Türkiye, bir süredir Dolar-Euro kuruyla boğuşuyor.

2002`ye kadar Türkiye`de döviz kurları hep iç siyasetle açıklanırdı. Siyasi parti liderlerinin anlaştığı haberleri kuru bir anda düşürür, bozuştukları haberi yükseltirdi.

İş o boyuta varmıştı ki elinde Mark veya Dolar bulunan siyaset uzmanı kesilir; at yarışçısı kumarbazlarının ekran başında at yarışlarını izlediği gibi siyasî gelişmeleri izlerdi.

En temiz siyasetçilerin açıklamaları bile onların elindeki döviz miktarı ile ilişkilendirilir, “Söylendiğine göre o çok döviz almış, hükümeti devirme tehdidinde bulunarak parasının değerini artırıyor” diye söylentiler çıkardı.

2002`den sonra Türkiye iç siyasetini peyderpey kontrol altına aldı, başkanlık sistemiyle de siyasi istikrarı ani gelişmelerin olumsuz etkisinin dışında tutacağını umdu.

ABD, bundan hoşnut değil ve bu hoşnutsuzluğunu Türkiye ile ilişkilerine yansıtıyor. Bundan dolayı Dolar-Euro kuru resmen Türkiye-ABD ilişkilerine endekslenmiş. Dövizi olan artık iç siyaset değil, dış siyaset uzmanları gibi gelişmeleri takip ediyor.

Türkiye-ABD ilişkileri gergin, dolayısıyla Dolar-Euro kuru yükselişte… ABD, savaşın kuralları gereği, sorun Türkiye`den kaynaklanıyormuş havası veriyor; hükümeti “sorun çıkaran taraf” olarak baskı altına alıyor.  

İşin aslı ise… Türkiye, ABD ilişkilerini yeniden düzenliyor; ABD`ye bağımlı bir Türkiye yerine ABD ile çıkar ilişkileri olan bir Türkiye sürecine geçiyor ve bu geçiş sürecini en az zararla tamamlamanın yolunu arıyor.

ABD, Türkiye`nin bu çabasını “Türkiye, ABD ile çatışıyor” havasına büründürerek piyasaları ürkütüyor. Piyasaların gerginlik ürküntüsünü kullanarak Türkiye`yi teslim olmaya zorluyor.

Vakanın genel resmi bu mahiyettedir, şu anki malzemesine gelince Papaz Brunson sadece bir simgedir. Asıl sorun ABD`nin bölgeye dayattığı “Yüzyılın Anlaşması” planıdır.  

Trump, Rusya ile ilişkiler etrafında dönen şantajlarla Yahudi lobisi tarafından esir alınmış. Yahudi lobisi, ona İsrail`in bütün planlarını kabul ettirmiş. “Yüzyılın Anlaşması” planı ile İsrail`in varlığı resmileştiriliyor.

Anlaşmanın görüşmelerini bizzat Trump`ın damadı Yahudi Jared Kushner yürütüyor. Bir aşaması geçen ay İsrail Parlamentosu Knesset`te kabul edilen “İsrail Ulus Devlet Yasası” olan plan, Kudüs`ü İsrail`e bırakıyor. Filistin`i varlığı anlamsız kantoncuklara bölüyor.  

Kuşhner, Ağustos 2017`den bu yana bölge ülkelerinin sözde liderleri ile görüşmeler yaparak planı uygulayacak koşulları hazırlıyor ve planın hazırlık aşamasını önümüzdeki ekim ayında bitirmeyi planlıyor.

Plan, aslında Trump`tan önce sanırım 2013`te basına yansımış, 2015`ten sonra basında yoğun olmasa da işlenmişti. 

Cuntacı Sisi liderliğindeki Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), ABD`nin mutlak müttefikleri olarak planı peşin kabul ettiler.

Suudi Kralı Selman, Suudi Kraliyet`in bir tür “Selmaniye Kraliyeti”ne dönüşmesi rüşveti ve İran`ın Hicaz planı tehdidiyle ikna edildi.

Ürdün`ü dize getirmek zor olmadı. Katar, Suudi ve BAE`nin ablukasıyla planın tarafı yapıldı.

Neticede Kushner, Ağustos 2017`de bölgeye geldiğinde onunla görüşmeyi sadece Türkiye ve Filistin kabul etmedi.

Türkiye, Filistin ile birlikte hâlâ plana karşı duran taraf olarak duruyor ve planla ilgili görüşmelere basına yansıdığı kadarıyla katılmayı kabul etmiyor.

ABD, Rahip Brunson üzerinden Türkiye`yi vurarak meseleyi Filistin`le ilişkilendirmeden Türkiye`yi hizaya getirmeye çalışıyor.

Türkiye ise sorunun Brunson ile sınırlı olmadığını bildiğinden direniyor. Türkiye direndikçe kur silahıyla yüz yüze kalıyor. Öyle görünüyor ki ABD, “Yüzyılın Anlaşması” planının hazırlık aşamasının biteceği ekim ayına Türkiye`yi teslim alarak veya tutumlarını kısıtlayacak kadar baskı altına alarak girmeyi hedefliyor.