçti ve her şey onu doğruladı.
Batı Lewis’lerine uydu, kârlı çıktı. İslam dünyası Seyyid Kutup’larını yok saydı, zarar etti.
Seyyid Kutupları anlamak için bir daha 70 yıla ihtiyacımız olursa düşmanın gücü bize o ikinci 70 yılı vermeyebilir.