Bugün 1 Muharrem 1440, Hicrî yılbaşıdır. Allah`ın Resulü Hz. Muhammed Mustafa`nın sallahü aleyhi vesellem , Mekke`den Medine`ye hicretinin yıldönümüdür. Bütün Müslümanlara mübarek olsun.

Hicret ile Hz. Resûl sallahü aleyhi vesellem, Mekke`yi terk edip Yesrib`e hicret etmiştir. O, hicret ile hem Mekke`den kopmamış, Mekke`yi sevmeye devam etmiş hem Mekke`de yaşanan beşer pratiği ile arasına coğrafi bir mesafe de koymuştur.

Hz. Resûl-i Ekrem sallahü aleyhi vesellem, hicretle Yesrib`i mekân ve yaşam pratiği açısından değiştirmiş, orada yeni bir hayat inşa etmiş ve nihayetinde Yesrib`i Medine kılmış, mekânları ve  o mekânlarda gerçekleşen günlük yaşamıyla Yesrib`i şehir yapmış, yeni bir medeniyetin, gelişmenin, ilerlemenin başkenti kılmıştır. Bununla birlikte Hz. Resul sallahü aleyhi vesellem, Medine`de kurulan yeni hayat nizamını Mekke`ye taşımak için mücadelesini de sürdürmüş; kendisine ve ashabına (Allah hepsinden razı olsun) haksızlıkların yapıldığı o mekâna küsmemiş, onu ötekileştirmemiş, orayı değiştirip geliştirme yönündeki kararlılığını sürdürmüştür.

Hicrî yılbaşından söz ederken beşeri öfkenin yanında ifrata varan romantizmi de dışlayan bu büyük disiplinin, bu ilahi nizamın Hz. Resûl-i Ekrem`ce tatbik edilişinin üzerinde durulacak çok yanı vardır.

Öte yandan Hicrî Takvim`in İslam`da kabul edilişi de üzerinde durulması gereken mühim bir mevzudur.

Bilindiği üzere takvim, zamanın belirli bir olay başlangıç alınarak sıralanmasıdır. Hıristiyanlar, Hz. İsa aleyhisselam`ın tahmin ettikleri doğum tarihini esas alarak Milâdî Takvim`i oluşturmuşlar ve nitekim, bu takvime de “milâdî”, yani “doğumsal” takvim demişlerdir.

Milâdî Takvim, Hz. İsa aleyhisselam`ın doğumundan yüzyıllar sonra, Batı`nın modern devre geçtiği bir süreçte Papa 13. Gregorius tarafından 4 Ekim 1582'de uygulamaya konmuştur. Ondan önce Avrupa`da Roma İmparatoru Jül Sezar tarafından yaptırılan ve Jüliyen Takvim`i olarak bilinen takvim kullanılmıştır.

Kendisini Hıristiyanlığın mirasçısı olmaktan öte Eski Yunan ve Roma`nın mirasçı gören modern Batı`nın zaman bölünmesinin bir papa tarafından oluşturulmasının kendisine has ve irdelenmesi gereken yönleri vardır. Batı, modernizmle dinle arasına mesafe koymuşsa da insanlık asla dinsiz olmayacağından Hıristiyanlık Batı`nın zaman gibi yaşamsal bir yanını yönetmeye devam etmiştir. 

Hicrî Takvim`e gelince, Hz. Resûl-i Ekrem sallahü aleyhi vesellem, henüz Veda Hutbesi`nde takvim üzerinde durmuş, müşriklerin haram ayların arasına nesî` olarak ifade edilen haram aylardan olmayan bir ayın ilavesinin eklenmesinin yasak olduğunu bildirmiştir.   

Mevcut Hicrî Takvim`e ise Hz. Ömer radiyallahu anh zamanında geçilmiştir. Müslümanların devleti, o devirde hem coğrafi hem kurumsal açıdan büyüyordu. Ashab radiyallahu anhüm geldikleri noktada başkalarına ait takvimlerin kullanılmasını yasaklamamıştır. Ama   Müslümanlara ait bir takvim de ihtiyacı duymuşlardır. Bunun üzerine Hicret`ten 16 yıl sonra Rebiülevvel ayında (Nisan 637`de) Hz. Ali`nin radiyallahu anh teklifi ve Hz. Ömer`in radiyallahü anh onayı ile Hicrî Takvim kabul edilmiştir.  Ashab, Muharrem ayını ilk ay olarak esas almış, 1 Muharrem`i de yılın ilk günü olarak kabul etmiştir.

Hicrî Takvim`in dayanağı, Tevbe Sûresi`nin “Doğrusu, Allah katında ayların sayısı on iki aydır. Gökleri ve yeri yarattığı günkü Allah yazısında (böyle yazılmıştır). Bunlardan dördü haram aylardır. Bu da doğru olan dinin hükmüdür. Bu sebeple bunlar hakkında nefislerinize haksızlık yapmayınız. Müşrikler size karşı topyekün savaştıkları gibi siz de onlara karşı topyekün savaş açın. Ve iyi bilin ki, Allah müttakilerle beraberdir. O nesî` denilen sıvış adeti (haram ayları geciktirmek) ancak küfürde ileri gitmektir ki, bununla kafirler şaşırtılır; Allah'ın haram kıldığının sayısına uydurup da Allah'ın yasakladığını helal kılmak için onu bir yıl helal, bir yıl haram sayarlar. Bu şekilde onların kötü işleri kendilerine süslenip güzel gösterildi. Allah ise, kafirlerden ibaret bir topluluğu doğru yola erdirmez.” (Tevbe Sûresi 36-37) ayet-i kerimeleri ile Veda Hutbesi`nin anılan aynı konudaki uyarılarıdır.

Hicrî Takvim`de Hz. Resûl`un sallahü aleyhi vesellem 610 Ramazan ayında Peygamberlik görevini almasının (biʿsetin) değil de Hicretinin esas alınmasının da hikmetleri olmalıdır. Biʿset ile İslam anlatılmaya, Meke`den ve Mekke dışından kişiler Müslüman olmaya başlamışlardır. Ama Mekke`ye İslam`ın zaman yönetimi hükmetmemiş, Mekke`de toplumsal ve siyasi yaşama yön verme açısından İslam çağı başlamamıştır. Müslümanlar, Mekke`de Mekke yönetiminin zaman yönetiminin kendilerine uymayan taraflarını ihlal ederek yaşamışlar ama bunu topluma kabul ettirememişlerdir. Dolayısıyla devir, tebliğ açısından İslam devri olmakla birlikte toplumsal ve siyasi zaman yönetimi açısından cahiliye devridir. Bu ikilik Hicret`le ortadan kalkmış, Medine`de İslam, toplumsal ve siyasi hayatın bütününe hükmetmiş, bütün yönleri ile İslam çağı başlamıştır. Medine`de Müslümanlar, “cahil”lerce yönetilen bir zamanı değil, ilahi nizamın idaresindeki bir zamanı yaşamışlardır.

Son olarak Hicrî Takvim`in Güneş yılının esas alınıp günlerin sabit olduğu Şemsî değil, Ay yılının esas alındığı Kamerî bir takvim olmasının büyük hikmetleri söz konusudur. Bu hikmetler İslam`ın diğer hükümleri gibi hem ferdin İslam`ı yaşaması hem İslam`ın evrenselliği, dolayısıyla ümmet ile ilgilidir.

Kamerî Takvim`in değişkenliğiyle Müslüman fert oruç gibi bir ibadeti yılın her mevsiminde yapma pratiğine ulaşır. Allah celle celalühü ömür verdiğinde, kış, ilkbahar, yaz ve sonbaharda açlık ve susuzluğun getirdiği zorlukları tadar, imtihanı ile yüz yüze kalır.  

Kamerî Takvim`in ümmetle ilgili yanına gelince, sabit Şemsî Takvim`in kabulü durumunda Ekvator`un kuzeyindeki Müslümanlarla güneyindeki Müslümanlar arasında orucu hissetme açısından bir zıtlık oluşurdu. Bir grup hep kış diğeri hep yaz mevsiminde oruç tutacak, ibadetin hissedilişinde bir farklılık oluşacaktı. Dolayısıyla Kamerî Takvim, İslam`ın bütün Müslümanları kardeşler olarak eşitlemesi genel hükmüne uygundur.

Kur`an, şüphesiz hekimdir (Yasin Sûresi 2), Kur`an`ın temel yasası olduğu İslam`da de her şey bir hikmete binaendir.

Bu şuurla, Müslümanların yeniden özlerinin farkına vardıkları, kendileriyle ötekiler arasındaki ilişkiyi yeniden gözden geçirdikleri bir devirde takvim konusunun bütün yönleri ile ele alınması ve yeni bir İslam çağına İslam`ın zaman yönetimiyle girilmesi umut edilir.