Suriye sorunu, salt günlük forma bakılarak anlaşılabilecek bir sorun değildir. Suriye`de yaşanan çatışmaların geniş bir arka planı vardır. O arka planı hatırlatmakla yetinip Suriye`de son süreçte yaşananlara ve yaşanmayanlara geçeceğim.
Suriye`de, 2011`den önce iktidarda parti olarak BAAS; devlet başkanı olarak Hafız Esad`ın oğlu Beşar Esad vardı.
BAAS Partisi, her ne kadar kuruluşu bu şekilde ilan edilmemişse de bir azınlık partisi olarak doğdu. Üstelik bu azınlık, iki katmanlı bir azınlıktı.
İlki, parti Nusayri ve Hıristiyan kadro üzerine oturmuştu; her iki grup da Suriye`de azınlıktı. Öte yandan partinin üst kesimleri de o azınlıkların da asker veya sivil elit azınlığıydı, halkla bağı zayıf, yurt dışında okumuş, Batılı sekülerizme, sosyalizm ve dolayısıyla ateizm boyutunda inanmış bir azınlıklar azınlığı, azınlık içi azınlık…
Suriye gibi tarihi boyunca hem Haçlı hem Moğol`u yenmiş bir coğrafyada böyle dışarıyla ilişkili bir azınlık azınlığının huzur sağlama değil ancak emperyalizm için karakol olma görevi olabilirdi.
Nitekim BAAS, Suriye`de bir işkence karakolu olarak var oldu. Fransızların kadim devrim işkencehânelerinde bilinen bütün işkence çeşitleri BAAS tarafından Suriye halkına yapıldı, tarih boyunca muzaffer olan ve dolayısıyla asil Suriye halkı, asalet kaynağı İslam`dan uzaklaştırılmaya çalışıldı, niteliklerinden soyutlandı.
BAAS`ın başındaki Beşar Esad, bu tablonun başında yer alan bir aileye mensup olmakla birlikte Suriye`de değişimi kaçınılmaz gördüğüne dair işaretler veriyordu.
Bununla birlikte Esad, henüz muhalefete bir alan verecek kadar cesur değildi. Uluslar arası sistem de 1. Seküler olmayan 2. İsrail`le “iyi” ilişkiler kurmaya yanaşmayacak bir muhalefetin alanını genişletmesine izin vermiyordu.
Neticede Suriye`de kısa süreli sokak gösterilerinin ardından iç savaş yaşandı. ABD`nin kimi aleyhteki açıklamalarına rağmen Esad, henüz uluslar arası sistemin yakın hedefi değildi. Fransa, Nusayri azınlıkla ilişkilerini bozmazdı. Rusya ve İran ise farklı gerekçelerle Esad`a kayıtsız şartsız destek veriyorlar ve nihayetinde Suriye`yi seküler tutmak isteyen uluslar arası sistemle aynı noktada duruyorlardı.
İçeride ise ilk muhalefet dalgasında Kürtlere bir pay bırakıldı ama farklı ülkelerin müdahalesiyle Kürtleri denklem dışı bırakan bir muhalefet öne çıkarıldı, diğer yandan ilk muhalefet ılımlı iken ikinci dalga muhalefeti radikal bir tutum içindeydi. Suriye`de Kürtler, İslam`ın Suriye`yi fethinden bu yana hep önemli bir unsurdur. Onlarsız bir çözüm çok zordur. Hâlbuki bu ikinci dalga muhalefeti, 1. Kavimleri tanımıyordu, Suriye`de Kürtleri ve diğer Arap olmayan unsurları yok sayan bir siyaset izliyordu. 2. Kürtler, BAAS-PKK ulusalcı sosyalist işbirliğiyle bu ikinci dalga muhalefeti desteklemekten epey uzaktı.
Bu dış ve iç şartlar altında Esad`ın devrilmesi mümkün görünmüyordu. Suriye`de böyle bir gelişme yaşanmadı. Ama Esad`la savaşanlara “Bu savaş, başarıya ulaşmaz, keşke başka bir süreç izlenseydi” diyenler dahi Esad`çı olmakla suçlandı, tekfir edildi. Esad`ı destekleyenler de Esad`a karşı savaşanları tekfir ettiler. Malum, tekfircilerin tekfiri de bir tür tekfirciliktir. Her iki taraf da açıkça tekfircilik yaptı. Dolayısıyla maalesef Suriye`de İslam adına akıl almaz, gerici bir tekfircilik yaşandı.
BAAS cephesi, savaşı kaybetme riskiyle karşılaştığında yıllar yılı hiçbir hak tanımadığı, korkunç bir işkenceye tabi tuttuğu Kürtleri, bu sefer PKK`nin Suriye kolu PYD`nin vicdanına bıraktı. Söz konusu cephe PYD`ye her tür desteği verdi ve PYD`de de A. Öcalan`ın öğretileri doğrultusunda eline geçirdiği her fırsatı uluslar arası sisteme yaranma hırsıyla ateizmi Kürt gençleri arasında yaymak için kullandı. Dolayısıyla Suriye`nin Kürt kesiminde akıl almaz, yobaz bir ateizm ortamı yaşandı.
Avrupa`dan her biri bir dünya değerinde Müslüman genç hatta bir kısmı yeni Müslüman olmuş Avrupalı genç, Suriye sahasına çekilerek katledildi, dolayısıyla Suriye`de bir zamanlar Kur`an-ı Kerim hafızlarının katli misali, genç Müslüman davetçi katliamı yaşandı.
Suriye`de farklı tarafların katlettikleri ile adeta her nokta kırmızıya boyandı, geleceğin Müslümanlarının tiksineceği bir vahşet yaşandı.
Suriye`de milyonlarca insan yerinden oldu ve bir kısmının yerine ta Afganistan gibi ülkelerden gruplar getirilip yerleştirildi. Dolayısıyla Suriye`de geleceğe yansıyacak demografik bir değişim yaşandı.
Suriye`de I. ve II. Dünya Savaşı sonrası paylaşımlardan dolayı ABD ve Türkiye`nin yeri yoktu. ABD, PYD ile dostluk adı altında Suriye`ye girebildi. Türkiye ise ilk toplarını DAEŞ`e karşı attıysa da PYD`yi sahadan silme adına Suriye`ye girdi. Dolayısıyla PYD merkezli Suriye`ye giren ABD ve Türkiye, Suriye sahasında karşı karşıya geldi. Hatta 15 Temmuz`un gizli gerekçeleri arasında Türkiye`nin Suriye politikası da vardı. Ama gelinen noktada Suriye`de iki ülke işbirliği kararı almışlardır. Suriye`de akıl almaz bir diplomasi ve saf değiştirme yaşandı.
Bunca yaşananların karşısında,
Suriye`de akl-ı selim tutumlar yaşanmadı.
Suriye`de Müslümanların iftihar edeceği bir savaş yaşanmadı.
Suriye`de kardeşlik yaşanmadı.
Suriye`de uzlaşma yaşanmadı.
Suriye`de birlikte yaşamanın, “Medenî” uzlaşının zorunlu kıldığı tavizler yaşanmadı.
Suriye`de Esad`ın yerinden edilmesi ümidi yaşanmadı.
Şimdi bu fotoğrafa bakıp Suriye üzerine yeniden düşünme zamanıdır. Suriye`nin “Cenevre”deki dostu olarak değil, gerçek bir Suriye dostu olarak…
Bir iki yıl önce savaşın en vahşi günlerini yaşadığı ve bununla birlikte Cenevre sürecinin işletilmeye çalışıldığı bir süreçte, üniversite okuyan bir grup Suriyeli gence hocaları olarak sordum:
-Savaşı kazanırsanız, karşı taraf için ne düşünüyorsunuz?
Cevap:
-Hiçbirini sağ bırakmayacağız.
Bu cevabın gençlik coşkusu ve muhacir mağduriyeti öfkesiyle verilmiş olmasını diliyordum, öyle değildi. Öyle olmadığından emindim. Çocuklar da büyükleri de henüz savaş başlamadan böyle düşünüyorlardı, savaş vahşetinde iken de hâlâ o düşüncelerini koruyorlardı.
Bu savaşı ebediyen kazanamazsınız, kaybetseniz de kazanamazsınız, dedim. Bir kere bu sağ bırakmayacağız, dediğiniz azınlık, bugün mü ortaya çıktı, diye sordum, hayır dediler, peki sizden öncekilerin yok etmedikleri ve yok etmeyi düşünmedikleri bir topluluğu yok etmeyi hedef hâline getirmekle Suriye`de savaşı günün dünya koşullarında süreklileştirmiyor musunuz, dedim. Genç dimağları ile bana hak verdiler, en azından o an için Suriye`de uzlaşının çatışmaktan daha hayırlı olduğuna inandılar.
Son söz;
Kim, Suriye`de iç savaşı destekler ve daha fazla Suriyelinin ölmesi için siyaset üretirse Suriyelilerin düşmanıdır ve her kim Suriye`de genel bir uzlaşı için çalışırsa Suriyelilerin dostudur.
Savaş öncesindeki bu gerçeklik, bugün için de geçerlidir. Yapılacak olan, Suriye`de savaşın bir an önce bitmesi ve yaraların sarılmasıdır.