Modernizim, İslam dünyasında yönetimler savaşını kazandı ama Müslüman halkları yenemedi; bugün Müslüman halklar yenmeye çalışıyor.
İslam, Hz. Peygamber (sav)`in dilinden topluma ulaştığı ilk günden bugüne, daima müstekbirlerin hedefi oldu. İslam`la yüz yüze gelen her müstekbir, İslam`ı kendi varlığı için tehdit gördü; cesaret edebiliyorsa ona karşı açık bir savaş başlattı, korkusu “tedbirli davranacak” kadar ilerlemişse İslam`a karşı mücadelede hileye başvurdu, gizli yollar denedi.
Ancak İslam, kendisiyle uğraşan her müstekbiri yendi. Nerede Ebu Cehil? Hani Bizans İmparatorları? Moğollar? Haçlılar? Ve kendilerini kılıç zoruyla, silah zoruyla Müslüman halka sevdirmeye çalışan krallar, diktatörler..? Hiçbiri yenilmekten kurtulamadı.
Ne var ki “Hak-batıl savaşı, kıyamete kadar devam eder “hükmü gereği, İslam`a yenilen her müstekbirin mirasçılarının içinde bir intikam hissi oluştu. O intikam hissi, onların İslam`a karşı savaşı sürdürmelerinin asıl etkenlerinden biri oldu.
I.Körfez Savaşı`ndan bu yana İslam dünyasına yönelik yürütülen savaş, başlı başına bir savaş değildir. Bir ayağıyla, bir Haçlı intikamıdır; diğer ayağıyla, Yahudi mimarlığındaki modernizmin 200 yılı aşkın savaşının halkasıdır.
Muhammed Kutup`un ifadesiyle modernizmin hedefi açık seçikti: “Dini, ahlâkı ve gelenekleri yok etmek”. Avrupa`da bunu başaran modernistler, İslam dünyasında başaramamanın kompleksi içindeler, o kompleksin kini içindeler.
Kapitalezmle zengin olursunuz, dediler; aldatamadılar; sosyalizmle nefsinizin bütün (aşağılık) isteklerine kavuşursunuz, dediler, kandıramadılar; milliyetçilikle “adam” sayılırsınız dediler, yoldan çıkaramadılar. Cephelerde katlettiler, yenemediler; alimlerimizi astılar, bizi saptıramadılar, şehirlerimizi tarumar ettiler, bize boyun eğdiremediler, diktatörlerinin veya “kurul” diktatörlerinin işkencehanelerinde "Yahudi Askılarına" astılar, bizi sindiremediler. Gün geldi, İslam dünyasındaki varlıklarını kaybetme noktasına geldiler, öz elleriyle besledikleri diktatörcüklerinin kellesinden vacgeçtiler. Bugün o kelleler sizin, ülkeniz bizim olsun, diyorlar; yeni oyunun adı budur.
Müslüman halkın modernizme karşı savaşı, sadece bir “öfke” olarak orada bitsin, bir talep zincirine dönüşmesin, yeni bir Müslüman çağınının başlangıcı olmasın, istiyorlar.
Onların zihniyetinde Şark toplumları, öfkesiyle hareket eden ve kendisine karşı düşmanlığı belli şahsiyetlere indirgeyen bir basitliktedir. Diktatörlerin kellesini aldılar mıydı, öfkeleri söner, “isyanın sihri” bozulur, onun ardındaki bir plan birkaç on yıl sürer, sömürü devam eder. Hesapları budur, Libya`daki akılları da, Mısır`daki akılları da budur.
SAKINCALI ORTAKLIK
“Arap Baharı” denilerek bir milliyet çerçevesi ve coğrafik sınır içinde tutulmaya çalışılan son halk gösterilerinin eşiğinde, iki kutba ait iki talep vardı:
1. Müslümanlar, modernizmin diktatörlüklerinden kurtulmak ve ülkelerini kendileri yönetmek istiyorlardı.
2. Modernizmin çağdaş idaresi, diktatörcüklerinden vazgeçse de İslam dünyası üzerindeki hakimiyetini sürdürmek istiyordu.
BU TALEPLERE KARŞILIK
1. Müslümanlar, modernizmin askeri ve polisiye desteğiyle ayakta tutulan diktatörleri devirecek güce sahip olamadıklarını düşünüyorlardı.
2. Modernizm, İslam dünyasında gözleri boyayacak bir halk ortaklığı olmadan (halk yönetime ortak edilmeden) “Ortadoğu idaresi”nin süremeyeceğini düşünüyordu.
Bu talep ve düşünceler, Müslümanların tarih boyunca hayrını görmedikleri bir “çıkar ortaklığı” koalisyonu doğurdu. Bu “çıkar ortaklığı”, zulme karşı mücadele eden iki gücün, “çıkar ortaklığı”, “menfaat birliği” değildir. Zulme karşı çıkanla zulme arka çıkan iki güç arasındaki bir ortaklıktır. Dolayısıyla böyle bir ortaklığa razı olmak, zulmün bir kısmının devamına kerhen de olsa razı olmaktır.
Modernizm için insan hakları, halkın istekleri... masaldır. Herkes biliyor ki onun katkısına, onun desteğine razı olmak; onun diktatörlükler sonrasında kurulacak yönetime ortak olması anlamına geliyordu. Yönetim ortaklığındaki pay, destek ortaklığındaki paya göre artacaktı. Modernizmin temsilcileri, diktatörlüklerin devrilmesini bunun için geciktirdiler. Sorunu “biz olmadan deviremezsiniz” noktasına düşürdüler ve ortaklıkta en az %50 paya ulaştılar.
Bu, kanla, hileyle alınan bir paydı, denebilir; gayrımeşrudur, denebilir. Kendi gayrımeşru olan, bir güçten gayrımeşru işlerin hasıl olmasından başka ne beklenebilir?
HALKLARI “ELDE ETME” SÜRECİ
Yeni dönemden iki farklı kutubun iki farklı beklentisi var:
1.Halk gösterilerine konu olan İslam yurtlarında 7`den yetmişe her Müslümanın emeli, küfrü bütün unsurlarıyla İslam topraklarından atmaktır. Müslümanlar, ulaştıkları neticenin yeni bir İslamî çağın kendisi olmadığının farkındalar. Onlar, yönetim ortaklığı ve uluslararası sistemin hürriyet iddiası fırsatını değerlendirerek yeni süreçten güçlenerek çıkmak isteğindeler. Bu dönemde güç toplayabileceklerini, ülkeyi yönetecek idari kadrolar yetiştirebileceklerini, modernizmin çirkin yüzünü deşifre edebileceklerini, toplumun daha geniş bir kesimini İslam iktidarına ikna edebileceklerini umuyorlar.
Hiçbir şuurlu Müslüman, mevcut duruma mutlak bir İslamî dönem gözüyle bakmıyor. Her şuurlu Müslüman, bu dönemin bir geçiş süreci olmasını diliyor; bu yönde dua ediyor, bu uğurda gayret gösteriyor.
Selahaddin-i Eyyûbi, Mısır`ı bir geçiş sürecinin ardından elde etmemiş miydi? Haçlılara karşı zafer, böyle bir sürecin ardından gelmemiş miydi? O gün elde edilen, bugün neden elde edilmesin?
2.Modernizm, Müslümanların bu talebine karşı, enerji kaynakları sömürüsünü sürdürmeyi ve israil`i İslam`ın bağrında bir hançer olarak tutmayı hayal ediyor.
Yönetimlere halkların ortak olduğu bir dönemde, enerji kaynakları sömürüsünün sürmesi, halkların modernizme yaklaştırılmasından, eski ifadeyle halkların emperyalist çıkarlara göre dizayn edilmesinden geçiyor.
Yönetimlerin elde tutulması, onların güçlerini birleştirerek kendi kendilerine yetebilecek kadar büyümesinin engellenmesinden geçiyor.
israil`in Müslümanların bağrını kanatması, Mısır`ın modernizmin denetimi altında tutulmasından geçiyor.
Modernizm, yeni dönemde “galip” yönetim ortaklığı payını bu hedefler doğrultusunda kullanacak.
FERDİYETÇİLİK VE AHLÂKSIZLIK
Yeni süreç modernizmin temsilcileri için, “yönetimleri küçültme, toplumları fertçileştirme projesi”ni gerçekleştirme sürecidir.
Bu doğrultuda,
1.Yönetim bazında İslam dünyasını Selahaddin-i Eyyûbi çağı öncesindeki dahilde “keyifçi”, hariçte birbirine “hasım” şehir devletciklerine bölmeye çalışacaklar. (Körfez ülkeleri denen şehir devletçikleri bu proje için numunedir. Ki bu devletçikler, aslında birer kolonidir?
2.Halk bazında, “hürriyet” vaatlerini, “insan hakları” vaatlerini “ahlâksızlık özgürlüğü” yönünde uygulayacaklar; “ahlâksızlık hakkı” üzerinden kendilerine bağlı “fertler toplamı” kitleler oluşturacaklar.
Yönetimde ayrılğı, halk düzeyinde liberalizmin ferdiyetçiliğini yansıtan bu proje, “Böl, parçala, yut” tarihi İngiliz projesinin yenilenmiş biçimi olmaktan başka bir şey değildir. Onların inancı, ahlâkı “atalarından gördüklerinden” ibarettir. Tarihi İngiliz mantığında hedefe ulaşmak için her yol ama her yol meşrudur. Hedefe odaklanırken aracın türüne bakmamak İngiliz mantığının esasıdır.
İKİ TİPE MAHKUM EDECEKLER
Tarihe akıl kaynağı işlevi yükleyen modernizm için, Müslüman tutumu konusunda, Moğol işgali süreci önemli bir laboratuvardır. Mısır`da General Şefik`i destekleyen ya da (farklı tutumuyla) onun yüksek oy almış görünmesini sağlayan unsurlara bakıldığında Moğol işgali sürecindeki insan manzaraları görülecek:
1. Zevkinden, dünyasından başka bir şey düşünmeyen büyük bir kitle...
2. Özellikle Doğu İslam dünyasında kendilerine medreseler, rasathaneler, hastaneler açma izni vermeleri karşılığında Moğollara boyun eğen hatta onların atının yularını tutan bir kısım ilim (!) erbabı...
3. Samimi de olsa öfkesiyle, akideye bağlılık adı altında Müslümanların istikrarını bozan, Müslümanların geniş bir ittifak içinde ve günün koşullarına uygun iş görmelerini engelleyen kadılar...
Birinci grup, tarih boyunca hep var olmuştur. İkinci grup, işgal sonrasında tarihe karıştı. Ama üçüncü grup, İslam dünyasında Emevi ve Abbasi günlerindeki “Melikçilik” anlayışını geri getirdi. Müslüman kitleler, onların haksızlığa karşı öfkesiyle hakkı hakim kılma konusundaki programları arasındaki orantısızlığa baktı, onların “yıkma” hırsıyla “inşa” gayretindeki zayıflığı gördü, onların yönetimi beğenmeme isabetine karşı yeni bir yönetim oluşturma konusundaki yetersizliğini gördü ve “En kötü sultan sultansızlıktan iyidir” deyip Batılıların haşa “kral tapıcılığı” diyerek abarttığı sürece razı oldu.
Modernizmin temsilcileri yeni süreçte İslam dünyasında üç insan tipi öngörüyor:
1. Ahlâksızlığa boğulmuş, ahlâksızlığı İslam`ın saadetine tercih eden fertlerden oluşan geniş bir kitle...
2. israil`le ilişkiye ve ahlâksızlığa karşı musamahakâr bir dindarlık... Bir İslam alimi, “İnsan, isyan edebilen varlıktır” diyor. Kendisine yapılan haksızlığı görmeyen, insanlığını (“Hayır” deme kabiliyetini) yitirmiş, zulmün elinde maşa olmuş, değişik tavizlerle tatmin olan bir Müslüman tipi... Haşa insan olmayan sözde bir Müslüman tipi!
3. Her şeye “Hayır!” diyen, önde kimi görse ona saldıran, öfkesi hak konusundaki hassasiyet sanılan, eleştirme hastalığı, hak konusundaki arayış görülen samimi ama menfi bir tip... İki insanla bir arada olamayan, gözü sürekli arkadaşının hatasında olan korkunç bir ferdiyetçi... (Oysa sürekli birliktelikten söz eder.) Bu tipin özellikle Suudi kurumları tarafından yaygınlaştırıldığına dair ciddi deliller var. 1
MODERNİZME NEDEN UYALIM Kİ?
Bir yandan ahlâksızlığa, israil`e “Evet!” diyen bir tip, öte yandan öfkesine mahkum bir tip...
Biz, neden modernizmin afişe ettiği, reklamını yaptığı bu iki tipten birine mahkum olalım ki... Modernizm, Moğol işgali sürecindeki çağa bakıyorsa biz neden bir önceki çağa bakmayalım? “Keyifçi” ve “hasım” şehir devletlerine bölünen, ihtilaflara boğulan İslam dünyasını toparlayıp Haçlıların hayallerini boşa çıkaran Selahaddin`in çağını neden dikkate almayalım? Moğol işgali sürecindeki “Moğol uşağı” tipi ile işgal sonrasındaki “öfkeli tip” arasından Emevi ve Abbasi dönemi melikçiliğine çıkan tutumdan korunmak için neden Asr-ı Saadet`i okumayalım? Bizans ve Sasani işgalini bitiren çağa... Melikçilikle bile düşmanlarını kahredebilen Müslümanlar, onları Asr-ı Saadet şuuruyla nasıl kahretmesinler?
Selahaddin-i Eyyûbi devrimine vatan olan Mısır… Modernizme karşı fikri alt yapımızın oluşmasına beşik olan Mısır… Neden yeni İslamî dönemin beşiği olmasın?
Bunun karşısında modernizmin gücü mü var? Biz, Asr-ı Saadet şuuruna dönüp yüce Allah`ın yardımını hak edince modernizm bizim karşımızda nasıl durabilir?
Dipnot:
1. Kapitalist modernizm, Müslümanlara karşı tutumunda, sosyalist kanadıyla mücadeleden de çok dersler çıkarmış. O dönemde Marks`a, Lenin`e, Stalin`e veya Mao`ya sadakat adı altında hiçbir çatı altına sığmayan bir sosyalist tipi türedi. Bu tip, sosyalizme bağlılık adı altında herkesi suçlayan bir dil geliştirdi, birlikteliği bozdu, sosyalist iktidarın gerçekleşmesine en büyük engeli teşkil etti. Dolayısıyla istikrarı bozuyor görünse de hatta kapitalizmin en samimi düşmanı görülse de kapitalizmin zaferinin önemli bir unsuru oldu. İslam`la mücadelede de istedikleri böyle bir tiptir.