Türkler, Müslümanlaşan toplumların çoğu gibi, yazıyla İslamiyet`ten önce tanışmışlardı ancak büyük devletler kurmalarına rağmen eldeki verilere göre bir yazılı kültür meydana getirmemişlerdi. Dolayısıyla İslamiyet öncesinde Türkler yazıya mesafeli kalmışlardı.
İslamiyet`le birlikte “Oku!” emrinin gereği olarak Türkler yazıyla haşir neşir oldular, kısa sürede “Kutadgu Bilig” gibi bugün de okunabilir, klasik nitelikte eserler kaleme alabildiler.
20. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna kadar Türkçe binlerce eser yazıldı. Fuzûlî gibi büyük şairlerin eserleri vücut buldu. “Dede Korkut Hikâyeleri” gibi halk birikimi ürünler de yazıda kendine yer edindi.
Türklerin mühim bir kesimi yazıyı sevdi, en azından yazıya saygı duydu, yazabilmeyi fazilet saydı, yazabileni önde tuttu.
“Batı” anlamında Latin kültürünün atası konumundaki Yunanlılar, Kurtuluş Savaşı ile yenildi, Eylül 1921`de Ankara-Polatlı`ya dayanan düşman, bir yıl sonra Ege Denizi`nin ancak adalarına tutundu.
Altı yıl sonra ise 1 Kasım 1928`de kültürel kalkınma hedefiyle Harf Devrimi yapıldı; Yunan kökenli harfler “Türk harfleri” diye kabul edildi.
Harf Devrimi`yle Türklerin yaklaşık bin yıldır kullandıkları harfler, Türklere değil, Araplara ait oldukları iddiasıyla terk edildi. Ancak o harflerin yerine “ulusal harfler” üretilmedi, bulunup uyarlanmadı. Türklerin yazıyla buluştukları günden bu yana sadece düşman metinlerinde gördükleri, fethettikleri coğrafyalarda görüp hınçla sildikleri harfler, “Türk Alfabesi” diye alındı. Bir bakıma Latin Harfleri Türkleştirildi.
Bu arada kadim alfabe terk edilirken Türk ağız yapısında bulunup Arapçada bulunmayan seslerin varlığı öne sürüldü. Ama Türk ağız yapısında bulunup Latin Alfabesinde bulunmayan “ğ, ı,ş” de yeni alfabeye eklendi. Türklerin ağız yapısına Arapça ile yerleşmiş seslere ise karşılık aranmadı. Batı dillerinde çokça kullanılan q, w, x harfleri de açıkta kaldı.
1 Kasım`da getirilen değişiklik, günümüzde “Öğretmenler Günü” olarak kutlandığı üzere 24 Kasım 1928`de Milli Mekteplerin açılması ile uygulamaya kondu. Ama artık “eski” diye etiketlenen harfler öylesine benimsenmiş ve yeni harfler öylesine yabancı bulunmuştu ki bir türlü bu yenilik kabullenilemiyordu. Bunun üzerine “Eski Harfler” denen harfleri kullananlar, o harflerle yazılmış eserleri bulunduranlar ağır cezalara çarptırıldı. Halk, Kur`an-ı Kerimler dahil evinde o harflerle yazılmış ne varsa sakladı. Ama bizatihi Harf Devrimi`ni yapanlar dahil gizli gizli daha doğrusu kendi mahallerinde Türkçeyi “Osmanlıca” olarak yazmaya devam ettiler. Ölünceye kadar da elleri Latin harflerine alışmadı.
Bugün aradan yüzyıl geçti. Osmanlı günlerinin aksine Kıbrıs Muharebesi (1974) bir yana bırakılırsa savaşsız bir süreç söz konusu. Ülke ekonomisinin en mühim kaynağı, bu barış sürecinde Milli Eğitim`e aktarılıyor. Ama hâlâ okuma yazma oranı yüzde yüze çıkmadı.
O da önemli değil. Halk, okumayı öğrense de yazıya alışmadı. Hâlâ bir öğrenciye yazılı bir ödev vermek, bir tür eziyet kabul ediliyor, kelli felli okumuşlardan ise dört başı mamur bir makale almak mümkün değil. Üstelik Türkler hâlâ Arapça yazmayı başaranlara saygı duyuyor, “Osmanlı” harflerini kullananları “bilge” görüyor. Açıkçası yüzyılda Latin Alfabesi Türkleşmedi, Türkler de 1928`den önce neredeyse bin yıldır kullandıkları harfleri sadece Arap harfleri olarak görmedi, kendisine ait bilmeye devam etti. Zira o harflerle İslam öğrenilmiş, İslam anlatılmıştı ve İslam, asla sadece bir kavmin dini olamazdı.
Bu durumda okuma yazma problemini “Eski Harf”lere yükleyenler, “Arap Harfi” diyerek o harfleri dışlayanlar “medeni bir ahlak”la özür dilemeli değiller mi?
Daha önemlisi şu bizim harflerimize bir iade-i itibar zamanı gelmedi mi? O harflerin uğradığı eziyetin hiç olmazsa Cumhuriyet`in 100. Yılında son bulması “insanî” bir vazife olmaz mı?