Latin Amerika`da bilinen bir ABD karşıtlığı vardır. Venezüella, bu karşıtlığın en önemli odaklarındandır.

Venezüella`da 1998`den bu yana sosyalist bir iktidar var. Dünyanın diğer ülkelerinde sosyalist iktidarlar başarısız olduğu gibi Venezüella`da da iktidarın başarılı olduğu söylenemez. Ülke, dünyanın en büyük petrol zenginlerindendir ve Venezüella halkı, petrol gelirlerinden yeteri kadar istifade edememektedir.

Lakin ABD, halkı petrol gelirlerinden daha fazla istifade ettirmek için ülke siyasetine müdahale etmiyor. Sosyalist yönetimin halka verdiğini fazla bile buluyor ve daha fazla Venezüella petrolü sömürmek için Venezüella`da sözde liberal bir rejim istiyor.

ABD, 2002'de dönemin devlet başkanı ve mevcut sistemin kurucusu Hugo Chavez`i darbe ile görevden aldı. Ama halkın direnişiyle Chavez, 48 saat içinde görevine geri döndü ve 2013`te ölünceye kadar görevde kalmayı başardı. Onun yerini alan mevcut başkan Nikolas Maduro da Chavez`in ABD karşıtı siyasetini cesaretle sürdürüyor.

ABD, Maduro`yu seçimlerde yenemeyince 23 Ocak`ta Trump`ın bir Twitter açıklamasıyla devirmeye kalkıştı. Trump`ın açıklamalarının hemen ardından kimi sosyal ağlar da Maduro`yu sosyal medyada devlet başkanlığından düşürdü.

Sorun, Venezüella`yı çok aşıyor. ABD, teknolojide ulaştığı güç ve iletişimde elde ettiği olanaklarla dünya üzerindeki egemenliği arasında kendi aleyhinde bir fark buluyor. İmkânlarını kullanarak bu farkı kapatmaya çalışıyor.

Ulus devletler, çok yönden ABD`ye bağlı ve bağımlıydılar. Ama ABD, karşısında bir imparatorluk tanımadığı gibi ulus devleti de 20. yüzyılda kalmış bir idari birim olarak görüyor. Onun yerine dünya ülkelerini bir tür “uzak eyaletler/taşra eyaletleri” olarak yönetmek istiyor, dünyayı açıkça eyaletleştiriyor. 

ABD, seçimli sistemi bu amacı önünde engel olarak görüyor. Meseleyi Batı değerleri ile özdeşleştirerek serbest seçimleri, “Batı`yı yıkmak için Batı değerlerini kullanma”, “Batı değerlerini suiistimal etme” çerçevesinde ele alıyor.  

Bu anlayışla ABD, ana kıtasına uzaklığı ne olursa olsun, dünyanın herhangi bir ülkesinde dilediği gibi sonuçlanmayan her seçimi gayri meşru buluyor. Dolayısıyla seçimleri artık sadece bir “kanaat yoklaması” değerinde görüyor. Bu kanaat yoklamasını tanıyıp tanımama hakkını ve devlet yönetimlerinde nihai atama yetkisini kendinde buluyor, açık bir ifadeyle kendine dünyanın başkanı rolü biçiyor.

Dünya devletleri ya buna direnecek ya da ABD`nin sömürdüğü birer eyalet konumuna düşeceklerdir.

İslam dünyasına gelince ABD, İslam dünyası için büyük eyaletleri bile fazla buluyor. Nihayetinde İslam dünyasının hâkimiyetine tamamen el koymak üzere geçiş süreci için, İslam dünyasında Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) misali şehir devletleri ön görüyor.

İslam dünyası ya dünyaya öncülük ederek ABD`nin bu niyetinin önüne geçecek, kendisini şehir devletleri olmaktan, dünya ülkelerini eyaletlere dönüşmekten kurtaracak ya da şehirlerinin başında bile ABD`den atanan belediye başkanları bulacaktır.

Bunun başka bir seçeneği görünmemektedir.