1900`ların başında yazılmış edebî metinleri okurken yüz kızartan bir Avrupasevdacılıkla karşılaşıyorsunuz.
Ortada öyle özlem falan yok, basbayağı bir düşük hayranlık vardır. Geçmişlerini zindan bilenlerin buldukları yeniyi cennet sandıkları bir hayranlık…
Bu Avrupasevdacılık, bizde 1960`lı yıllarda Sovyetsevdacılığa döndü; tahlilden yoksun, körü körüne bir sosyalizmperestlik…
12 Eylül`le beraber, Sovyetsevdacılık darbe yedi; onun yerini tekrar Avrupasevdacılık aldı ve üstelik bu sevda Avrupa Ekonomik Topluluğu`na (AET) giriş talepleri ile uzun süreli bir projeye dönüştü; topluluk adını değiştirince de bizde Avrupabirliğisevdacılık aldı başını gitti. “Avrupa değerleri” bu sevdanın ideolojisi olarak kriter kriter dayatılmaya başlandı.
Dünyanın gerisinde “Avrupa değerleri” diye yaldızlanan kriterlere isyan var. ABD`de Trump`ın seçilişinin ardından Avustralya`daki, Brezilya`daki seçimler… İşin içinde Evanjelizm var mı var. Ama Evanjelizmin Yahudilik yanı ile biz ilgiliyiz. ABD, Avustralya, Brezilya toplumları, hani denize düşen yılana sarılır misali, tükenme korkusuyla din adına onun temsilcilerine sarılıyor. Onların “Uyuşturucuya hayır!”, “Eşcinselliğe hayır!” sloganları ne kadar sahte olursa olsun o toplumlara umut veriyor. Nitekim Brezilya`ya devlet başkanı olarak seçilen Bolsonaro`nun eşcinsellikle ilgili söyledikleri bütün dünyada yankı buldu ve muhtemelen bu görüşü seçim başarısına katkı yaptı.
Bizse aksi yönde yol almaya devam ediyoruz. Hani zenginlerin artık yaşanmaz deyip hızla boşalttığı ve sosyolojide “slum” denen eski semtler var da taşradan gelenler, o çoğu zaman ahlaken batmış semtlere yerleşmek için birbiriyle yarışıyorlar. Bizim de “Avrupa değerleri” ile ilgili hikâyemiz öyle bir şey…
Toplumdaki Avrupa Birliği karşıtlığının günden güne arttığı bir süreçte bile “Avrupa değerleri” dayatılmaya devam ediliyor. Hem de 1900`lu yılların kafasıyla… Tartışılmadan, topluma yararı var mı yok mu denmeden…
2012`de 6284 Sayılı Kanun çıkarıldı, Avrupa`da gelişen Feminist-Marksist sentezin ürünü olan bir anlayış aile yasası diye yürürlüğe kondu, toplum itiraz ediyor hatta sıkı Avrupacılar bile isyan ediyor. Ama “Avrupacı zihniyet” aşılamıyor, aileyi dağıtan yasaya, muhalefet bile dokunmayı vaat etmiyor.
Buna bugünlerde Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi (ETCEP) diye bir çalışma eklendi.
Proje yeni değil, Avrupa Birliği desteğiyle 19 Eylül 2014`ten itibaren 24 aylık bir çalışma olarak planlanmış, şimdi sözü edilen ise o planın uygulamaya geçirilmesidir.
Bakanlık ilgili Web sayfasında bir kamuflaja giderek kadın-erkek eşitlenmesine vurgu yapmış, “Toplumsal cinsiyet eşitliği kadın ve erkeğin aynılaştırılması anlamına gelmez” ifadeleriyle projenin “cinsel oryantasyon” denen tarafını inkâr etmiş. Oysa konuyu bilenler, bu projenin Batı`daki nihai amacının cinsleri aynılaştırma olduğunu biliyorlar.
Batı`da kadın-erkek eşitlenmesi tartışmaları çoktan aşılmış, AB`nin üzerinde durduğu ve finanse ettiği, o aşılmış mevzu değil, hâlâ gündemde olan, kişilerin biyolojik cinsiyetlerini aşan cinsel tercihlere yönelimlerinin teşvikidir. Avrupa`da ciddi bir siyasi güce ulaşan “cinsiyetsiz gruplar”, yaşam tarzlarını Avrupa Birliği projelerine dönüştürüyor ve bizde de bu projeler, hiç tahlil edilmeden alınıp uygulamaya konuyor.
Yazık hem de çok yazık…
Türkiye, 28 Şubat sürecinde bile Kuzey Kıbrıs`ın “çağdaşçı”lıkta aşırılaşıp kimlik kaybına uğradığı eleştirisi yapıyordu. Zira Kuzey Kıbrıs`ta siyaset, bir avuç Marksist-Feminist gruba kalmış. İşte o grup, 2016`da Kıbrıs Meclisi`ndeki gücünü kullanarak “cinsiyetsiz dil”le bir aile yasası çıkardı.
Bu gidişle Türkiye`de de o “cinsiyetsiz dil”e gidilecek. Zira sevda, aklı öldürürmüş ve Avrupasevdacılık, bütün değişimlere rağmen, artık ihtiyar ve köhnemek üzere olan Avrupa`ya karşı bile “büyük bir vefayla” sürdürülüyor.